Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789

UNUTULMUŞ BİR "VETO" HİKÂYESİ

Bahadır Selim Dilek

16 Mayıs'ta, Gazete Durum yayın hayatına başladıktan birkaç gün sonra Erdoğan'ın ufukta görünmeye başlayan seçim için bir “başarı hikâyesine” ihtiyacı olduğunu, bu hikâyenin eleştiriden azade olması için de her hangi bir “dış siyaset” veya “güvenlik” dosyası içinden çıkması gerektiğine işaret etmiştik.

https://www.gazetedurum.com.tr/yazar/Bahadir-Selim-Dilek/basari-hikayesine-ihtiyaci-var-1820

Devamında, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle birlikte İsveç ve Finlandiya'nın tehdit algılarının değiştiğini, bu iki ülkenin olası bir Rus saldırısına karşı NATO şemsiyesi altına girmek istediğini belirtmiştik.

Bu, Türkiye'nin de onay vermesine bağlıydı.

Ancak, İsveç ve Finlandiya aynı zamanda, Türkiye'nin gözünde sabıkalıydı da... PKK, PYD ve YPG ile yakın ilişkileri vardı. Durum böyle olunca Erdoğan, iç siyasette kullanmak için gökte aradığı fırsatı yerde buldu. İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine “sıcak bakmıyoruz” diyerek çektiği “veto” kartıyla gittiği Madrid Zirvesi'nden istediğini aldı.

Kriz, üç ülkenin imzaladığı mutabakatla aşıldı.

Seçim sürecinde içeride satılacak, tepe tepe kullanılacak, bol bol köpürtülecek bir “başarı hikâyesi” çıkarıldı.

Tabii bu iki İskandinav ülkesinin ittifaka üyelik sürecinin tamamlanması için NATO içindeki ülkelerin parlamentolarının onay vermesi gerekiyor.

Bu da en iyi ihtimalle bir buçuk iki yıl demek.

Yani seçime kadar, bu mesele iç siyasette doludizgin kullanılacak!

Ancak, Erdoğan'ın algıyı olgunun önüne koyup yürüttüğü bu operasyonun Türk siyasi tarihinde ilk olmadığına vurgu yapalım.

Türkiye, bu hikâyenin üç aşağı beş yukarı bir benzerini Tansu Çiller'in Dışişleri Bakanlığı döneminde yaşamıştı!

Nasıl mı?

Gelin anlatalım!

1995 yılında Türkiye, Gümrük Birliği'ne girmişti.  

Çiller Başbakan, Murat Karayalçın da Dışişleri Bakanı'ydı.

Türkiye, çalkantılı bir dönemden geçiyordu.

Süleyman Demirel 1993 yılında Çankaya Köşkü'ne çıkmış, DYP'de Genel Başkanlık Koltuğuna neredeyse hiç siyaset deneyimi olmayan Çiller oturmuştu.

Deneyimi yoktu ama hırsı vardı.

Üstelik, Ankara'nın maskülen siyasi iklimi içinde güzelliğiyle ilgi odağı haline gelmişti.

Gazeteciliğe başladığım 1991 yılında, genel seçimin hemen öncesinde; o zaman Akay Caddesi'nde olan DYP Genel Merkezi'ne, partililer sırf Çiller'i görsün diye civar illerden otobüs kaldırıldığını biliyorum.

Çiller yüzüne sonradan kondurulmuş gibi duran sahte bir tebessümle, önünden “saygı geçişi” yapanları selamlardı.

Başbakan olduktan sonra siyasi becerileriyle değil daha çok kırdığı potlar ve yaptığı acemiliklerle gündemde olmayı sürdürdü.

1994 yılında patlak veren ekonomik kriz, etkileri 2001 krizine kadar gidecek sıkıntılı bir dönemin kapılarını açtı. Ekonomi profesörü olmasına rağmen, ülkenin bu krize girmesinde Çiller'in büyük sorumluluğu vardı.

7 Mayıs 1995'te, yani Gümrük Birliği Anlaşması'nın imzalanmasından bir ay sonra gazetecilere “Benim başka bir iddiam daha var. Ben 3-4 yıl içerisinde Türkiye’nin Gümrük Birliği değil, Avrupa’ya, Avrupa Birliği'ne tam üye olacağına inanıyorum. Benim imajımın Türkiye için yararlı olabileceğini düşünüyorum” demişti

Siyasi hırsını dikkate aldığımızda, bu sözlerin durduk yere söylenmediğini anlayacaktık.

Sonuçta, 1995 yılında yapılan seçimlerde partisi hezimete uğradı. DYP, yüzde 7.35 oy kaybederek üçüncü sıraya düştü. Başbakanlık koltuğunu bırakmak zorunda kaldı!

1996 yılında Necmettin Erbakan liderliğinde RP ve DYP koalisyonunun oluşturduğu 54. Hükûmette, Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenmeye razı oldu.

Ama hırsı hep ön plandaydı.

