Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Uzaylılar Dünya’yı İşgal Edebilir mi?

Gökhan Tok

Yıl 1938, ABD’de radyolardan genç bir adam müthiş bir haber anons ediyordu: “Marslılar Dünya’yı işgal etmeye başladı!”

Bu haber aslında H. G. Wells’in yazdığı “Dünyalar Savaşı” adlı kitabın radyoya uyarlanmış haliydi. Gerçek değildi, bir ses tiyatrosu olarak düşünülmüştü. Fakat dinleyiciler bunun bir oyun olduğu anonsunu işitmemişler ve saldırıyı gerçek sanmışlardı. İnanılmaz bir panik ve kargaşa yaşandı. Radyodaki oyunun heyecanı gerçek hayata geçmişti. Sonrasında bu konu çok tartışıldı. Herkes şu soruyu soruyordu: Evrende bizden başka akıllı canlılar var mı? Bir gün gelip dünyamızı işgal ederler mi?

Yabancıların gelip de insanlara yıkım getirmesi teması keşifler çağında yaşananlardan sonra insanın bilinçaltına yerleşmişti elbette. Batılı kaşifler keşif niyetiyle yola çıkmışlar sonrasında Afrika, Amerika, Avustralya gibi kıtaları işgal edip sömürgelere dönüştürmüşlerdi. Aynı şeyi uzaylıların yapmasından korkuyorlardı.

Peki böyle bir şey mümkün mü? Evrende bizden başka akıllı canlılar var mı? Uzayın o muazzam boşluğunu aşarak başka gezegenlere yolculuk yapmak gerçekleştirilebilir mi?

İnsanlar binyıllardır gece olduğunda yıldızlı göklere bakıyorlar ve orada yaşayan akıllı canlılar olup olmadığını soruyorlar. Bu konuda çeşitli hayaller kuruyorlar, bir gün yıldızlara gidebilmenin yollarını düşlüyorlar. 1960’lı yıllardan itibarense ABD’de bu konuda daha somut adımlar atıldı ve dünya dışı yaşamı aramak için SETI (Search for Extra-Terrestrial Intelligence - Dünya Dışı Akıllı Yaşam Arayışı) adlı proje başlatıldı. Dünya dışı muhtemel bir uygarlıktan gelmesi olası mesajların varlığının saptanması durumunda incelenmesi amacıyla başlatılan çalışmalar, 1971’de NASA tarafından resmi bir projeye dönüştürülmüştü. 

SETI Enstitüsü başkanlarından Frank Drake, West Virginia’daki Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi çalışmaları sırasında Dünya dışı yaşamı kabaca da olsa tahmin edebilmek adına bir denklem önermişti. 1961 yılında somutlaştırılan “Drake Denklemi” tek bir çözüme sahip olmamakla birlikte ortaya koyduğu değişkenlerin önemi nedeniyle bilim çevrelerince genel kabul gördü. “Drake Denklemi” şu şekilde formüle edilebilir:

Eşitliğin sol tarafında bulunan ve Samanyolu Galaksisinde bulunan uygarlıkların sayısını gösteren N ifadesi çok sayıda değişkene bağlı. Bunlardan R*, galaksimizdeki uygun yıldızların sayısını, fp, gezegen sistemi bulunan yıldızların oranını, ne, belirli bir yıldız sisteminde çevresel koşullar açısından yaşama elverişli gezegenlerin sayısını, fl, yaşama uygun gezegenlerde hayatın başlama oranını, fi, zeki canlılara ait yaşam biçimlerinin geliştiği gezegenleri, fc, iletişim kurabilecek teknik düzeydeki uygarlıkların geliştiği gezegenlerin oranını, fL de İletişim kurulabilecek bir gezegenin ömrü boyunca barındırdığı teknolojik uygarlığın zaman kesrini gösteriyor. Bu denklemin ilk değişkenleri, yani yıldızların ve gezegen sistemlerinin sayısı biliniyor. Diğerleriniyse tahmin etmek gerekiyor. Bu yöntemle Carl Sagan bizim galaksimizde en az 10 gezegenin bu şartlara uygun olduğunu ileri sürmüştü. Bu sayı Frank Drake için 10 bin ve Isaac Asimov için 580 bin. Siz de kendi çıkarımlarınızı kullanarak kendi tahminlerinizi yapabilirsiniz.

