Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Türkiye'nin yeni büyük sınavı

“Göstere göstere gelmek” derler ya, Ukrayna Savaşı ile ortaya çıkan “dünya yeni siyasi ve güvenlik düzeni” tam da bu deyişi doğrulayan bir gelişmedir. Kendimi tekrar etmek pahasına bir kez daha kısaca anımsamakta yarar var.

Ukrayna Savaşı'na giden yol

Komünizmin çöküşü ve Varşova Paktı ile Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan; ABD’nin “tek süper güç” olarak kalmasının bu ülkeyi içine ittiği, “en büyük benim” psikolojisi ile devam eden gelişmeler, “tek süper güç kalacağım, kalmalıyım” hülyasına varmıştır. ABD’nin bu beklenti ile belirlediği strateji, Batı’nın (ABD ve NATO) 1990’lı yıllarda başlatılan, “Rusya ile iş birliği” politikasının sonunu getirmekle kalmamış, Rusya’nın çevrelenmesi, etkisizleştirilmesi amacına yönelmişti. Avrupa Birliği (AB), savunmasını ABD’ye ihale etmenin verdiği aldatıcı rahatlık ve güven nedeniyle AB dışı “Batı” da çeşitli nedenlerle ABD’nin bu politikasının arkasına takılmışlar, karşı çıkmamışlardır.

Diğer taraftan Rusya’nın, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ile yaşadığı büyük sarsıntı, yukarıda özetlediğim ABD stratejisinin de etkisi ile bir “varoluş savaşı”na, giderek eski Rus İmparatorluğu’nun ihyası düşüne doğru evrilmiştir. Rusya, kısa sürede gerçekleştirdiği toparlanma ve Batı’nın hatalarından ustaca yararlanan bir atılımla, bu düşün peşine düşmüştür.

Yeni Çin’in doğuşu

Bütün bunlar olurken Çin, başta ABD olmak üzere önde gelen AB ve AB dışı Batılı ülkelerin desteklediği, “ucuz ve cazip üretim merkezi” olarak, çok hızlı bir ekonomik gelişme göstermiştir. Bir süreden beri de askeri gücünü, ekonomik gücüne paralel ve onunla orantılı olarak artırmaktadır. Hong Kong, bu gelişmenin bir getirisidir. Sırada Tayvan gözükmektedir. Çin’in bu yeni konumu ve duruşu, ABD’nin Çin’i, "ana rakip" hatta "ana hasım" olarak belirlemesine yol açmıştır.

Bu süreç, giderek ABD’nin ve onun peşine takılan AB’nin, Ukrayna gibi ülkeleri NATO ve AB üyeliği vaadi ile kışkırtması şekline bürünmüş, bu ise Rusya’yı daha da saldırgan olmaya itmiştir. Batı’nın (özellikle NATO’nun) Rusya’nın Gürcistan ve Kırım’da attığı adımlar karşısında sergilediği ürkek tutum da bu ülkeyi Ukrayna’ya saldırmak konusunda cesaretlendirmiştir.

Rusya’nın olası tutumu

Rusya’nın Ukrayna harekâtının tetiklediği, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin Rusya’yı daha da saldırgan olmaya itmesi beklenir. Batı’nın, bir yandan Rusya’nın yayılmacı politikaları karşısında neredeyse sadece sözde kalan tepkileri -Ukrayna bu görüntüden bir ölçüde ayrılan bir örnektir ancak onun da Rusya’yı, mutlaka kazanmak zorunda olduğu düşüncesine itebileceğini düşünmek gerekir- Rusya’yı atacağı yeni adımlarda cesaretlendirirken bir yandan da bu ülkenin çok canını yakacak -Kerch Köprüsü, boru hattı sabotajları gibi- girişimleri desteklemesi, Rusya’nın, küçük ölçekli de olsa nükleer karşılık vermesini gündeme getirebilir. Şimdiden bu olasılığın hem ABD hem Rusya tarafından dillendirildiği görülmektedir.

Türkiye’yi bekleyen tehlike

Bütün bunlar, Ukrayna’daki savaş, Rusya’ya, “onurlu bir çıkış” sunacak biçimde, kısa süre içinde bitirilemezse, dünyanın hızla, dünya savaşı benzeri bir çatışmaya doğru sürüklendiği izlenimini vermektedir. Daha şimdiden, karşılıklı ekonomik yaptırımlara başlayan ve iki taraftan birisinin atacağı yanlış bir adım sonunda sıcak hatta nükleer bir çatışmaya dönüşebilecek bu gelişmeler, özellikle Türkiye için büyük bir tehlikeye işaret etmektedir.

Türkiye ister ekonomik ister sıcak, böyle bir çatışmayı kaldıramaz. Mutlaka dışında kalmalıdır. NATO üyesi ve Batı’nın parçası olarak bu hiç de kolay değildir. Çatışmanın dışında kalmak için en azından, yakında İsveç ve Finlandiya’nın da ittifaka katılmalarıyla tehlikeli biçimde daha da genişleyecek olan NATO yüklenimlerini yok saymak ise çeşitli alanlardaki bağımlılığı daha şimdiden arzu edilenin oldukça ötesine geçmiş olan Türkiye’nin, Rusya karşısında elinin daha da zayıflamasına yol açacaktır.

Görünen odur ki Türkiye, çok da uzak olmayan bir gelecekte, II. Dünya Savaşı’nda karşılaştığı açmazdan bile zor bir durumla karşı karşıya kalabilecektir. II. Dünya Savaşı’nda karşılaşılan o karmaşık durumu Türkiye’yi savaşa sokmadan yönetmek, ancak zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve ekibi gibi, her alanda bilgili, deneyimli devlet adamları sayesinde başarılabilmişti. Bugün Türkiye’yi yönetenlerin aynı başarıyı gösteremeyeceklerinden endişe ederim.