Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Enflasyon ve hayat pahalılığı

Yaşar Uysal

Türkiye ekonomisinin en önemli sorunlarının başında enflasyonun geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Enflasyonu, “fiyatlar genel düzeyinde sürekli ve yüksek oranlı artışlar” olarak tanımlamak mümkündür. Fiyat artışı yanında/yerine böylesi bir kavramın kullanılmasının gerisinde; enflasyonun birden fazla mal ve hizmetin fiyatından üretilmesi ve fiyat artışlarının süreklilik kazanması yatmaktadır. Bir başka deyişle enflasyon denildiğinde, içeriğinde birden fazla ürünün bulunduğu fiyat endeksinden ve de bundaki sürekli hale gelmiş artıştan bahsedildiği anlaşılmalıdır. Nitekim tüketicilerin karşılaştığı enflasyonu ölçmek için oluşturulan Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE) 409 mal ve hizmetin fiyatından oluşturulmaktadır. Aynı mal veya hizmeti üreten birden fazla firmaların/markaların bulunabilmesi nedeniyle de endeks 904 maddeyi kapsamaktadır. Bu endeks; kapsanan ürünlerin, harcamalar içindeki payına göre ağırlıklandırılmış, ortalama fiyatını, endeksteki değişim ise tüketici enflasyonunu vermektedir.

Enflasyon kavramın kökenine inildiğinde “üflemek, şişme-şişirme” kavramlarından türetildiği görülmektedir. Burada üflenen veya şişen şey para miktarıdır. Dolayısıyla enflasyonu kabaca; para miktarının mal-hizmet miktarından daha fazla artması yani mal-hizmet başına düşen ortalama para miktarının artması olarak da tanımlamak mümkündür.


Türkiye’de enflasyonun hangi türleri vardır?

Enflasyonun, farklı referanslara göre, farklı türlerinden bahsedilebilmektedir. Bunlar içinde en yaygın kullanıma sahip olanı ise kaynağına göre enflasyon türleridir. Aşağıdaki tablodan görülebileceği gibi, kaynağına göre enflasyonun; talep, maliyet, beklentisel ve ithal edilen olmak üzere dört türünden bahsetmek mümkündür. Talep, maliyet ve beklentisel enflasyon bu tabloda basitçe tanımlanmıştır.

Türkiye’de talep enflasyonu, yavaşlamaya başlamış olsa da varlığını belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Bunun gerisinde ise her yıl yaklaşık olarak bir milyon kişi artan nüfusun getirdiği ilave talep, 10 milyona yaklaştığı söylenen sığınmacıların yarattığı talep ve yabancı turist sayısındaki artışın getirdiği ilave talebin olduğu söylenebilir. Kuşkusuz bu göstergelerdeki artışın enflasyonu körüklemesi için para arzının da artması yani şişirilmesi gerekmektedir. 2022 yılı Eylül ayı sonu itibarıyla son bir yılda para arzının (M1) yüzde 95,6 oranında artması, bu şişirilmenin gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.

Mal ve hizmet üretiminin temel girdileri olan petrol, doğal gaz ve elektrik fiyatları ile iş gücü ücretlerinde gerçekleşen artışlar ise maliyet enflasyonunun ortaya çıkması için gerekli zemini fazlasıyla sağlamıştır.

İşletmelerin ham madde ve yarı mamul, vatandaşların ise yarı dayanıklı/dayanıklı mal ve hizmet fiyatlarının artacağına ilişkin beklentilerinin güçlenmesi nedeniyle taleplerini öne çekmesi de beklentisel enflasyonun devreye girmesine neden olmuştur.


Yoksa enflasyonu da mı ithal ediyoruz?

İthal edilen enflasyon ise teknik boyutu biraz daha karmaşık olan bir türdür. Nitekim bu enflasyon, dışarıdan ithal edilen malların fiyatlarındaki artış ile ilgilidir ve üç farklı şekilde ortaya çıkabilmektedir. Bunlar; ithal malların döviz cinsinden fiyatının artması (küresel enflasyon), bu fiyat artmazken ülkede kurların artması (kur krizi) ve son olarak hem malın döviz cinsinden fiyatının artması hem de ülkede kurların eşanlı olarak artması durumlarıdır. Tabloda her bir duruma ilişkin olarak tek bir mal üzerinden (dolayısıyla fiyat artışı) birer örnek verilmiştir.

