Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789

Felsefe Profesörü Doğan Göçmen yazdı...

Doğan Göçmen

Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen'in; aşk, dost, dostluk ve düşmanlık üzerine bu toprakların dil, düşünce ve duygu geleneğinin taşıyıcısı büyük ozanlar Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Nazım Hikmet, Aşık Veysel, Cahit Sıtkı Tarancı, Ümit Yaşar Oğuzcan'la derinleştirilen, muallim-i evvel (ilk öğretmen) olarak bilinen Aristoteles'le  zirveye taşınan bu özel yazısını sunuyoruz. 


Bilmezler yalnız yaşamıyanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
Bilmezler…
Orhan Veli

Anadolu’da “dost” ve “dostluk” sözcükleri hemen her bakımdan, kavramın en geniş olumlu ve olumsuz anlamında toplumsal yaşama ve ilişkilere anlam ve içerik kazandıran iki sözcük, hatta iki kavramdır. Türkiye’de “Köy Enstitüleri” deneyiminin başarısı, üzerinde kurulu olduğu “imece” ilkesinin dostluk kavramından esinleniyor olmasından kaynaklanmaktadır. Hayatımızda bu iki sözcük kadar etkili başka sözcükler var mıdır? Dost veya dostluk hakkında yüzyıllardır türküler yakılır, şiirler yazılır, şarkılar bestelenir, maniler söylenir. Dilimizde, düşüncemizde, yaşamımızda, ilişkilerimizde, hayata bakışımızda bu kadar etkili olan, dost (ve dostluk) sözcüğüyle yarışabilecek belki de tek bir sözcük vardır: “aşk”. Kaldık ki, aşk da aslında bir dostluk türüdür. Bu kadar anlamlı, daha doğrusu bu kadar çok anlamlı kullanılan başka bir sözcük yoktur denirse yeridir.
Türkçe ve Osmanlıca yazılan ve söylenenleri ölçü alırsak 13. yüzyıldan, Hacı Bektaşi Veli’nin Analdolu’ya gelişinden beri bu topraklarda dost ve dostluk üzerine yazılıp çizilir, yakılıp söylenir. Yunus Emre’yle, ama özellikle Pir Sultan Abdal ile dost (ve dostluk) sözcüğü vazgeçilmez bilinçle hayatımızdaki ve dilimizdeki merkezi önemine kavuştu. Bilebildiğim kadarıyla dilinde, günlük hayatında, entelektüel dünyasında, umutlarında ve gelecek tasarımında dost ve dostluk sözcüklerinin bu kadar etkili olduğu Anadolu kültüründen başka bir kültür bulunmamaktadır. Bildiğim kadarıyla Anadolu’da Türkçe’de yazılan şiirlerde olduğu kadar hiçbir dilde dostluğa dair tarifsiz güçlü bir romantik arayış dile gelmemiştir. Coğrafyamızda dostluk ve onun karşıt kavramı olan düşmanlık hakkında ilk derin felsefi fikirler de Anadolu’da Efesli filozof Herakleitos tarafından düşünülmüştür.
Pir Sultan ve Düzeni Bozuk Dünya
Pir Sultan Abdal’ın “Bir dost bulamadım gün akşam oldu” dizesini hepimiz ezbere bilir ve söyleriz. Bazen farkında olmadan mırıldandığımız bile olur. Dost nedir? Dost olan kimdir? Dostluk kavramında dostluğun özüne dair ne içerilmiştir? Dost, Pir Sultan’ın bütün bir “dünyada ağlar gezerken”, bir ömür boyu arayıp da bir türlü bulamadığı insan türüdür. Dostluk bu insanların birbirleriyle girdiği ilişki biçimi ve birbirleriyle kurduğu yaşam tarzının dayandığı ilkedir. İskoçyalı filozoflarından Adam Smith, insanın modern toplumda bütün bir ömrünün birkaç dost edinmeye bile yetmediğini belirtir. Pir Sultan 16. yüzyılın bir ozanıdır. Adam Smith 18. yüzyılın bir filozofudur. Pir Sultan Anadoluludur. Smith, Britanyalı bir İskoç filozoftur. İki farklı kişilik aynı zamanda çok farklı kültürlerin ve coğrafyaların insanlarıdır. Buna karşın aynı gözlemde bulunuyorlar. Dostsuz olmuyor, ama ömrümüz de bir dost edinmeye yetmiyor.
Pir Sultan’ın yakındığı bu acı durum elbette insanın insan olarak kendisine yabancılaşmış olmasının ifadesinden başka bir şey değildir. Bu nedenle “dünyada ağlar gezerken” insanın kendine, diğerlerine ve kendi türüne yabancılaşmış olduğunu görerek “Bozuk şu dünyanın temeli bozuk” demekten kendisini alamaz.

