Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Seçim öncesi sansür ve otosansür düzenlemesi

Yusuf Kanlı

Demokrasilerde sivil toplum örgütleri kendi alanlarına giren konularda yeni yasa veya yönetmelik hazırlıkları olduğu dönemlerde iktidarıyla muhalefetiyle siyasilerle temasa geçip görüşlerini aktarmaya, gelişmelerin direk muhatabı olacaklar adına bilgilendirme çalışmalarına girerler. Batı dünyasında bu duruma “lobi çalışmaları” denilir.

Söz konusu ifade ve basın özgürlüğü olduğu durumda ise etkilenecek olan sadece medya sektörü değil, tüm toplum ve daha da önemlisi bilgili karar verme yetisi etkileneceğinden doğrudan Türkiye demokrasisi olacaktır. TBMM’de görüşmeleri başlayan ve gazetecilerin sansür yasası olarak tanımladığı yeni Basın Kanunu teklifine karşı 12 meslek örgütü adına Medya Dayanışma Grubu temsilcilerinin Meclis’te bir hafta boyunca yürüttüğü çalışmalar bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Parlamento Muhabirleri Derneği’nin girişimiyle, Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Ekonomi Muhabirleri Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği ve Türkiye Gazeteciler Sendikası başkan ve yöneticileri hafta boyunca tüm siyasi partileri ziyaret edip görüşlerini aktardılar, ayrıca Dijital Mecralar Komisyonunda 14 saat boyunca katılıp, gazetecilerin hak ve özgürlükleri, sorunları, yeni yasadan beklentileri ve eleştirileri dile getirdiler.

Meslek örgütü temsilcilerinin komisyon konuşmalarında özetle şu önerilerde bulundular:

• Dezenformasyon gerekçesiyle yasaya eklenen 29. maddenin geri çekilmesi, bu konunun tüm taraflarca yapılacak hazırlık çalışmalarıyla yeniden ele alınması, hapis cezasının kaldırılması, basın ve ifade özgürlüğü savunucuları ile gazetecilerin temsilcilerinin de görev alacağı bir çalışma döneminin ardından yeni bir düzenleme yapılması,

• Basın kartlarıyla ilgili düzenlemelerin yeniden yazılması, basın kartlarının verilmesine meslek örgütlerinin belirleyici olması, kart iptali yetkisinin Basın İlan Kurumundan alınması, komisyon oluşumunun yenilenmesi, serbest (freelance) gazetecilerin de basın kartı alabilmesi, haber sitesi vasfını yitiren internet sitesi çalışanlarının basın kartlarının iptal edilmemesi/kartın kişisel hak olduğunun belirtilmesi,

• İnternet haber sitelerindeki kopyala-yapıştır haberciliğinin sona ermesi ve kaliteli haberciliğin güçlendirilmesi amacıyla gazetecilerin üretimlerinin de fikir ve sanat eserleri için uygulanan yasal düzenlemeye alınması, internette haber üreten meslektaşlarımızın telif haklarının güvence altına alınması,

• Dijital ortamla ilgili düzenlemelerin, haberlere erişim engellerini ortadan kaldıracak biçimde yapılması, internette ifade özgürlüğü savunucusu meslek örgütlerinin sürece katılmasının sağlanması,

• Gazetecilerin özlük haklarıyla ilgili iyileştirici düzenlemelerin yasaya eklenmesi, yıpranma payı konusunda kayıpların giderilmesinin sağlanması, sendikal örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması…

Ayrıca gerek Komisyon başkanlığına gerekse de tüm siyasi parti grup temsilciliklerine 11 sayfalık detaylı değerlendirme ve taslakta yapılmasını arzu ettiğimiz görüşler sunuldu. Bu hafta Adalet Komisyonunda konu ele alınacak.

Tüm demokratik kamuoyunun, gazetecilerin, internet medyası çalışanlarının, ifade özgürlüğü savunucularının Adalet Komisyonu çalışmalarını yakından takip etmesi, meslek örgütleriyle sıkı temasta olması ve önerileriyle sürece katılması büyük önem taşımaktadır.

Çok uzun süredir birlikte tavır alamayan Türkiye medyası sivil toplum kuruluşlarının cemiyetleri, dernekleri ve sendikasıyla yekvücut olarak birlikte dayanışma içerisinde hem medya sektörünün hem de anayasal bir hak olan halkın bilgilendirilmesinin savunmasını yapmalarını görmek gerçekten kıvanç vericiydi. Buna devam edebilmeliyiz.

Sine-i millet

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Halkın Partisi (HP) Parti Meclisinin aldığı Sine-i millete dönme kararına bir tek parti lideri Kudret Özersay’ın uyması gündeme “Bir tek parti liderinin milletvekilliğinden istifa etmesiyle sine-i vatan kararı yerine gelir mi?” sorusunu taşıyıverdi.

