Kapadokya'da Gazeteci Buluşması
Kapadokya'da Gazeteci Buluşması
İnsansı robot tarafından çizilen ilk sanat eseri
İnsansı robot tarafından çizilen ilk sanat eseri
''Türkiye’nin kültür savaşında seferberliğe ihtiyacı var''
''Türkiye’nin kültür savaşında seferberliğe ihtiyacı var''
Barış Manço hayatı film oluyor
Barış Manço hayatı film oluyor
123456789
Kapadokya'da Gazeteci Buluşması
Kapadokya'da Gazeteci Buluşması
İnsansı robot tarafından çizilen ilk sanat eseri
İnsansı robot tarafından çizilen ilk sanat eseri
''Türkiye’nin kültür savaşında seferberliğe ihtiyacı var''
''Türkiye’nin kültür savaşında seferberliğe ihtiyacı var''
Barış Manço hayatı film oluyor
Barış Manço hayatı film oluyor
123456789

Eğitimle İlgili Bir Analojinin Çözümlenmesi

Türk eğitim bilimleri yazınında, eğitim sözcüğünü “eğ-mek” köküne dayandıran oldukça yaygın bir gelenek söz konusudur. Bu nedensiz olmasa gerekir; çünkü dilimizde ve kültürümüzde eğitimin eğip bükmekle ilişkisini kuran yan kaynaklar bulunmaktadır. Dilimize yerleşmiş, “Ağaç yaş iken eğilir” diye bir atasözümüz vardır ve bu atasözü genelde eğitimle ilişkilendirilir. Yine, “Demir ne kadar sert olsa da ateş onu yumuşatır” diye bir sözümüz daha bulunmaktadır ve bunun da eğitimle bağı kurulmaktadır. Burada da ateşin yumuşattığı demirin “eğilip bükülme” özelliğine vurgu yapılmaktadır. Türk eğitim bilimleri yazınında, kimi modern eğitim bilimciler, eğmek ve bükmek anlamındaki köke itiraz etseler de, bu kabul hala kitlelerce sürdürülmektedir. Aynı durum siyasiler için de geçerlidir; onlar da eğitimin eğip bükmekle ilişkilendirilmesinden pek rahatsızlık duymamaktadırlar. Öyle anlaşılıyor ki, eğmek özelliğiyle eğitim, dindarlar için dine ve geleneklere, siyasiler için de bireyin siyasal sistemin istediği şekilde bir insan olması yolunda çaba göstermesi anlamında ele alınmaktadır. Yaygın kültürde ve kimi yapıtlarda, eğitimle eğmek arasında bir bağ kurulunca, doğal olarak, anne-baba, öğretmenler ve üniversitelerde akademisyenler hep eğip bükmeye odaklanmaktadır. Sırf bunlar da değil, siyasiler de iktidarı ele geçirir geçirmez, eğitim sistemleriyle oynayarak, çocukları kendi ideolojilerine eğmeye yönelmektedirler. Kültürümüzde, anne-babalar, çocukları kendi adet, örf ve ananelerine eğerken, onları özde kendilerine benzetmeye; öğretmenler kendi düşüncelerine ve inançlarına; siyasiler ise kendi ideolojilerine doğru eğmeye çalışmaktadırlar. Yani herkes çocukları eğip bükmeye çalışmaktadır. Bir anlamda, Kant’ın dediği gibi, ‘herkes, dur, düşünme ve itaat et demekte’, eğitim de bunun bir aracına dönüşmektedir.

Tam bu bağlamda şu soru sormak gerekiyor; eğitimi, “eğ-mek” köküne bağlayanların sık sık kanıt olarak sundukları “Ağaç yaş iken eğilir” atasözü doğru bir söz müdür? Gelin bu soruya doyurucu bir yanıt bulabilmek için çözümlememizi derinleştirerek sürdürelim.