Yunus Emre ve Anadolu’nun Aşık İnsanı
Hiç kimse dosttan ve dostluktan vazgeçmez. Anadolu halk ozanlarının şiirleri ve deyişlerimiz dostun kazığından, dostun ihanetinden, en çok ihtiyaç duyulduğu bir anda dostun yalnız bırakmasından, dostun düşman olmasından yakınan sözlerle ve gözlemlerle doludur. Buna karşın, yukarıda gösterdiğim gibi, gerçek yaşamda kimse ne dosttan ne de dostluktan vazgeçebiliyor.
Bu çelişkili duruma Yunus Emre ile açıklayalım. Yunus Emre’nin “İşitin Ey Yârenler” şiirinde aşk ilişkisini bir dostluk biçimi olarak alır.
Sonra Âşık Veysel’in “Benim Sadık Yârim Kara Topraktır” şiirine bakacağım. Âşık Veysel insanın dostluk arayışında ontolojik bir dönüşü temsil ediyor ve bu bakımdan yabancılaşma sorununa ilkesel bir çözüm getirmek için aynı zamanda bir çıkış noktası sunmaktadır. Dostluğun mümkün olup olmadığı sorusu bağlamında Nazım Hikmet’in “Dostluk” ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın “İmkânsız Dostluk” başlıklı şiirlerini karşılaştırmak istiyorum.
Yunus bu şiirinde yarenlere, yani arkadaşlarına veya yakın dostlarına kendisini dinlemeleri için çağırıda bulunur. Yunus, yarenlerine insan doğası bakımından aşkın ne demek olduğunu öğretmek istemektedir. Yunus şiirinde aşk kavramını çok geniş anlamda, yani tüm yarenler arasındaki ilişkiye şekil veren tutku anlamında kullanmaktadır. Yunus şiirinde aşkı güneşe benzetir ve “İşitin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer” der. Güneş aydınlatan, ısıtan ve umut veren anlamında kullanılmaktadır. Aşk zihnimizi aydınlatır, içimizi ısıtır ve bize umut kaynağı olur. Aşk insanı duygu dolu canlı bir varlık haline getirir.
Yunus’a göre, aşktan mahrum olan, aşk duygusundan yoksun olan, bir taşa benzer. Gönlü taşa kesmiş olanların gönlünde bir şey bitmez, bir şey gövermez, tüm sözleri zehir zemberek gibidir. Fakat aşk, yani aslında dostluk, insanı duygu dolu, empati veya duygudaşlık ve sempati yetisi yani dayanışma eğilimi güçlü insancıl, aydın ve aydınlatan bir varlığa dönüştürür. Öyleyse aşk ve dostluk duygularıyla dolu insanlar mal ve mülk peşinde koşmazlar, diğerleriyle ilişkilerinde çıkar gütmezler, mevki ve mertebe sahibi olmak için diğer insanlara karşı rekabete girişmezler, seçkici ve aristokrat zihniyetli olamazlar. Bu bakımdan aşk, güç ve enerji kaynağıdır, âşıklar hırslarına ve nefsine sahip olmasını bilen ve kendilerini terbiye edebilen insanlardır. Kısacası; aşk ve dostluk ahlaka çağırıyor; insanlar dostluk konusunda yaşadıkları tüm hayal kırıklığına rağmen aşktan ve dostluktan vazgeçemiyorlarsa, bu, aşkın ve dostluğun insana diğerini hissettiriyor olmasından, insanı bu anlamda insan yapıyor olmasından kaynaklanıyor. İnsan, insan olduğunun ve kendisinin ne olduğunun bilincine dostlarının sayesinde varıyor.

