Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Yabancı Karşıtlığının Ekonomi Politiği

Armağan Öztürk

Göçmenlik, çağın en büyük sorunu. Küreselleşme mal, hizmet ve para piyasalarında serbestleşmeye yol açtı. Ama emek, bu serbestleşmeden nasibini alamadı. Mal ve hizmetler ülkeler arasında serbestçe gidip gelirken aynı kolaylık insanlara tanınmadı. Hatta biraz da küresel ekonomik sisteminin krize girmesinin etkisiyle, insanların hareketliliği daha da kısıtlandı. Savaşlar ve yoksulluk, özellikle doğu ve güney yarım küre halklarını zengin kuzey ülkelerine doğru itiyor. Ancak zamanında küreselleşmenin kaymağını yiyen bu ülkeler, göçmenleri kabul etmek konusunda isteksizler. Dünyada en fazla mülteci, zengin bölgelerde değil; Türkiye başta olmak üzere kriz merkezlerine komşu devletlerde yaşıyor. Bu olgu, zaten bir eşitsizliğin ürünü olan mülteciliğin yaşanma biçiminin de sorunu yaratan eşitsizlikçi koşulların çok dışında gerçekleşmediğini göstermekte.

Türkiye, 4 milyonu aşan göçmen kitlesiyle mültecilik sorununu tüm yakıcılığıyla yaşıyor. Vatandaşların büyük kısmı, ülkeye yabancı kabulüne karşı çıkmakta. Özellikle Suriyelilere bakış, tedirgin edici bir kaygı düzeyini yansıtıyor. Suriye sınırına komşu kentler ile İstanbul’daki Arap nüfusu, demografik yapıyla ilgili endişeleri artırıyor. Kilis, Hatay gibi şehirlerde göçmenler vatandaş olsa, seçim sonuçlarını değiştirecek siyasi güce sahipler. Bu siyasi ve kültürel kaygıların altında ise aslında ekonomik meseleler yatmakta. Türkiye ekonomik krizden geçerken Suriyeli göçmenlere ciddi miktarda kaynak aktarıldığı, onların çocuklarının sınavsız üniversiteye girdiği, her bir Suriyelinin eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere kamu kurumlarından ayrıcalıklı bir şekilde yararlandığı iddiaları temel şikayet konusu. Vatandaş kısaca “benim vergilerimle neden Suriyelilere bakıyorsunuz” demekte.

Göçmen meselesinde en az konuşulan konu ise ülkedeki bu insanların gerçekte nasıl yaşadığı ve çalıştığı. Suriyelilerin ezici bir çoğunluğu emek piyasasının en alt kesiminde istihdam ediliyorlar. Sigortasız ve asgari ücretin altında çalışma çok yaygın. Türkiye kapitalizmin köle işçileri aslında Suriyeliler. Şehir efsaneleriyle ırkçı söylemi normalleştiren sıradan vatandaş ise şu soruyu sormuyor kendisine: Devlet Suriyeli göçmenlere bu kadar iyi bakıyorsa, bu ülkeye gelen mültecilerin durumu gerçekten de iyiyse, neden sanayide, merdiven altı işlerde, tarlada üç kuruşa çalışıyor bu insanlar? Sermaye çevreleri ucuz iş gücünden yararlanıyor. Siyasi iktidar ise halkın ekonomik krizden doğrudan doğruya kendisini değil de mültecileri ve dış güçleri suçlamasından memnun. Böylelikle hükümet, sorunun muhatabı olsa da nedeni olarak görünmüyor. Bu tartışmada en büyük hayal kırıklığı, muhalefetin hanesine yazılmalı. Çünkü sağın görmezden gelen ve dışlayan diline karşı sol kucaklayıcı alternatif bir söylem yaratamadı. Sol sendikalar, dernekler ve partiler, güçlü bir şekilde ülkedeki yabancılara sahip çıkmıyor. Oysa solun insan haklarına duyarlı enternasyonel bir zihniyetle olaylara bakması gerek. Yerel sorunları yereli aşan bir bakış açısıyla çözmek, solun boynunun borcu. Ama vaziyet öyle değil. Sonuç olarak, bu ülkede milyonlarca vatandaş olmayan insan var. Görmediğimiz, seslerini duymadığımız, eşit muhataplar olarak gerçekten konuşmadığımız.