“Ağaç yaş iken eğilir”, atasözü “gerçek anlamda” alınabileceği gibi, -yani ağacın yaş iken eğilebileceği-, eğitimle ilişkilendirilerek “analojik anlamıyla” da ele alınabilir. Söz konusu atasözünün Türk kültüründe ve eğitim bilimleri yazınımızda eğitimle ilişkilendirildiği düşünülürse, gerçek anlamdan çok analojik anlamda ele alındığını anlaşılmaktadır. Her analojik yaklaşım, bir parça örtülüdür, benzeyen-benzetilen ilişkisinin, benzetmelerde kullanılan sözcüklerin berraklaştırılmaya, aydınlatılmaya, yerli yerine oturtulmaya gereksinimi bulunmaktadır. Atasözünü, eğitime transfer ettiğimizde, genelde ağaçla, öğrenen; yaş ile çocukluk veya gençlik dönemi, eğmekle de eğitim arasında bağ kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. Tam bu bağlamda, "Ağaçla, öğrenen, yaş ile çocukluk veya gençlik dönemi, eğmekle eğitim arasında gerçekten bağ kurulabilir mi?" sorusunu sormamız gerekmektedir. Bu soyu yanıtlamaya yönelik çözümlememiz, analojinin niteliğine ilişkin doyurucu bir yanıt bulmamızı olanaklı kılacaktır.

Analitik düşünen hiçbir eğitimcinin, doğrudan ağaçla öğrenen kimse arasında analojik bir bağ kuramayacağı açıktır. Ağaçla, öğrenen arasında bağ kurmak, ağacı bilinçli saymak ya da en hafif deyişle, öğreneni bilinçsiz saymak anlamına gelmektedir. Bu haliyle analojinin önemli bir sorun içerdiği açıktır. Belki burada, bir fidanın yetiştirilmesiyle çocuğun yetiştirilmesi arasında analojik bir bağ kurulabilir ve bu durumda, bir fidanın/ağacın yetiştirilmesinde olduğu gibi çocuğun yetiştirilmesine de özen göstermek kastedilebilir. Bu bir parça anlamlıdır; çünkü deneyimlerimizle biliyoruz ki, fidanları/ağaçları, doğalarını gerçekleştirmek için zararlı etmenlerden korumak, sulamak, budamak vb. gerekmektedir; aynı durumun çocukları yetiştirmek için de gerekli olduğu ileri sürülebilir. Onların da doğalarını gerçekleştirmeleri için, zararlı unsurlardan, zararlı çevreden vb. korunmaları şarttır. Ancak atasözündeki benzetmenin bu anlamda olmadığı açıktır; çünkü atasözü fidanın/ağacın doğasını gerçekleştirmesinden değil, onu eğmekten söz etmektedir.