Âşık Veysel’in Sadık Yâri Kara Topraktır
Âşık Veysel’in “Benim Sadık Yârim Kara Topraktır” başlıklı türküsünü hatırlayalım. Ozan sayısız insana dost diye sarıldığını, fakat her seferinde hayal kırıklığı yaşadığını belirtiyor: “Dost dost diye nicelerine sarıldım/Benim sadık yârim kara topraktır”. Sadık yar olma özelliğini yalnızca kara toprak getirmektedir. Sayısız güzellere güveniriz, bağlanıp kalırız ama hepsi sonunda bizi terk eder, hem de onlara en çok ihtiyaç duyduğumuz bir anda yapa yalnız bırakır. Ozanı “Benim sadık yârim kara topraktır” demeye iten insan davranışlarındaki bu tutarsızlıktır.
Âşık Veysel, sadık yâri olarak toprağı överken sanki insandan vazgeçer gibidir. Fakat bu izlenim yanıltıcıdır. Aşık Veysel yakından bakıldığında aslında insanları içine düşmüş oldukları yabancılaşmış olan ilişkilerden kurtulmak için herkesi doğaya bütünleşmeye çağırmaktadır. İnsanın kendisine yabancılaşmasının nedeni doğaya olan yabancılaşmadır. Dost arayışı içinde olan Ozan, şiirinde, yaşadığı hayal kırıklıklarından sonra, dosttan ve dostluktan vazgeçmek istemediği için, insanlığın içine düştüğü yabancılaşmadan çıkmak arzusuyla insanlığı gerçek dost olarak doğaya dönmeye çağırır. Âşık Veysel’in çağırısında bir natüralizm veya doğacılık vardır. Bu bakımdan onun çağırısı bir ontolojik dönüşe çağırıdır. Bu ontolojik dönüş insana ortak yaşam kaynağını gösterirken dostun insan yaşamındaki yaşamsal anlamını da açık edecektir. Böylece insan dostluğun anlamını yeniden kavrayacaktır. Zira ünlü filozof Aristoteles, her insanın bedeninde dostu kadar ruhu vardır, sözlerini boşuna israf etmemiştir.

Ümit Yaşar Oğuzcan ve Dost Kazığı
İnsanın hayatı yediği dost kazıklarla, düşmanlıklarla doludur. İnsanlar arasında en büyük düşmanlıkların kökeninde sıkça yenilen dost kazıkları vardır. Belki bize karşı en kurnazca dolapları da onlar çevirmiştir, en haince komploları da onlar kurmuştur, çünkü bizi en iyi tanıyanlar onlardır. Kendine yabancılaşmış dünyada ve toplumda insanlık içinde birkaç on yıl yaşamayı başarmış birisi, geriye dönüp bakınca yaşadığı hayal kırıklıklarının kaynağının sıkça dostlardan başkası olmadığını görecektir. Dostların hayatımızda açtığı yaraların haddi hesabı yoktur. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Kendime Taşlar” başlığı altında topladığı dörtlüklerden birsi “Dostlarım” başlığını taşıyor. Bu şiirinde şair “Talihim pek açıktır dosttan, dostluktan yana” der ve “Vardır her felakette dostlarımın markası” diye devam eder. “Öyle çoktur sayılmaz yediğim dost kazığı” ve bu nedenle “Sağlam kalan sadece kulağımın arkası”dır.
Dörtlüğün ilk iki mısrasında ironiyle karışık serzenişte elbette büyük bir hayal kırıklığının ifadesi de vardır. Belki de budur Şairin onca intihar denemesinin nedeni. Fakat insanlar dostlarından yedikleri tüm kazıklara, deneyimledikleri tüm korku verici düşmanca olaylara, kısacası yaşadıkları tüm olumsuzluklara karşın dostluktan, dost aramaktan, gerçek bir dost bulma çabasından bir türlü vazgeçmiyorlar, vazgeçemiyorlar. Yukarıda sergilediğim yorumdan farklı olarak kişisel bir okuma ile Âşık Veysel’in “Benim Sadık Yârim Kara Topraktır” şiiri pekâlâ insandan ve insanlıktan büyük bir hayal kırıklığının ifadesi olarak da okunabilir. Buna rağmen Ozanımız “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı şiirinde: “Ben giderim adım kalır/Dostlar beni hatırlasın” demekten de kendini alıkoyamaz ve Ümit Yaşar Oğuzcan da “en sevgili dost” için gözyaşlarını esirgemez: “Kör oluncaya kadar bırak sel gibi aksın/Bin taşlama yerine gözyaşım senin için”.

