Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789

Prof. Dr. Doğan Göçmen: "Korku Duygusunun Politikliği"

ANKARA- Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, insan davranışlarının ve siyasetin "umut"la birlikte en belirleyici ya da itici iki duygusundan biri olan "korku" üzerine zihin açıcı çok özel bir yazı kaleme aldı. Göçmen, korku duygusunu eskiçağ insanından modern insana felsefenin "has evlatları"na referansla analiz ettiği bu yazısında, Türkiye'nin içinden geçtiği politik süreci bütünlüklü olarak okumamıza yardımcı olacak perspektifi de gözler önüne seriyor.  

Prof. Dr. Göçmen'in, "Korku Duygusunun Politikliği" üzerine yazısı şöyle:

Korku, çaresiz bir şekilde teslim olunmak zorunda kalınan tehlikeli bir durum karşısında hissedilen isteksizlik durumu olarak tanımlanıyor. Korku, etik olduğu kadar politik, bilişsel olduğu kadar psikolojik bir kavramdır. Duygularla politikayı ilişkilendirmek ilk bakışta belki anlamsız, hatta olanaksız gibi gelebilir. Fakat öyle görünüyor ki tüm bu farklı yanların arasında politik boyut ağır basmaktadır. Korku duygusuna dair incelemelere ve tartışmalara yakından bakınca duyguların modern toplumda politika ile çok yakından ilişkili olduğunu anlaşılıyor. Konuya Sigmund Freud’un psiko-analitik çalışmalarını ölçü alıp baktığımızda dahi durum, çerçeve modern olunca çok farklı değildir. Zira genel olarak duygu teorileri, özel olarak da korku teorisi insanın eyleme kapasitesi ve becerisi ile ilgilidir.

Korku Duygusu, Eskiçağ İnsanı ve Modern İnsan

Korku, Yaşar Kemal’e göre “insanın yerleşmiş, büyük duygularından bir tanesi”dir. Aristoteles, Nikomakhos’a Etik adlı eserinde korkaklığı erdemsizlik olarak tanımlar. Buna karşılık Yaşar Kemal 1962 yılında yayınladığı “Korkaklar” başlıklı yazısında “çağımızda korku o kadar iğrenilecek bir duygu olmaktan çıkmış” diyor. “Korkuyu kimse”, örneğin sevgiyi kutsar gibi “kutsamıyorsa da, kimse artık korkudan iğrenmiyor. Korkan insanlar, azıcık olgun bir insansa o, artık korktuklarından dolayı kendilerini küçümsemiyorlar.”

Öyle anlaşılıyor ki, antikçağın insanıyla kıyaslayınca modern insanın korku ve korkaklık ile kurduğu ilişkisi olumlu bir hal almıştır. Thomas Hobbes’un korkuyu ikizi olarak tanımlamasını hatırlayalım ve Yaşar Kemal “İnsan korkar” diyor. Bu onun doğal bir varlık olmasından kaynaklanıyor. Fakat insan, düşüncesinin sonuçlarına korkmasına rağmen sahip çıkıyorsa tutarlı insandır.

Søren Kierkegaard, Martin Heidegger ve Teolojik Yaklaşım

Anlaşılacağı gibi korku üzerine düşünme çok eskilere dayansa da, korku duygusu ile bilimsel olarak ilişkilenmek son derece yenidir, hatta psikolojinin kendi başına bir bilim olarak gelişmesiyle 19. yüzyılda başlamıştır. Burada en başta anılması gereken eser Kierkegaard’ın, Türkçeye yanlışlıkla Kaygı Kavramı olarak çevrilen Korku Kavramı adlı eseridir.

Kierkegaard, Yaşar Kemal gibi insanın korktuğundan hareket ediyor. Kierkegaard’a göre, insan özellikle özgür karar verebilme olanağından korkmaktadır. İnsan bu korkuyu ancak inanca aşkın bir yönelimle aşabilir.

Martin Heidegger, insanın var olma tarzını emin olmamasını, kendi başına kalmışlığını ‘korku verici özgürlük’ olarak kavrıyor ve bunun ‘ölüme’ vardıran bir durum olduğundan hareket ediyor. Heidegger de Kierkegaard gibi ölüme vardıran korku verici özgürlük durumundan kurtuluşu tanrıya bırakıyor. Bu durumdan ancak bir tanrı kurtarabilir.