Elbette bu rakamlar yalnızca gözlem yapabildiğimiz evren için geçerli olacaktır. Çünkü geçilemez bir duvar gibi ışık hızı, içinde yaşadığımız evrenin sınırlarını da belirliyor. Edwin Hubble, 1920’li yıllarda evrenin genişlediğini keşfetmişti. Hubble’ın keşfine göre, galaksilerin bizden uzaklaşma hızları, uzaklıklarıyla doğru orantılı. Demek ki bir galaksi ne kadar uzaktaysa, o kadar büyük bir hızla bizden uzaklaşıyor. Son yıllarda evrenin gözlenebilir sınırlarında gözlenen galaksilerin, ışık hızına yaklaşan hızlarda uzaklaştığı saptandı. Buradan hareketle, daha uzaklarda gözlemlenecek cisimlerin ışık hızıyla hareket ettikleri söylenebilir. Bizim bu cisimlerle haberleşme aracımız gönderilen ışıktır. Evrenin uç sınırlarından gelen bilgiyi ışık taşıyor. Işık hızı ile uzaklaşan bir galaksi varsa, onun ışığı bize gelemeyecek demektir. Böylece daha ilerisini göremeyeceğimiz karanlık bir sınır oluşacak. Bunun ötesinde milyonlarca galaksi olsa da artık bizim için evren orada bitmiş demektir. Kuşkusuz bu teorinin doğruluğu matematik olarak mümkünse de fiziksel anlamda pek mümkün değil. Görelilik kuramının yasaları bunu yasaklıyor. Hiçbir şey ışıktan hızlı hareket edemiyor.

Uzayın devasa boşluğunu aşabilmek hayal etmesi bile zor bir durum. Yine de bilim önce hayal eder, düşünce deneyleri kurar ve çözümleri bundan sonra üretir. Öyleyse uzayda yolculuk için neye gereksinim duyulacağını düşünerek başlayalım hayal kurmaya. 

Öncelikle bizi yıldızlara taşıyacak bir uzay gemisine ihtiyacımız var. Dünya dışına açılacak gemilerin yakıt sorunlarını halletmeleri gerekiyor. Uzay gemilerinde günümüzde yaşanan en büyük sorunlardan biri yerçekiminden kurtulmak. Uzaya giden araçlarda gördüğümüz devasa yakıt tankları uzaya çıkabilmek için gerekli. Bir uzay gemimizin Dünya’nın çekim alanından kurtulabilmesi için saniyede 11,3 km hızla yol alması gerekiyor. Uzaya çıktıktan sonraysa, boşlukta sürtünme ya da çekim kuvveti gibi engellerle karşılaşmayacağı için gereksinim duyacağı ivmeyi çok küçük bir kuvvetle kazanabilir.

Varsayalım ki gemilerimizde yakıt, astronotların soluyacağı hava, yiyeceği yemek gibi sorunları çözmüş olalım. Bu durumda evreni araştırıp bulgularını insanlara aktaracak araştırma gemileri, Dünya’ya benzeyen gezegenler bulunduğunda burada yaşayacak insanları taşıyan yolcu gemileri, gereksinim duyulan malzemeleri taşıyacak kargo gemileri gibi alanında uzmanlaşmış, farklı kategorilerde ihtiyaçlara yanıt verecek gemilere, yani bir filoya gereksinim doğuyor.

Uzay gemilerinde karşımıza çıkacak sorunlardan biri de haberleşme. Uzay gemisi Dünya’dan uzaklaştıkça iletilen ve alınan mesajların arasındaki zaman gittikçe artacak, bir süre sonra Dünya ve gemi arasında sağlıklı bir diyalog yürütülemez olacaktır. Söz gelimi uzay gemimiz 1 ışık yılı uzağa gitmiş olsun. Ona yolladığımız mesaj ışık hızıyla gidebilse bile en erken 1 yıl sonra elinde olacak. Uzay gemisine “Merhaba, nasılsın?” diye sorduğumuzda “İyiyim, ya sen?” karşılığını almak için 2 ışık yılı beklemek gerekecek. Bir gün derin uzay uçuşları başlarsa haberleşme sorununa da bir çözüm bulmak gerekecek. 