Nazım Hikmet, Cahit Sıtkı Tarancı, Dost ve Dostluk
Bu, ilk bakışta son derece garip olan insanlık halini, yani bir taraftan yediğimiz kazıklar nedeniyle akla hayale gelmez beddualar ettiğimiz eski dostluklara rağmen gerçek bir dost aramaktan vazgeçemeyişimizin açıklamasını, şiir sanatı çerçevesinde belki de en iyi, neredeyse aynı dönemde yaşamış olan Nazım Hikmet’in ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın konuya ilişkin yazdıkları “Dostluk” ve “İmkânsız Dostluk” başlıklı birbirlerinin tam zıddı olan şiirlerini karşılaştırınca açıklayabiliriz. Vazgeçemediğimiz dost mudur yoksa dostluk mu?
Cahit Sıtkı Tarancı söz konusu şiirinde insanlar arasında, bırakalım gerçek bir dost aramayı, dost aramanın bile beyhude olduğundan hareket eder. Cahit Sıtkı bunun doğada, yani ontolojik olarak temellendirildiğinden hareket eder. Şiirin daha ilk mısrasında “Değil kardeşim, dal yeşil değil, gök mavi değil” denirken, ilkesel şüpheci bir bakış ile her şeyin yalnızca bir görünüşten ve dolayısıyla bir yanılsamadan ibaret olduğu ileri sürülür. Varlıkta temellendirilmiş olan bu epistemolojik durum kaçınılmaz olarak herkesin kendi özel dünyasında (“Ben hangi âlemdeyim, sen hangi âlemde!”) olmasına ve oraya hapsolup kalmasına neden olmaktadır.
Şairimiz bu son mısrasını “Bilsen!” diye başlatır ve bununla dostluk arayışında insanların aslında bir yanılsama içinde olduğuna işaret etmek ister, çünkü insanlar kendi dünyalarına kapanıp kalmıştır. Farklı dünya algısı üzerinden kurulan özel “âlemler” herkesin aynı zamanda hiçbir şekilde ilişkilenemeyen ayrı zihin yapısının ve tasavvur dünyasının oluşmasını da beraberinde getirir. Bu nedenle Cahit Sıtkı “Aklından geçer mi dersin aklımdan geçen şeyler?” diye retorik olarak sorar. Herkesin birbiriyle ilişkilenmeyen ayrı tasavvur ve akıl dünyası doğal olarak herhangi bir duygudaşlığın (empati/sempati) oluşmasını da engeller. Kendi sorduğu soruya Şairimiz “Sanmam!” diye önceden bildiği yanıtı verir. Dolayısıyla dostluk hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu varlıkta temellendirilmiş, düşünce ve duygudaşlığın oluşmasını engelleyen durumu Şairimiz dünya zenginliğinden eşit pay almamaya, yani mülkiyet ilişkilerine dayandırır. Fakat mülkiyet eşitsizliği toplumsal ilişkilerde değil de sanki yine doğada temellendirilmiştir: “Yıldız ve rüzgâr payımız müsavi değil” der Cahit Sıtkı. Bu nedenle rüyalarımız (“Sen kendi gecende gidersin, ben kendi gecemde”) ayrı olduğu için yaşam denilen yürüyüşümüzde de, yani hayat denilen güzergâhımızda da tamamıyla ayrıyızdır: “Vazgeç kardeşim, ayrıdır bindiğimiz gemiler!” Cahit Sıtkı’nın “Memleket İsterim” şiiri “İmkânsız Dostluk”ta betimlediği hikâyeden başka bir hikâyenin, orada betimlenen dünyanın tam zıddı olan eşitlikçi bir dünyanın öyküsüdür:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı, Nazım Hikmet’in etkisiyle yeni bir dünya görüşüne ulaşmıştır. Bu şiirin bu dönüşün ürünüdür.

