Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Meclis'e saygı ve Meclis'in sorumluluğu

Halil Özcan

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1 Ekim’de, 27. Dönem'in son yasama yılını açarak yoğun ekonomik ve siyasî gelişmelerin gölgesinde, olabildiğince gergin bir ortamda seçim sürecine girmiş oldu. Önümüzdeki seçimi öncekilerden ayıran en belirgin özelliklerden birisi, hiç şüphesiz seçimin sonucunun rejim ile doğrudan ilişkili olmasıdır. Yapılacak tercih, yasama ve yönetme erkini seçmenin ötesinde, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüp dönmemeyi de belirleyecektir. Bu noktada hatırlatmak isteriz ki Türk yurdunun işgale uğradığı en karanlık ve umutsuz dönemde, Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısıyla, Ankara’da toplanan Meclis, Millî Mücadele'yi zaferle sonuçlandıracak, millet egemenliğini cumhuriyete taşıyacak ve her türlü sorunu çatısı altında çözebilecek güçlü bir tecrübeye sahiptir.

Meclis'in saygınlığı, ülkenin sorunları karşısında sorumluluklarını yerine getirebilme gücüne bağlıdır. Nitekim, Meclis'in açılışından bir gün sonra Mustafa Kemal Paşa, Meclis'in sorumluluğunu sadece o tarihi dönemle sınırlı kalmayacak bir biçimde açıkladı: “Bu dakikadan itibaren teklif ediyorum, derhal memleket mukadderatına el koyunuz. Bundan kaçmağa gerek yoktur. Bu vazife o kadar mühim, içinde bulunduğumuz zaman o kadar tarihidir ki, bu koca mesuliyeti üç beş kişiye yüklemekle iktifa edilemez (yetinilemez). Bütün bu Meclis tüm manasıyla mesul olması lazım gelir. Millet bizi ancak bunun için gönderdi.” Mustafa Kemal Paşa, bu sözlerine uygun olarak Millî Mücadele'nin en kritik zamanlarında bile milletin kaderini Meclis'in belirlemesine önem verdi. Yüzüncü yılını kutladığımız zafer ile ateşkes arasındaki hassas dönemde, Başkomutan ile Meclis arasında yaşanan bir tarihi olay da Meclis'in gücünü ve Meclis'e olan saygıyı kanıtlar niteliktedir.

TBMM ordularının 26 Ağustos 1922’de başlattığı Büyük Taarruz, 30 Ağustos’ta Başkomutan Meydan Savaşı'nın kazanılması ve 9 Eylül’de ordunun İzmir’e girmesiyle çok önemli bir aşama kaydetti. 18 Eylül itibarıyla Anadolu’daki son işgalci Yunan askerinin ülkeyi terk etmesiyle Batı Cephesi'nde kesin zafer kazanıldı. Ancak Misakı Millî ile belirlenen hedefe ulaşabilmek için itilaf devletlerinin denetimi ve işgalinde bulunan Boğazlar ve İstanbul ile Yunanistan işgalinde bulunan Trakya’nın da kurtarılması gerekiyordu.

Başkomutan, zafer rehavetine kapılmadan Türk ordusunu, Çanakkale Boğazı önüne ve İstanbul istikametine (İzmit) yönelterek bu bölgelerde askerî yığınak yapmak suretiyle siyasî çözüm için “kontrollü askerî baskı politikası” (tabir Sinan Miser’e aittir) uyguladı. Türk kuvvetlerinin Çanakkale’ye yaklaşması karşısında kaygılanan İngiliz Hükûmeti, geceli gündüzlü toplantılar yapmaya başladı. İngilizlerin öncelikli hedefi, Fransa ve İtalya’yı kendi taraflarına çekerek bölgeye 60 bin kişilik bir kuvvetin gönderilmesiydi. Ancak Fransa ve İtalya’nın silahlı bir çözüme karşı çıkması üzerine İngilizler, sömürgeleriyle birlikte Yugoslavya ve Romanya’dan da asker talep etti.

