Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Aynı Tuzağa İki Kez Düşmek

Ahmet Süha Umar

Bir ülkenin çıkarlarını koruyabilmek için içeride ve dışarıda olup biteni doğru okumak, derlenen bilgileri doğru değerlendirmek şarttır. Bunu yapmanın ilk ve en önemli koşulu bağnaz, dogmatik bir dünya görüşüne ve bakış açısına sahip olmamaksa ikinci büyük koşulu, ülke çıkarı ile kişisel çıkarların birbirine karıştırılmamasıdır.

Özellikle Ukrayna Savaşı'ndan bu yana dünyada, hemen bütün ülkelerin geleceğini şu veya bu ölçüde ilgilendiren yeni bir döneme girilmiştir. Bu sürecin nasıl gelişeceği ve nasıl sonuçlanacağı, gelişmelerin dünyada neleri, ne kadar değiştireceği bilinmemektedir. Bu değişikliklerin çok radikal olması hatta büyük silahlı çatışmalara yol açması da olasıdır. Tek başına bu durum bile Türkiye gibi bir ülkenin her zamankinden daha dikkatli olmasını, çok ehil kişiler tarafından yönetilmesini haklı kılar.

Türkiye’de de önemli değişiklikler olmaktadır. Son yirmi yılda Türkiye, daha önce bulunduğu konumdan çok daha farklı bir konuma geçmekte olduğunu düşündüren gelişmeler yaşamaktadır. Emperyalizme karşı ilk büyük mücadeleyi vermiş, “dünyada örneği görülmemiş bir zaferin sahiplerini” mağlup ederek, çökmüş bir imparatorluktan, çağdaş bir cumhuriyet olarak çıkan Türkiye, son yirmi yılda, adeta Osmanlı’nın son yıllarına ışınlanmak istenen bir ülke görüntüsü vermeye başlamıştır. Bu değişikliğin dış politikaya yansıması da Cumhuriyet’in, “yurtta ve dünyada barış”, “diğer ülkelerin içişlerine karışmama”, “bölgesel ve dünya çapında örgütlü iş birliği” gibi temel dış politika ilkelerinden ve değerlerinden ayrılmak şeklinde olmuştur.

İçte ve dışta yaşanan bu politika değişikliği Türkiye’yi, aynı değerleri paylaştığı Batı’dan büyük ölçüde ayrıştırmış, ülkenin güvenliğini ortak savunma kalkanı ile sağladığı, kendi özgür kararı ile katıldığı ittifaklarla zaman zaman ters düşürmüş, atılan bazı adımlar ise Türkiye’nin yönelimi konusunda kuşku uyandırmıştır.

Yine bu dış politika, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası alanda giderek yalnızlaştırmış, temel çıkarlarını korumakta zorlanmasına, karşısında oluşan çeşitli ittifakların Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarını tehdit eder hale gelmesine yol açmıştır.

Batı, Atatürk’ün deyişi ile “çağdaş uygarlık” değerlerinden uzaklaşmak, her zaman iyi ilişkiler sürdürülmesinin gerekli olduğu Rusya’ya gereğinden fazla bağımlı hale gelinmesi; ABD ile kaçınılmaz olanın dışında bir çatışma ortamına girilmesi; AB ilişkilerinin iç politika amaçları için kullanılması; Arap dünyası ve İsrail ile şimdi zararının yararından fazla olduğunun idrakine varılmış gibi görünen gerilim; nihayet ABD’nin dümen suyunda yürütülen, Türkiye’nin yaşamsal çıkarlarının gereklerinin tam tersi sonuçlar veren Suriye macerası, tutulan yolun yanlışlığını fazlasıyla göstermiş olmalıdır.

Yukarıdaki gelişmeler ışığında bugünü anlamak için İstiklal Caddesi saldırısını; Suriye’nin kuzeyinde yerleşik Kürt ve cihatçı unsurların, güney illerimizi hedef alan, küçücük çocukların, gepegenç öğretmelerin canını alan roket taciz atışlarını; Türkiye’nin, her gün Mehmetçiğin ölümüne yol açan hava harekâtı karşısında ABD’nin, Rusya’nın anlamlı alt perdeden, karşı çıkar gibi görünen açıklamalarını; NATO’ya üyelik için Türkiye’nin onayını bekleyen İsveç Başbakanı’nın, “Türkiye’nin terör saldırılarına karşılık verme hakkı olduğunu” söylemesini dikkatle değerlendirmek gerekir.

Unutmayalım ki 2011 yılında da benzer olaylar, söylemler ve tutumlarla karşılaşmıştık. O zaman, söylenen ve yapılanları doğru değerlendiremeyen, hayal âleminde yaşayan yöneticilerimiz yüzünden giriştiğimiz Suriye macerası bizi, ülkemize doluşan milyonlarca mülteci sorunu; artan iç ve dış kaynaklı terör ve dışta yalnızlık yaşadığımız bugünlere getirdi.

Suriye 2011 yılında bir tuzaktı. “Tuzağa düşen de tuzak kuran kadar suçudur.” derler. Aynı tuzağa, hele “savaş hali” gerekçesiyle demokrasiyi daha da tehlikeye atacak biçimde seçimleri ertelemek düşüncesiyle ülkeyi bir savaş ortamına sokarak, ikinci kez düşene ne derler bilemem.