Nazım Hikmet, Dost ve Dostluk
Cahit Sıtkı’da gördüğümüz bu kararsızlık, tüm hayal kırıklıklarına rağmen dostluktan, gerçek dost arayışından vazgeçememe, Pir Sultan Abdal’dan ta Ahmed Arif’e ve Nevzat Çelik’e kadar uzanır. Bu ise bizi Nazım’ın “Dostluk” şiirine götürüyor. Nazım Hikmet “Dostluk” başlığını taşıyan şiirinde “dost” ve “dostluk” kavramları arasında felsefi açıdan da çok önemli olan ince bir ayrıma gider –ki bu, onun aynı zamanda derin bir felsefi bakışa sahip olduğunu da gösterir. Bu şiirinde Şair önce dostun kim olduğunu, ne yaptığını, dostun dostuna karşı nasıl büyük bir özveri ile davrandığını betimler. İlk dört mısraında şiirin şöyle denir:
Biz haber etmeden haberimizi alırsın,
yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.
Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin.
Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin.
Nazım, dost olanı burada Cahit Sıtkı’nın “İmkânsız Dostluk” adlı şiirinde mümkün görmediği derin duygudaşlık ve dayanışma kapasitesi olan ve pratik olarak da tutarlı bir şekilde buna uygun davranan insan tipini betimler. Fakat sonra ilk dörtlüğü takip eden dörtlükte “O gider, bu gider, şu gider” diyerek, dostların (belki eşyaların da) insan hayatında hep gelip geçici olduğuna işaret eder. Dostların gelip geçiciliğini burada yalnızca yenilen dost kazıklarından, oluşan çıkar çatışmalarından dolayı negatif olarak alıp açıklamamak gerekir. Dostların geçiciliği pekâlâ değişen ilgilerden, duygulardan, eğilimlerden vesaire de kaynaklanabilir. Daha sık görülen, fakat pek dikkate alınmayan şekliyle dostların gelip geçiciliği, dünyanın ve yaşamın zorunluluklarından, hayatın insanı alıp önceden hiç görmediği bir yerlere savuruyor olmasından da kaynaklanıyor. Yaşamın hali budur –en azından şimdilik bu. Nazım şiirini “dostluk, sen yanı başımızda kalırsın” diye tamamlar.
Nazım’ın “dost” kavramı ile “dostluk kavramı” arasında yapmış olduğu bu ayrımın derin felsefi anlamı ve insan ilişkilerini anlamamız açısından önemi, ne kadar vurgulansa azdır. Nazım’ın öz ve görünüm diyalektiğinden hareketle yaptığı bu ayrım, hayata basit bir şekilde bir hayal kırıklığı olarak bakmamızın önüne geçmekte ve bizi hayata dair daha dinamik düşünmeye sevk etmektedir. Bu bakımdan ilişkilerimizde kalıcı olan, bizi hiç terk etmeyen ve dolayısıyla bu değişken dünyada herhangi somut bir kişiye işaret etmeyen dostluktur, dostlar değil. Bu nedenle dostların gelip geçici olması bizi hayal kırıklığına uğratmamalı. Hayat savurduğu, duygular ve eğilimler değiştiği zaman, dostumuzun yoksunluğu acı da verse, içimizde hayal kırıklığı da uyandırsa diğerini serbest bırakmasını başarabilmeli insan. Zira dost olarak gidenin genel olarak dostluğu değil, somut olarak hayatımızdaki güncel dost oluşu bitmektedir ve ileride yeniden başlama potansiyelini kendinde barındırır. Kaldı ki insan ilişkilerinde mekân ve yaşam alanı ortaklığı şartı, yeni iletişim ve bilişim sistemleri dolayısıyla oldukça esnek bir şarta dönüşmeye başlamıştır.
Çoklarımız için daha büyük mesele, yenen kazıklar, dost tuzaklarına kurban girmedir. Bu durumda kızsak ve öfkelensek bile, kin tutamamalıyız, nefret etmemeliyiz. Bu tür “dost kazıkları” insanın kendisine ve insana yabancılaştıran, insanın bir ömür boyu tam olarak güvenebileceği ilişkiler kurmasını engelleyen, halk arasında “dostluk başka, ticaret başka” diyerek işaret edilen toplumun yapısal sorunlarından kaynaklanmaktadır. Sorun, dostluğu başkalaştıran ticaretin kendisidir ve çözümlemesini ilk olarak Aristoteles’in ahlak ve iktisat felsefesinde bulur.

Dipnot:
“Doğan Göçmen’in Abrim Gürgen tarafından yayınlanan “Erdem Üzerine Tartışmalar” adlı kitapta yer alan “Dostluk Üzerine Felsefi Bir Deneme” başlıklı yazısından derlenmiştir.”