Başkomutan'ın icra vekilleri heyetini İzmir’e daveti

Yeniden savaşın eşiğine gelinen bu kritik ortamda Başkomutan İzmir’de bulunuyordu. Ne yazık ki İzmir ile Ankara arasındaki telgraf haberleşmesi, İstanbul üzerinden yapılabildiği için iletişimde kesintiler yaşanıyor, koşullar ise Başkomutan'ın İzmir’de kalmasını zorunlu kılıyordu. Bu nedenle Başkomutan, izlenecek politika hakkında görüş alışverişinde bulunmak üzere Hükûmet'in İzmir’e gelmesinin yararlı olacağını telgrafla İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey’e bildirdi. Rauf Bey, bu durumu gizli celsede (18 Eylül 1922) Meclis gündemine getirdiğinde, bazı mebuslardan, “Meclis’i kapatalım o zaman” şeklinde itirazlar geldiği işitildi. Bazı vekiller ise Hükûmet'in Meclis'ten ayrılarak bu şekilde İzmir’e görevlendirilmesinin Anayasa’da bulunmadığını belirterek siyasî meselelerinin halli için Başkomutan'ın Ankara’ya gelmesi gerektiğini belirtti. Rauf Bey’in, Hükûmet'in İzmir’e gitme gerekçesini savunması, sonucu değiştirmeye yetmedi. Bu tartışmalardan sonra, Meclis, Hükûmet yerine Heyet-i Vekile Reisi ile Hariciye Vekili'nin İzmir’e gitmesini isteyen önergeyi oy çokluğu ile kabul etti.

23 Eylül’de bir grup milletvekili, İzmir’den hiçbir haber alınamaması üzerine gizli celse talep ederek siyasî müzakerelerin Ankara’da yapılması ve Başkomutan'ın Ankara’ya gelmesi ısrarını sürdürdü. Bunun üzerine Başkomutan, Heyet-i Vekile Reisi ve Hariciye Vekili'nin İzmir’e gönderilmesi konusunda Meclis'e teşekkür ettikten sonra, İzmir’deki siyasî temasların devam etmesi ve alınan askerî kararların ertelenemez olması nedeniyle Ankara’ya gelişlerinin bir süre daha ertelenmesinin zarurî olduğunu vurguladı. Bununla birlikte, Mudanya’da yapılacak görüşmelerin kesinlik kazanmasıyla birlikte Ankara’ya döneceklerini bildirdi.

Mudanya Konferansı'nın tarihi kesinleştikten sonra, 2 Ekim 1922’de Ankara’ya gelen Başkomutan, iki gün sonra Meclis'e gelerek kazanılan zaferin bir yıllık aşamalarını askerî ve siyasî gelişmelerle birlikte izah etmeden önce Meclis'i yücelten bir konuşmayı Meclis'in verdiği görevini başarmanın gururu ile yaptı: “Milletin mukadderatını doğrudan doğruya üstlenerek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclis’imizin civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim.”

Mudanya’da görüşmeler devam ederken Başkomutan, yürütülen müzakerelerin tüm boyutlarıyla Meclis'te görüşülerek tartışılmasını sağladı. Nihayet Meclis'in oluru ile Hükûmet imza yetkisini verdiğinde, Başkomutan da 10 Ekim’de İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta, mütarekeyi imzalamasını; “İmzanız Meclis’in dahi oluru alınmış kuvvetine sahip olacaktır” ifadesiyle bildirdi.

Yüz yıllık minnet duygusuyla

Mustafa Kemal Paşa, tarihin kaydettiği en önemli zaferlerinden birisini hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir biçimde kazanmıştı. Buna ilave olarak talebini Meclis'te görüştürmeden İcra Vekilleri Heyeti'ni İzmir’e davet edebilecek güce ve yetkiye sahipti. Ancak “Egemen olan millettir. Bu egemenlik kimseye devredilemez. Kimseyle bölüşülemez. Millet kendi kaderini kendi eline almıştır” sözüne bağlı kalan Başkomutan, Meclis'in kendi isteğini yerine getirmemesine saygı göstererek Meclis'i eleştirmek ya da devre dışı bırakmak yerine, onu yücelterek millet iradesine ve Meclis'in kurumsal varlığına saygısını gösterdi.

İnanıyoruz ki ülkeyi kurtarmış ve Cumhuriyeti kurmuş olan Meclis'imiz, Atatürk’ün ve birinci Meclis üyelerinin yüz yıl önce çok zor şartlarda Meclis'in kurumsal yapısına gösterdiği saygıyı ve özeni dikkate alarak, memleketin kaderiyle ilgili sorumluluklarını bir ya da birkaç kişiye devretmeyecektir. En zor dönemde millet iradesini kurumsallaştıran ve bu kurumda sorumluluklarına sahip çıkanlara yüz yıllık minnet duygusuyla.