Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

"KASTEN İMHA"

Bahadır Selim Dilek

Avrupa Parlamentosu, 2021 Türkiye Raporu'nu geçen salı günü Strazburg'daki genel oturumda oylayarak kabul etti.

Rapor, zehir zemberek ifadelerle dolu!

Türkiye'ye bakışın ne kadar tarafsız, nesnel ve adil olduğu elbette tartışılır ancak raporda yer alan bütün değerlendirmeleri, saptamaları, toptancı bir bakış açısıyla reddetmek çok anlamlı olmayacaktır.

Öncelikle raporun yayınlanmasının ardından Saray medyasının, rapordaki ağır eleştirileri görmezden gelip üstlenmiş olduğu misyon gereği, sadece Türkiye'nin verdiği "sert tepkiyi" ön plana çıkarmış olduğuna dikkat çekelim, devam edelim.

İlk bakışta bir çok gazetenin raporu, Anadolu Ajansı'nın geçtiği şekliyle sayfalarına taşımış olması dikkat çekiyor.

Buna muhalif mahallenin gazetelerini de dahil edelim, ki hiçbiri raporda öne çıkarılan noktalar üzerinde kısa bir analiz yapmaya bile ihtiyaç duymamış.

Anadolu Ajansı'nın editoryal sisteminin seçici geçirgen yapısıyla, raporun hangi başlıklarını öne çıkarıp hangi başlıklarını gözden kaçırma çabası içinde olduğuna ayrıca vurgulamaya gerek yok tabii ki!

Gelin, yakın gözlüğümüzü takıp raporun dikkat çeken başlıklarına şöyle bir bakalım.

“Türkiye'de demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlüklere saygı alanlarında elle tutulur ilerleme kaydedilmemiştir” cümlesi ayrıca bir analize muhtaç değil.

Raportör Nacho Sánchez Amor gereken reformlar konusunda Türkiye'de siyasi iradenin bulunmadığı ifade etmiş.

Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi algoritmasının tamamen seçim kazanma üzerine kurulu olduğunu, siyasi pragmatizminin Makyavel'e bile rahmet okuttuğunu düşünmeden yapılan bu saptama, biraz havada kalmış izlenimi uyandırıyor.

Yani, yarın rüzgar farklı yönden eserse, örneğin Erdoğan, iktidarda kalmasının yolunun Avrupa'dan geçtiğine kanaat getirip “AB üyeliği için seferber oluyoruz” derse, birkaç tane göstermelik reform yaparsa, Raportör Sánchez için bu, irade göstergesi mi olacak?

Raporda Türkiye'deki mevcut ekonomik durum ise “kaygı verici” olarak tanımlanıyor.

Türk halkı, iktidarın bilinçli politikalarıyla her gün daha fazla derin yoksulluk içine itilirken, toplumun önemli bir bölümü adeta açlık sınırında yaşamaya mahkum edilirken, Raportörün, ekonomik durum için yaptığı bu saptama sanki biraz basit kalıyor.

Raporda, Türkiye'de hukuksal güvenliğin olmamasının yabancı yatırımları ciddi biçimde tehlikeye sokabileceği ifade ediliyor.

Bu saptama, seçim sath-ı mailinde Erdoğan'ın izleyeceği yol haritası açısından önemli!

Çünkü, iktidar İslamcı, milliyetçi söylemle kendi tabanını tahkim etme ya da dışarıya olumlu, ılımlı mesajlar verip, sıcak parayı Türkiye'ye çekme ikilemi içinde.

İslamcı, milliyetçi söylem üzerinden hızla tahkim etmemesi durumunda muhafazakar mahallede çözülmeler hızlanabilir. Bu da, Erdoğan'ın iktidarı kaybetmesi demek!

İktidar, bunu göze alabilir mi?

Ya da Avrupa'nın gönlünü alacak birkaç küçük reformla, sıcak parayı Türkiye'ye çekmeye çalışabilir.

Böylece ekonominin tamamen çökmesinin önüne geçerek, kısa süreliğine ortaya çıkacak suni bir refah üzerinden yürütülecek propaganda ile seçime gidebilir mi?

