Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Ankara’nın medya yüzü AKK Medya Çalışma Grubu
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
123456789

Sığınma ülkesinde zorla yerinden edilme…

Metin Çorabatır

Türkiye’deki mültecilerin bulundukları mahallelerde yerli nüfusa oranları yüzde 20’ye indiriliyor. Bu karar ülkelerini terk etmeye zorlanan mültecilerin sığındıkları ülkede yeniden zorunlu bir göçe tabi tutulacakları, ikinci bir sürgün yaşayacakları anlamına gelir. Hükümetin gönüllü geri dönüş planına da gölge düşürebilir. İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, yeni kararların ülke nüfusunun demografik yapısını korumayı amaçladığını açıkladı. Anlaşıldığı kadarıyla yeni uygulama geçici statüdeki Suriyelileri kapsayacak ve "Mekânsal Yoğunlaşma ile Mücadele" adı verilen bu plan ile başta yabancıların yoğun olduğu 16 ilde bazı mahalle veya ilçelerde gettolaşma önlenecek.

Türkiye'de 3,7 milyon geçici koruma altında olan Suriyeli bulunuyor. Bu sayı diğer ülkelerden gelen uluslararası koruma statüsündeki sığınmacılarla birlikte 4 milyonu buluyor.

İçişleri Bakanı Soylu, kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, "Mekânsal Yoğunlaşma ile Mücadele"de yabancıların, yerli nüfusa oranının yüzde 25'i geçmemesinin esas olduğunu duyurmuştu. En son yaptığı açıklamada ise, Sayın Soylu, yabancı sayısı toplam nüfusun yüzde 25'ini geçen 781 mahallenin yabancılar için ikamete kapatıldığını belirterek, "1 Temmuz'dan itibaren oranın yüzde 20 olarak uygulanması sağlanacak. Böylelikle 1200 mahalle ikamete kapatılacak" dedi.

Ankara’nın Altındağ ilçesinde geçen yıl ağustos ayında yaşanan olayların ardından gündeme gelen mekânsal yoğunlaşma ile mücadele planı pek çok Suriyeli ve Afgan mülteciyi mağdur ediyor. Planı hazırlayıp uygulamaya koyanların ve oranları giderek daha aşağı çekme gayreti gösterenlerin temel motivasyonu, hiç kuşkusuz, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin mülteci sorununu siyasallaştırma çabalarıdır. Suriye’deki koşullara rağmen mültecileri, ülkelerine geri gönderme vaatleri, bazı kesimlerde yoğun bir nefret söylemine dönüştü. Zafer Partisi, geri gönderme söylemini daha da ileriye taşıyarak tüm mültecileri suçlu göstermeye, bir istila gücü şeklinde takdim etmeye taşıdı. Avrupa’da on yıllardır aşırı sağcı partilerin oy almak amacıyla kullandıkları mülteci, göçmen, Müslüman ve yabancı düşmanlığı, Türkiye’de de siyasi rant aracı olarak yeni yeni keşfedildi. Hükümet, bir yandan mültecilerin hayatları tehdit altında bulunduğu sürece, ülkelerine geri gönderilmeyeceğini Cumhurbaşkanı düzeyinde ifade ederken, oy kaybı endişesiyle farklı yöntemlerle geri gönderme söylemini geliştiriyor. Bu konuda en önemli gelişme, Türk silahlı kuvvetlerinin fiili kontrolü altındaki Suriye topraklarında sivil tampon bölgeler oluşturarak bir milyon mülteciyi gönüllü bir biçimde geri gönderme planının açıklanmasıydı. Ancak bu daha uzun vadeli planın, muhalefetin “hemen” geri gönderme söyleminin seçim sandığındaki etkisini yeteri kadar kıramayacağı anlaşılmış olmalı ki, ülke içindeki mültecilerin görünürlüklerini azaltmanın yeni yollarına başvuruluyor.

Bu politikalarla ilgili açıklamalarda, toplumsal mühendislik yaklaşımlarının izleri açık olarak görülüyor. Resmi söylemlerde de tıpkı muhalefetin Suriye’ye geri gönderme söylemlerinde olduğu gibi mültecilerden, kolaylıkla bir yerden alıp diğerine konacak eşyalar gibi algılandığı net bir biçimde ortaya konuyor.

Oysa matematiksel hesaplar, bölme-çarpma işlemleriyle açıklanan oranların öznesinin insanlar olduğu gerçeği görülmemektedir. Bu insanlar, çok ciddi insan hakları ihlallerinden, özgürlüklerini ve hayatlarını tehlikeye sokan çatışmalardan dolayı ülkelerini, evlerini, her şeylerini terk etmek zorunda kalan mültecilerdir. Eğer bazı mahallelerde, ilçelerde nüfusları yüzde yirminin üzerine çıkmışsa bunun en önemli nedeni, karınlarını doyuracak bir somun ekmeğin, bebeklerine içine su katarak da olsa çoğaltarak verdikleri sütün parasını kazanma çabasıdır. Söz konusu mahalleler, özellikle büyük kentlerin KOBİ dediğimiz küçük ve orta ölçekli sanayi bölgelerine komşu olarak gelişen fakir alanlardır. Kayıt dışı çalıştırıldıkları işletmelere yürüme mesafesinde oldukları, ucuz ev kiralama imkanlarının bulunduğu fakirhanelerdir. Yeni kararlarla, bu insanlar buralardan sürülmektedirler. Ama kimse, nereye gideceklerini söylememektedir. Sadece evi terk etmeleri tebliğ edilmektedir. İşyerlerine yakın başka semtler de kayıtlara kapalıdır. Bir mülteci mahalle değiştirdiğinde yeni adresini Göç İdaresi Başkanlığına bildirip kayıt yenilemek zorundadır. İş yerlerine yakın mahalleler kayıtlara kapatıldığından, mülteciler işsizliğe zorlanmaktadırlar. Sanmıyoruz ki bu matematiksel, oranlama işleri yapılırken mültecilerin işverenleriyle görüşülüyor olsun. Daha önemlisi, nereye taşınmak istediği, taşınabilmek için parasının olup olmadığı, ne kadar sürede ev bulabileceği gibi konularda mültecilere danışılmamaktadır. Türkiye’nin 1951 Mülteci Sözleşmesi'ne uyguladığı coğrafi kısıtlama nedeniyle zaten statüye bağlı hakları bulunmayan bu insanlar, tıpkı “kadının adı yok” ifadesinde olduğu gibi, adsız, geleceksizdirler. Kısaca bu politikalar, bir sığınma ülkesinde zorla yerinden edinme olayına yol açmaktadır.

Bu politikaların uygulanması, aynı zamanda hem iktidarın, kurulacak tampon bölgelere dönüşün gönüllü olacağı tezine gölge düşürmektedir, hem de muhalefetin, eğer iktidara gelirse, Esad rejiminin kontrolündeki bölgelere geri gönderilmelerini kolaylaştıracaktır. Çünkü her iki durumda da mültecilerin yaşam koşullarını giderek ağırlaştırmak, olası geri dönüşlerin “gönüllü” olmasına imkân tanımamak demektir. Mülteciler “aç ve susuz kalmakla”, “terk ettikleri zalim yönetimlerin topraklarına dönme” tercihi arasında bırakılmamalıdır.