HP’nin isyanı bir ilk. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aktif müdahale ve sonrasında dozu giderek artan bir şekilde Türkiye’nin hem iktidardaki Ulusal Birlik Partisi’ni hem de hükümeti şekillendirmeye çalışmasına karşı “Artık yeter” isyanı bir anlamda.

Sadece Özersay meclise istifasını sundu, diğer iki HP milletvekilleri, Ayşegül Baybars ve Jale Refik Rogers, üstelik de çeşitli aracılarla partiden atılacakları uyarılarına rağmen, istifa etmeyi kabul etmediler. Baybars ve Rogers Parti Meclisi’nin aldığı “Sine-i millete dönme” kararına uymanın seçmen iradesine karşı saygısızlık ve yasama görevini terk etmek anlamına geleceğini belirterek "Meclisi sahipsiz, halkımızı yalnız bırakmayacağız" diyerek  istifa etmeyeceklerini açıklamışlardı.

Meclis onaylasa ve yürürlüğe girse de, girmese de bir tek Özersay’ın istifası “sine-i millete dönme” olarak kabul edilebilir mi? Konuya siyaseti bırakma olarak algılayanlar açısından bakılırsa Özersay’ın istifası gereksiz, şövalyece ama nihayette bir siyasi intihardır. Ancak, sine-i millet siyaseti bırakmak değil, halka gitmek ve halkla beraber itiraz edilen konunun çözümü, için yoğun çalışmalar içerisine girmeyi hedeflemek demekse, bir bitişten değil, yeni bir başlangıçtan bahsediyor olabilir mi Özersay?

Özersay’ın istifası, dediğim gibi ister meclis kabul etsin ister etmesin, Hüseyin Özgürgün istifasıyla karşılaştırılmamalı. Özersay ne yolsuzluk ve hırsızlık suçlamasıyla karşı karşıya ne de ülkeyi terk edip KKTC yargısından kaçmayı amaçlamaktadır. Tam aksine talana, soyguna, yolsuzluğa, irade gaspına ve bu irade gaspına sessiz kalınmasına karşı tekil de olsa çok ciddiye alınması, saygı duyulması gereken bir çığlıktır.

“Çürük ve sürtük”

Devlet kurumlarının iktidarın arzusuna göre kararlar üretmesi elbette TÜİK, RTÜK ya da BİK ile sınırlı olması düşünülemez. Geriye doğru taramak mümkün değil ve elbette öyle bir tarama yapabilme imkanına sahip olmadan da Türk Dil Kurumu’nun olası tazminat davalarına set çekmek için Gezi döneminde protestolara katılanlara karşı kullanılan “Çürük ve sürtük” ifadesini araştıramaz. Öyle olunca da TDK’nın “Sürtük” kelimesinin eşanlamları arasından “fahişe” sözcüğünü çıkardı iddiası mide bulandırsa da ispatlanamaz.

Türk dilinin gelişimi açısından kuruluşundan itibaren tarihsel önemde görev yapan ve Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasının bir bölümünü ona bağışlayacak kadar önem verdiği Türk Dil Kurumu’nu zan altında bırakmak elbette ki kimse istemez. Öte yandan TDK’na göre “Sürtük” kelimesinin eş anlamlısı “Hayat kadını” ve “Hayat kadını” kelimesinin eş anlamlısı da “sürtük.” Sahi, “fahişe” ne demek?

Kesin olan ve belki de utanılması gereken bu ülkenin insanlarına yönelik siyaset dilinin pespaye bir seviyeye gerilemesi, her türlü küfür ve galiz ifadenin kimin ağzından döküldüğüne bağlı olarak adeta meşrulaştırılması, sıradanlaştırılması.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı rahmetli İsmet İnönü çok saldırıya uğrayan bir tarihi şahsiyet, asker ve siyasetçi idi. Okuduğumuz dönem anılarından ciddi bulmadığı iddia, sözlere, kendince argo sayarak kullanmaktan çekinmediği tek söz ““Hadi canım sende!” olduğunu öğrendik.

Rahmetli Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise saçma sapan iddialar, ithamlar ve söylemlerle karşılaştığında olur ya ağzından kötü bir söz çıkar ve duyarlar diye sağ eliyle, güya çaktırmadan, etrafındakilere “gidin” işareti yapardı. Rahmetli Başbakan Bülent Ecevit ise tam bir beyefendiydi. Kimseye karşı galiz ifade kullanmaz, asla kül tablası falan fırlatmaz, dövmeye yeltenmez, hatta inadına “Beyefendi” ya da “Hanımefendi” deyip müsaade isterdi.

Bu arada, kül tablası atma şampiyonası düzenleyen hanımefendi de güya maliye bakanına sufle veriyormuş son zamanlarda.

Halimiz ortada, en iyisi kılavuzluk yasasına bir el atmak ve kargalara kılavuzluğu tümden yasaklamak.