Avrupa Parlamentosu rapordaki bu ifadeyi, yukarıdaki soruların yanıtları ve buradan çıkacak arka plan ile birlikte okumak gerekiyor.

Avrupalılar aslında diyor ki, gerekli hukuksal reformları yapmazsan, bizden ne sıcak para ne de yatırım bekle...

İktidar mesajı almış mıdır, bunu şimdilik bilmiyoruz, bunu anlamak için önümüzdeki dönem atacakları adımları dikkatle takip etmek gerekecek!

Tabii ki, öne çıkan bir diğer başlık, Osman Kavala davası.

Raporda iktidar, Osman Kavala davasında AİHM kararına açıkça meydan okuyarak, AB üyelik sürecini yeniden başlatma emellerini kasten imha etmekle suçlanıyor.

Bu değerlendirmede, özellikle “kasten imha” saptamasına dikkat çekelim.

Yani, oradan bakıldığında, iktidar bilerek ve isteyerek Avrupa'dan, Türkiye'nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi değerlerinden hızla uzaklaşıyor.

Bunun için bir zamanlar Türkiye'de siyasal İslam'ı “demokrasi” diye Batılı başkentlerde pazarlamış olan sembol bir ismi kullanıyor.

Türkiye'de bugün yaşamakta olduğumuz cehenneme giden yolun taşlarını bizzat döşeyenlerin başında gelmiş olmasının, Osman Kavala'nın uğradığı haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı duruşumuzu değiştirmeyeceğine vurgu yapalım ve devam edelim.

Raporda, Türkiye ve Avrupa Birliği'nin, üyelik sürecine paralel olarak, üst düzey diyalog ve modernleştirilmiş bir anlaşma vasıtasıyla, “demokrasi, hukuk devleti ve temel hak ve özgürlüklere saygı koşullu, yeni, dengeli ve mütekabiliyet ilkesine dayalı ortaklık” arayışına girmeleri isteniyor.

O zaman, hemen soralım...

Yeni ortaklık için öngörülen koşullar zaten, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde karşılaması gereken siyasi kriterler değil mi?

Türkiye bu koşulları karşıladığı zaman, zaten Avrupa Birliği üyeliğinde mesafe kat etmeyecek mi?

O zaman, neden üyeliğe paralel yeni bir ortaklık anlayışına gereksinim duyuluyor?

Rapordan anlaşılan, birileri ağzındaki baklayı çıkaracak gibi yapmış ama çıkaramamış.

Bu soruların yanıtları şimdilik, raporu yazanın kafasında ya da Brüksel'in derin bürokrasisinin dosyaları arasında gibi görünüyor.

Gelelim Kıbrıs meselesine...

Raporda Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile “tam dayanışma” mesajı verilirken, Ankara'ya da “Kıbrıs'ta iki devletli çözüm önerisinden vazgeç” deniliyor!

Belli ki Avrupa Parlamentosu, Türkiye'ye ilişkin önemli bir bölümü itiraza konu olmayacak kadar geçerli eleştirilerin arasına Kıbrıs meselesini sıkıştırıp buradan haklılık payı devşirmek istemiş. Kıbrıs'a ve Yunanistan'ın gönlünün hoş edilmesi amaçlanmış ki, Türkiye karşıtı cephe siyaseten daha iyi tahkim edilmiş olsun!

Bu yaklaşımların bugüne kadar sonuç vermediğinin ve bundan sonra sonuç vermesinin de çok mümkün olmadığının altını çizelim ve son olarak raporda Ankara'nın, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ve Diyanet aracılığıyla Avrupa Birliği içindeki Türk diasporasını kontrol etmek istediği saptaması yapmış olduğuna dikkat çekelim.

İktidarın bu yaklaşımının başta Almanya olmak üzere Fransa, Belçika, Hollanda ve Avusturya'da çok ciddi rahatsız yarattığı ortada. Bunun, sadece Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini değil, bu ülkelerde yaşayan Türkleri de ciddi sıkıntıya sokma potansiyeli olduğuna vurgu yaparak yazımıza noktayı koyalım.