Epiküros, René Descartes ve Bilimsel Bakış

Fakat burada söz konusu olan iki önemli varoluşçu filozofun korku duygusuna dair felsefi-teolojik yaklaşımından farklı olarak Descartes, onun “ihtiraslar” dediği duygulara modern bilimsel yaklaşımı temellendirmiştir. Descartes, korku duygusunu umut duygusu ile ilişkili olarak ele alıyor. Umut bir iyinin elde edilmesinin ya da bir kötüden kaçınılmasının mümkün olduğunu düşünmek yeterlidir. Güçlü bir umut duygusu, gerçekleştirilmek istenen amaç konusunda yeterince gerekçenin varlığını  göstermektedir.

Buna karşın “aşırı derecede korku umutsuzluk hâlini alır.” Descartes’a göre “korkaklık doğrudan doğruya cesarete karşıttır.” Descartes, bunu insanın eyleme kapasitesiyle ilişkilendiriyor. Korku insanın eyleme kapasitesinin en aza indirilmesi veya olanaksız olması anlamına gelmektedir. Bu nedenle korkuyu “atılganlığa karşıt” olarak almaktadır.

Korku ve elbette dehşet duygusu da insanın “kötülüklere direnme kudretinden mahrum” bırakır. Bu nedenle Descartes, korku ve dehşetin sağaltımını umuda ve arzuya sahip olmakta görüyor. Descartes’ın bu önerisinin arkasında Stoacı bir yaklaşımı sahiplenmesi yatmaktadır. Stoacılar gelecekte olabilecek tüm olaylara karşı kendimizi hazırlamamızı, yani sürekli belli bir öngörü ile davranmamızı önermektedir. Descartes, bu Stoacı öneriyi, “korku doğurabilecek bütün olaylara karşı kendini hazırlamaktır” diye ifade ediyor.

Descartes’ın korku duygusu karşısında takındığı tutumun bir de Epikürosçu bir yanı vardır. Korku insanın eylem kapasitesini baskılayan bir duygudur. Epiküros, korkunun koyduğu düşünsel ve/veya maddi bariyerlerin açılmasını insanın kendisini kendi eylem kapasitesi ile pozitif ilişkilendirmesi anlamına geldiğine işaret etmiştir. Bu aynı zamanda insanın eylem özgürlüğünü tesis etmesi anlamına gelmektedir. Epiküros’un bu yaklaşımı, Descartes üzerinden İvan Pavlov’a ve oradan da psiko-analizci yaklaşımları da geliştiren eleştirel psikolojinin kurucusu Klaus Holzkamp’a uzanan duygulara dair özgürlükçü yaklaşımın uzun bir tarihi vardır.

Cesur Yürek ve Düşünce Namusu

“Cesur Yürek” adlı filmi izleyip de kahramanın idam edildiği sahnesinde onun ve filmde işkenceyi izleyenlerin işkence başlamadan önce hissettiği korkuyu ve işkence sırasında onun hissettiği acı karşısında orada izleyicilerin maruz kaldığı titremeyi hissetmemek mümkün değildir. Bir halk deyiminde “korkudan tir tir titriyordu” deniyor. Korku, insanı psikolojik olarak esir alması durumunda tüm bedeni sarsıcı bir şekilde kaplayan bir ruh halidir. Tüm beden sanki elektrik vermiş gibi zangır zangır titrer. Buna rağmen kahraman “özgürlüüük” diye haykırmaktan geri durmaz.

Kahramanın canı pahasına sergilediği bu tutumu ‘düşünce namusu’ olarak tanımlıyor. Buna göre ilkeleri, bu durumda özgürlük uğruna ölüme gitmek insan onurudur, insan namusudur. Bu, korku karşısında yiğit kalabilmek anlamına gelmektedir Yaşar Kemal’e göre. Ve bu kutsanacak bir durumdur. Bu nedenle “İnsanlığıyla insanın övünmesi burada başlıyor olmalı” diyor Anadolu’yu, Anadolu insanını romanlarında ilmek ilmek örüp anlatan büyük usta. Buna karşılık düşüncesinin sonuçlarını taşıyamayan kişiler “düşünce namusları” olmayan kişilerdir.