İthal edilen enflasyonun ilk türünde; başlangıçta fiyatının 10 dolar olduğu kabul edilen ithal malın fiyatı 11 dolara yükselmiştir. Bunun sonucunda TL bazında başlangıçta 90 TL’ye karşılık gelen ithal malın TL fiyatının 99 TL’ye yükselmesi (yüzde 10 artış) söz konusudur. Yani bu durumda enflasyon tamamen dış kaynaklıdır. 2022 yılı itibarıyla gelişmiş ülkeler dahil neredeyse tüm ülkelerde enflasyonun yükselmesinin Türkiye’deki enflasyonu da beslediği söylenebilir.

İkinci durumda; ithal malın dolar bazlı fiyatında herhangi bir artış yokken, ülkede dolar kuru arttığı ve 9 TL’den 18 TL’ye yükseldiği için enflasyon ithal edilmiş gibi olmaktadır. Nitekim bu malın ülkeye giriş fiyatının 90 TL’den 180 TL’ye yükselmesi (yüzde 100 artması) söz konusudur. Böylesi bir gelişme para/faiz ve maliye politikası uygulamaları, dış dengedeki gelişmeler ve ekonomi yönetime olan güvensizlikten kaynaklanabilir. 2021 yılı Eylül ayından sonra Türkiye’de bu durum, yani yüzde 100’ü aşan kur artışları da yaşanmıştır.

Son durumda ise hem ithal malın dolar bazlı fiyatı hem de ülkede dolar kuru artmakta ve başlangıçta 90 TL olan malın ülkeye giriş fiyatı 198 TL’ye (yüzde 110 artış) yükselmektedir. Türkiye’de son bir yılda enflasyonda görülen çok hızlı artışın gerisinde hem küresel düzeyde artan enflasyonun (fiyat artışlarının) hem de kurlarda yüzde 100’ü geçen artışların etkisi bulunmaktadır.




Türkiye enflasyonla mücadelede neden başarısızdır?

Kısaca ifade etmek gerekirse, günümüz Türkiye’sinde enflasyon, olası tüm kaynaklardan beslenmekte, bunların hepsi de ayrıca birbirini beslemektedir. Bir başka ifadeyle Türkiye “kusursuz enflasyon fırtınası” ile karşı karşıyadır.

Diğer taraftan bu farklı enflasyon türleriyle mücadele için kullanılabilecek araçların, yöntemin ve zamanlamanın farklı olması gerekmektedir. Ayrıca bir enflasyon türünü aşağıda çekmeye yönelik önlemlerin diğer enflasyon türünü beslemesi söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de enflasyonun içinden çıkılmaz bir hale geldiği, seçim iklimine girilmesine bağlı olarak da ekonomi yönetiminin kısa vadede enflasyonla mücadelede sonuç almasının mümkün olamayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, mevcut koşullarda, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadelede etmekten vazgeçtiğini, baz etkisinin işlemesini beklemekten başka yapabileceği bir şeyi olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Diğer taraftan, Türkiye’de yaklaşık 45 yıldır yüksek oranlı enflasyon yaşanmaktadır. Bunun anlamı, yaşı 44 ve altında olan insanlarımızın enflasyonsuz bir dönem görmemiş olmalarıdır. 2021 yılı itibarıyla nüfusun yüzde 69’unun 45 yaşın altında olduğu dikkate alınırsa, karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır. Bu tablonun söylediği şey ise halkın çok büyük bir kısmının enflasyon ortamında büyüdüğü ve ekonomik davranış yapısının enflasyonla uyumlu olarak şekillendiğidir. Kanımızca, Türkiye’de enflasyonla mücadeleyi zorlaştıran en önemli sosyo-kültürel gerekçe budur.

Yine Türkiye, başta enerji ve yatırım malları olmak üzere dış girdi bağımlısı bir ülkedir. Bu durum Türkiye’yi dünya piyasalarında ortaya çıkan fiyat dalgalanmalarına karşı çok hassas hale getirmektedir. Nitekim, dünya petrol ve doğal gaz fiyatlarında ortaya çıkan artışlar, ülkeye hızla bir maliyet enflasyonu unsuru olarak yansımaktadır. OPEC’in petrol arzını, Rusya’nın ise Avrupa’ya doğal gaz akışını kısacağını açıklaması, enflasyonun gerilemesine ilişkin beklentileri olumsuz etkilemektedir.