Bir şekilde Dışişleri Bakanlığı'nda yazacağı bir başarı hikâyesi üzerinden siyasi rant devşirmek ve en kısa zamanda Başbakanlık koltuğuna yeniden oturmak istiyordu.

Aklında, öyle ya da böyle Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmak vardı. Bunun siyaseten kendisinin önünü açacağı hesabını yapıyordu.

1997 yılı sonunda Avrupa Birliği liderleri Lüksemburg'da toplanacaktı.

Bunun hemen öncesinde yaz aylarında yine Madrid'de yapılacak zirvede NATO'nun genişlemesinin ele alınması öngörülüyordu.

İttifakın hedefi, Doğu Avrupa'ydı. Bu ülkelerin NATO'nun kapsama alanına girmesi, Sovyetler Birliği'nin yıkılması sonrasındaki yeni dünya düzeninde “kritik önemi haiz” olarak değerlendiriliyordu.

Çiller için bu iki zirve kaçırılmayacak bir fırsattı.

Önüne çıkan fırsatı değerlendirmeye karar verdi.

29 Ocak'ta Roma'da Avrupa Birliği'nin önde gelen beş ülkesinin dışişleri bakanlarıyla yaptığı toplantıda veto kartını çekti!

“Türkiye, AB'ye tam üyeliğe aday olarak kabul edilen ülkeler listesine dahil edilmediği takdirde, NATO'nun genişlemesini veto edecektir”

Bu yaklaşımla nasıl bir sonuç almayı hesap ettiğini bilemiyoruz ama o dönem kendisini pek ciddiye alan olmadı. Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin genişleme sürecinde yer alacağına ilişkin herhangi bir güvence vermediler.

Çünkü Çiller, Avrupa'daki inandırıcılığını yitirmişti.

Avrupalılar böyle bir blöfün karşılığı olmadığını biliyorlardı. Hatta, yakın ilişkileri dikkate alındığında, Çiller'in Amerika'ya rağmen hareket edemeyeceği, Batı'ya meydan okuyamayacağı hepsinin malumuydu.

Ancak, meselenin rengi, dönemin NATO Genel Sekreteri Solana'nın Ankara'ya gelmesiyle değişmeye başladı. Çünkü, Cumhurbaşkanı Demirel'den Başbakan Erbakan'a, Meclis'teki muhalefet partilerinden Dışişleri Komisyonu üyelerine kadar herkes Türkiye'nin Avrupa Birliği dışında tutulmak istenmesine tepkiliydi.

Bu doğal olarak Çiller'in yaptığı blöfün arkasının boş olmadığını, Türkiye'nin Avrupa Birliği konusundaki hassasiyetini gösteriyordu.

Ancak, Ankara'nın bu yaklaşımı sonuç vermedi.

Çünkü, başta Amerika olmak üzere ittifakın Avrupalı ortakları, NATO'nun genişlemesi konusunda kararlıydı. Avrupa Birliği meselesinin bundan bağımsız olduğunu düşünüyorlardı.

Solana, gazetecilere yaptığı açıklamada bunu açıkça ifade etmiş ve “NATO'da çözümü olmayan bir sorunun, NATO'ya getirilmesini anlamakta çok zorluk çekilir. NATO'nun genişlemesi, NATO'da çözümü olmayan sorunlarla değiş tokuş edilebilecek bir olay değildir” demişti.

Brüksel'de bunu açıkça Çiller'in yüzüne söylediler:

“NATO genişleyecek, Türkiyeli de olur Türkiyesiz de!”

Bu, Batılılar açısından stratejik bir meseleydi ve hepsi biliyordu ki Çiller “veto” kartını, içeride siyasi rant devşirmek için kullanmaya kalkmıştı.

Arka kapı diplomasisi devreye girdi ve Türkiye üzerinde baskılar arttı.

Sonuçta, Çiller kısa süre içinde hızla geri adım attı, vetoyu unuttu. Zaten daha sonra kimse de çıkıp “ne oldu şu veto meselesi” diye sormadı!

Türkiye o dönemde, siyasal İslam'ın karanlık sularına doğru yelken açmak üzereydi. İçeriye bakmaktan dışarıda olup bitene dikkat etmek pek mümkün değildi.

O yıl, NATO, Doğu Avrupa'ya genişleme kararı aldı, Türkiye buna onay vermek zorunda kaldı. Yılın sonundaki Lüksemburg Zirvesi'nden de sonuç çıkmadı. “Agenda 2000” belgesinde, Avrupa Birliği'nin genişlemesinde Türkiye'ye yer verilmedi.

Her şey iki yıl içinde değişti. 1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesi'nde Türkiye tam üye adayı olarak kabul edildi. Ancak geçen 23 yıl içinde bir arpa boyu yol alamadı.

Ezcümle, stratejik bir temele dayanmayan ve güncel koşulları rasyonel bir zeminde değerlendirmeyip içeriden siyasi rant devşirmek için ortaya atılan “veto” tehditleri hiç bir sonuca ulaşmadığı gibi ülkelerin itibarını da yerle yeksan ediyor, diyerek yazımıza noktayı koyalım.