Prometheus ve Özgürlük Tutkusu

İzlediğimiz sahnede film icabı yapıldığını bildiğimiz vahşi işkence karşısında hissettiklerimizi Yunan mitolojisinden bildiğimiz Prometheus efsanesini okurken zihnimizde canlanan sahne karşısında da hissederiz. Efsaneye göre, insanları hâkimiyeti altında tutmak isteyen Zeus, insanlardan ateşi esirger, çünkü ateş insanın kapasitesini devasa artıracaktır ve sonunda tanrılara eş olabilecektir. Bunun üzerine Prometheus ateşi çalar ve insanlara verir. Her tarafta ateşlerin yandığını gören Zeus, Prometheus’u cezalandırır. Onu Kafkaslarda bir kayaya zincirle bağlatır. Bir kartal her gün gelir ve gece kendisini yenileyen karaciğerini yer. Ta ki Herakles kartalı öldürüp Prometheus’u kurtarıncaya kadar. Kayaya zincirle bağlanmış, ona karşı kendisini hiçbir şekilde koruyamayan Prometheus’un karaciğerini gagasıyla parça parça koparıp yiyen kartalı düşünelim bir an. Her gün kartalın gelmesini bekleyen Prometheus’un ne kadar korktuğunu ve titrediğini hissetmemek mümkün müdür? Ama ne yapacaktı Prometheus? İnsanı meydanda bırakıp kaçmalı mıydı? “Korkunun ecele faydası yoktur” deniyor bir halk bilgeliğinde. Elbette ateşi çalacak ve insanın özgürleşmesinin önünü açacaktı, çünkü efsaneye göre insanı o yaratmıştı. Ona karşı son sorumluluğunu yerine getirecekti. Herakles’in gelip, Zeus’a rağmen Prometheus’u kurtarmış olması, özgürlük tutkusunun her zaman daha güçlü olduğunu gösteriyor.

Thomas Hobbes ve George Orwell’in Korku Dünyası

Orwell, “1984” adlı kitabı hakkında verdiği bir söyleşide, mevcut dünyanın kitabında öngördüğü duruma doğru gittiğini ileri sürer. Bu gelecek dünyada “korku, öç alma, yenme ve bayağılaşma duygusundan başka hiçbir duyguya yer olmayacaktır” diyor. Korkunun hâkim olduğu dünyada aşk duygusuna ve sevişme arzusuna yer olmayacaktır. Fakat Orwell’e göre her daim “güç zehirlenmesi” olacaktır. “Partiye olan sadakatten başka bir sadakat olmayacaktır” oluşan bu yeni dünyada. Orwell’in bu betimlemeleri geçmişte Batı’da bir Sovyetler Birliği betimlemesi olarak sunulurdu. Bugün ise onun bununla genel olarak insanlığın geleceğine dair karamsar bir tablo çizdiğini görüyoruz. Ve belki de onun betimlediği bu dünya en geç “ya bizimlesin ya bize karşı” diyen George Walker Bush ile başladı.

Orwell’in korku duygusunun hâkim olduğu toplumu, bir gelecek tablosu olarak sunduğu toplum düzenini Thomas Hobbes, 17. yüzyılın ortalarında modern toplumun genel niteliği olarak betimlemiştir. Hobbes’a göre modern toplum sürekli dost-düşman şablonuna göre ilişkiler üretmektedir ve tüm ilişkileri güce göre düzenlemektedir. Bu bakımdan modern toplum, herkesin herkese karşı rekabet ettiği, herkesin herkese karşı tehdit oluşturduğu ve bu nedenle herkesin herkesten korktuğu bir toplum aynı zamanda herkesin devletten korktuğu bir topluma dönüşmek zorundadır.

Fakat Adam Smith’e göre, insanların teker teker ve bir bütün olarak toplumun mutluluğu herkesin herkes ile dayanışma içinde olduğu, herkesin herkese karşı nazik olduğu ve herkesin herkese karşı saygılı olduğu koşullarda mümkündür. Orwell, geleceğin mümkün toplumsal durumu olarak betimlediği bu halin engellenmesinin mümkün olduğunu ve bunun insanın elinde olduğunu belirtiyor. Hobbes, insanlığın hâlihazırda içinde bulunduğu bu distopik durumdan çıkış için toplumun kendisini doğanın yasalarına göre akla dayalı olarak “ölümsüz barış” toplumu olarak yeniden kurması gerektiğini gösteriyor ki bu yaklaşım 18. yüzyılda ebedi barış projelerinin geliştirilmesine ve Adam Smith gibi klasik ekonomi politikçilerde ve Karl Marx’ta metalaşan insan ilişkilerinin analizine ve eleştirisine yol açmıştır.