Uzay gemilerinde uzun süreli görevlerde astronotların sağlığı için yapay kütle çekimi oluşturmak gerekiyor. Yerçekimsiz ortamda görev yapan astronotların çoğunluğunda Dünya’ya döndüklerinde kas ve kemik ağrıları görülüyor. Uzayda kas erimesi uzun süreli görevlerin en korkulan hastalığı. Bu nedenle astronotlar, görev boyunca sürekli kültür-fizik hareketleri ve spor yapıyorlar. Yıllarca sürecek bir uzay görevi astronotların sağlığına ciddi ölçüde zarar verebilir. Bunun bir başka nedeni de Dünya’da bizi Güneş’in ve başka yıldızların zararlı ışınlarından koruyan atmosferimizin bulunması. Uzay gemilerinde Dünya’daki gibi bir koruma düzeneği bulunmazsa, zararlı ışınlar sağlık sorunlarını da birlikte getirecek.

İşte biyolojik canlıların yaşayacağı birçok sorun yüzünden araştırmacılar bir gün yabancı bir uygarlıkla temasa geçersek bunun büyük olasılıkla yapay zekâ kullanan aygıtlar yardımıyla, diğer bir deyişle robotlar aracılığıyla mümkün olacağını söylüyorlar.

Hatta bilimkurgu öykülerinde robot uygarlıklarından söz ediliyor. Eğer evrenin bir yerlerinde bir makine uygarlığı varsa, onların uzaya açılırken karşılaşacağı sorunlar insanlarınkinden çok daha az olurdu orası muhakkak. Yemeğe, solumak için havaya, uyuyup dinlenmeye gerek duymayan, uzun yolculuklarda yaşlanıp ölmeyen robot astronotlar, uzayı çok daha kolay keşfedebilirdi. Aslında benzer bir taktiği insanlar da kullanıyor. Söz gelimi Mars’ı keşfetmek için gönderilen uzay araçları bilimkurgu filmlerindeki robotlar kadar becerikli olmasalar da çok büyük yararlar sağladılar.

Bütün bu bilgiler ışığında dönüp yeniden şu soruyu soralım: Uzaylılar Dünya’yı işgal eder mi? Her türlü olanağı ya da olanaksızlığı bir kenara koyalım. Böyle bir işgalin motivasyonu ne olurdu ki? Çok uzun mesafelerden zahmetle ve masrafla gelip Dünya’yı işgal etmenin maliyeti bu eylemi asla finanse etmiyor. Bizim Güneş'imiz genç bir yıldız. Güneş sisteminde bulunan ham maddeler evrenin her yerinde çok daha kolay ve çok daha fazla bulunabiliyor. 

Her şeye rağmen Stephen Hawking gibi bilimciler Dünya dışı yaşamla karşılaşmanın bizim için iyi olmayabileceğini düşünerek, saklı kalmamız gerektiğini söylüyorlardı. Kendimizi belli etmek adına uzaya mesajlar göndermememizi öğütlüyorlardı. Karşı cephede yer alan bilimciler içinse bu düşünce çok da büyük anlam ifade etmiyor. Ne de olsa radyo ve televizyon yayınları uzun süredir uzaya yayılıyor. Ayrıca Voyager 2 gibi uzaya gönderilmiş, dünyanın yerini, kimlerin yaşadığını anlatan sondalar da var. Ama bunların önemi yok çünkü uzayın engin boşluğu bizim için koruyucu olacaktır.

Peki siz ne dersiniz? Sizce de Dünya dışında yaşam var mı? Bir gün gelip uygarlığımızı yok edip bizi esir etmek isterler mi? Yoksa dostça bir ilk temas mı yaşarız? Varlığımızı saklamalı mıyız yoksa uzaya “Buradayız” diye mesajlar mı göndermeliyiz?