Yaş sözcüğüyle, çocukluk ya da gençlik dönemi arasında kurulan bağa gelince bu da sorunludur. Ancak burada tek sorun analoji değildir; aynı zamanda yaş sözcüğü de sorunludur. Çünkü yaş sözcüğü Türkçede çok anlamlı bir sözcüktür. Şemseddin Sami’nin Kamusu Türki’sine bakılırsa, yaş sözcüğü, a) “toprak yaştır”; “yaş çamaşır”, “yaş ellerinle tutma”, “gözü yaşlı” örneklerinde olduğu gibi, ıslak, nemli, sulu, kurumamış; b) “Yaş sebze” deyişinde olduğu gibi, taze, yeşil, körpe, kurutulmuş olmayan; c) “yaşın kaç”, “genç yaşında”, “yaşını başını almış” deyişlerinde olduğu gibi, ömrün miktarı ve derecesi gibi anlam öbeklerine sahiptir. Bu çözümlemeye göre, atasözündeki yaşın en az iki anlama alınabileceği açıktır. İlki, taze, körpe anlamı düşünülerek “ağaç, taze/körpe/fidan, iken eğilir; ikincisi ise, ıslaklık anlamına alınarak, ”ağaç nemli/ ıslak/ su yürümüşken eğilir” anlamıdır. İkinci anlam, yaşın karşıtı olan kuru ile birlikte değerlendirildiğinde, belli bir döneme, ağacın yaş olduğu, su yürüdüğü döneme vurgu yapsa da, ağacın fidan/körpe halini aşmaktadır. Biz deneyimlerimizle biliyoruz ki, örneğin fındık ağacında olduğu gibi, kartlaşmış ağaçlar bile bahar ayında su yürüyünce eğilebilmektedir. Yani su yürüdüğünde, ağacın ömrünün bir önemi kalmamaktadır. Bu haliyle atasözü ağaçlar için bile genellenemeyecek niteliktedir. Ancak, atasözünün ilk anlam öbeği yani, taze, genç, fidan anlamı daha genel bir kabul görmüştür. Aslında bu da genellenemez, söz gelimi incir fidanı eğmeye kalkışılırsa hemencecik kırılabilir. Ancak kültürümüzde, "ağaç, taze/körpe/fidan iken eğilir" denilmek istendiği açıktır. Nitekim aynı atasözünün “ağaç yaş/genç/fidan/yeşil iken eğilir” versiyonları da bulunmaktadır. Sözün anlamı buysa, her şeyden önce bu söz, yetişkinlerin de öğrenebileceği gerçeğine gözlerimizi yummaktadır. Bugünkü pedagojik bilgimizle söylersek, öğrenmenin yaşı yoktur; öğrenme yaşam boyu sürer. Bu anlamda eğitimin bir sonu bulunmamaktadır. Yetişkinlerin ve yaşlıların öğrenmelerinde gerilemelerin, yavaşlamaların olduğu ileri sürülse de, onlarda öğrenmenin olmadığı sonucuna varılmaz. Hele içinde yaşadığımız bilgi-iletişim teknolojilerinin hızla değiştiği, bilgilerin sürekli güncellendiği bir ortamda, yaşama ayak uydurmak için her yaştaki insanın kendini yenilmesine gereksinim vardır ve bu da sürekli eğitim ve öğretimi zorunlu kılmaktadır. Atasözünün içerdiği bu hata, Nigel Warburton’un da dikkatini çekmiştir. Nitekim o düşünce yanlışlarını ele alırken atasözlerine de değinir ve şöyle der:

“Atasözlerinin birçoğunda doğruluk payı bulunur ve bazıları gerçekten de çok engin bir bilgelik içerir, ama güvenilir bir bilgi kaynağı değildirler ve yanıltıcı olabilirler. Örneğin, ağaç yaş iken eğilir sözünü alalım. Bu söz ne bütün ağaçlar için doğrudur ne de bütün insanlar için. Çünkü yeteneklerinde köklü sıçramalar yapabilen bir sürü yaşlı insan vardır. Yaşlandıkça yeni davranış biçimleri geliştirmenin zor olduğu doğru olsa da bunun herkes için her bakımdan doğru olduğu söylenemez. Oysa bu darbımeselde, yaşı ilerlemiş birine hiçbir koşulda yeni bir şey öğretmenin mümkün olmadığı söylenmektedir ki, bu acele yapılmış bir genellemedir ve tabii ki yanlıştır. Böyle görünüşte bilgece olan sözler, bir yetkili ağız rolü oynarsa, eleştirel düşünceye yer kalmaz. Derinlik izlenimi yaratmak, gerçek anlamda derinlik ile aynı şey değildir.”

Warburton, ağaç yaş iken eğilir atasözünü, belirsizliği yüzünden bazı/bütün karşıtlığı yaratması, yetkili ağız konumuna geçmesi ve erken genelleme yapması yüzünden haklı olarak eleştirmektedir ve özellikle sözün yetişkinlere yönelik gerçeklikle örtüşmediğini dile getirmektedir. Türkiye’de yetişkin eğitiminin ihmal edilmişliğinde, anılan atasözünün yetkili ağız konumuna geçtiğini düşünmek için yeterli neden bulunmaktadır; zira Türkiye’de çok yaygın olmasa da bütün dünyada yetişkin eğitimi konusunda güçlü çalışmalar yapılmaktadır; bizde ise yetişkin eğitimi neredeyse tümüyle camilere ve imamlara bırakılmış durumdadır. Atasözü, ”ağaç nemli/ ıslak/ su yürümüşken eğilir” anlamına alınırsa, sözün yaşam boyu öğrenmeye karşı olmadığı şeklinde yorumlanması olasıdır; zira her ne kadar burada ağacın su yürüdüğü bahar ayları dönemine vurgu yapılmış olsa da doğadaki döngü gereği, bu ömür boyu anlamına da alınabilir. Bu haliyle söz bir parça yaşam boyu öğrenmeyle, biraz zorlama da olsa, ilişkilendirilebilir.

Atasözündeki eğmek ile eğitim arasında kurulan analojiye gelince, kanımca bu da oldukça sorunludur. Eğmek, Divanü Lugati’t-Türk’e bakılırsa, Türkçede bükmek, kıvrık hale getirmek anlamına gelmektedir ve nesneler için kullanılmaktadır. Bunu analojik bile olsa insan için kullanmak, etik ve bilimsel durmamaktadır. Çünkü insanın doğasına yaklaşımı eleştiriye açıktır ve eğilen insan, eğilip bükülmeyi öğrenir; kendini ve yeteneklerini keşfetmek yerine, birisine, bir düşünceye, bir inanca, bir ideolojiye kul köle yapılır. Bu kişinin düşünerek, taşınarak, seçeneklerle yüz yüze gelerek, tercihler yaparak özneleşmesini engellediği gibi, eylemlerinin sonuçlarını üstlenmesine, yani kişi olmasına da engel teşkil eder. Yine eğilip büküldüğü için, sorgulama ve eleştirme geleneği kökleşemez. Eğilen-bükülen nasıl sorgular, nasıl eleştirir, nasıl yeni açılımlar yapabilir, nasıl kendisi olabilir? Sonra eğmek fiili, güçlü bir pragmatist öğe de içerir. Söz gelimi annem, bir fidanı belli bir yönde büyümesini isterse, onu başından istediği tarafa eğer ve onu istediği yöne bağlar. Onun gölgesinden yararlanmak istiyordur; ondan çardak yapmak istiyordur vb... Eğilen fidan, fidan olmaktan çıkıp, annemin amaçlarına hizmet eden bir fidana ve ağaca dönüşüverir. İşte bu nedenle, çocuklarımız eğip büken eğitim sistemi, onların kendileri olmalarına izin vermez; onları yetiştiricilerin, siyasilerin, din adamlarının, ailenin vb. istedikleri amaca hizmet eden kölelere dönüştürür. Bu eğitim değil, olsa olsa bir tür fikir ve düşünce aşılamasıdır ve aşılamanın eğitimle bir bağı yoktur. Türkçede sözün tek versiyonu, “Ağaç yaş iken eğilir” değildir; “Ağaç yaş iken doğrulur” versiyonu da bulunmaktadır. Ancak bu versiyon çok yayılmamışa benzemektedir. Oysa bu, pedagojik olarak daha anlamlı gözükmektedir.

Şu halde, çözümlememizden yola çıkarsak, “Ağaç yaş iken eğilir” atasözünün eğitimle ilgili kullanımına meydan okumak gerektiği açıktır. Hiçbir aklı başında eğitimci bu sözü eğitim bağlamında kullanmamalıdır; eğer bilerek kullanıyorsa, o eğitimci değil, olsa olsa bir ideolog ya da fikir aşılayıcısı olarak görülmelidir.