Dış girdi bağımlılığımızın yüksek olması, dünya piyasalarındaki fiyat gelişmeleri yanında kurlarda yaşanan gelişmelerin de enflasyon üzerinde önemli etkisi olmasına zemin hazırlamaktadır. Nitekim, 2000 yılında uygulamaya konulan ekonomik program ile kur artışları kontrol altına alınmış ve böylece enflasyonda önemli sayılabilecek bir gerileme yaşanmıştır. Ancak, 2001 yılında yaşanan büyük oranlı kur artışı sonucunda enflasyon da hızla yükselmiştir. 2003 yılından itibaren kur artışlarının yavaşlamaya başlamasıyla enflasyonun da gerileme trendine girmesi, 2018 ve 2021-22 yıllarında kurlardaki yüksek oranlı artış sonucu enflasyonun rekorlar kırması, ülkemizde enflasyon ile kurlar arasında önemli bir bağlantı olduğunu ortaya koymaktadır. 1983-2022 Eylül ayları itibarıyla yıllık dolar kuru artışıyla; yıllık Yi-ÜFE (0,86) ve yıllık TÜFE enflasyonu (0,81) arasındaki yüksek korelasyon katsayısı da bunu teyit etmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, Türkiye’de kur artışlarını kontrol etmeden enflasyonu kontrol etmek mümkün değildir. Kur artışlarını kontrol etmek için ise bir taraftan ülkedeki enflasyonu ticaret-ithalat yapılan ülkelerdeki enflasyon düzeyine düşürebilmek, diğer taraftan da cari açığı yani döviz açığını makul düzeylere çekmek gerekmektedir. Bunların ise gerek ekonomi yönetiminin tercihleri (düşük faiz) gerek seçim ortamına girilmesi gerekse de küresel koşullar (enflasyon, yükselen faiz, dış kaynak imkanlarının sınırlanması) kısa sürede başarılması olası değildir. Yani, Türkiye bir süre daha dalgalanan ancak artma eğilimi yüksek kurlar ve yüksek enflasyonla yaşayacak gibi görünmektedir.




Peki bu durumda vatandaşın durumu ne olacak?

Türkiye’de mevcut ve 2-3 yıl daha yüksek seyretmesi olası enflasyonist süreçte vatandaşların karşılaşabileceği durumları değerlendirmek için öncelikle enflasyon ve hayat pahalılığı arasındaki ilişkiyi açıklamak uygun olacaktır. Aşağıdaki tablo bu amaçla hazırlanmıştır. Buradan görülebileceği gibi, enflasyon ve hayat pahalılığı aynı anlama gelmeyebilecektir. Nitekim bir vatandaşın geliri enflasyon oranında artıyorsa, onun için hayat koşullarında ucuzlama ya da pahalılanma olmayacaktır.

Ancak, enflasyonun varlığına rağmen geliri enflasyon oranından daha az artıyorsa (reel gelir azalışı), vatandaş için hayat pahalanacaktır. Yani enflasyonun gerisinde artan geliriyle vatandaşlar, daha az mal ve hizmet alabilir hale gelmiş, dolayısıyla da fakirleşmiş olacaktır. Son bir yılda karşılaşılan durum budur. Hatta bu durumun, bu hızda olan bir örneğinin, son 30 yılda olmadığını söylemek mümkündür.



Diğer taraftan, enflasyonun varlığına rağmen geliri enflasyon oranından daha fazla artıyorsa (reel gelir artışı), vatandaş için hayat ucuzlayacaktır. Yani enflasyonun üzerinde artan geliriyle daha fazla mal ve hizmet alabilir hale gelmiş, dolayısıyla da vatandaş zenginleşmiş olacaktır.

Görüldüğü gibi enflasyon ve hayat pahalılığı birbiriyle ilişkili olmakla birlikte aynı şey değildir.

Ayrıca, dar ve sabit gelirli vatandaşlar/örgütleri ücret/gelir artış beklentilerini/taleplerini enflasyon artışı yanında ekonomideki pastanın büyümesinden pay alacak şekilde oluşturmalıdır. Bir başka deyişle, örneğin işçi ve memurların zam pazarlığı yaparken "enflasyon oranı + ekonominin büyüme oranı" formülünü kullanmaları gerekmektedir.

Ne yazık ki önümüzdeki 2-3 yılda enflasyon, toplumun geniş bir bölümünü oluşturan dar ve sabit gelirli vatandaşları fakirleştirmeye devam edecektir. Çünkü, bu vatandaşların yaşam maliyetlerindeki artışı işverenine yansıtarak her hafta/ay ücret artışı istemesi ve alması olası değildir. Ayrıca vatandaşların bireysel olarak enflasyonun düşmesine katkıları da sınırlı kalacaktır. Dolayısıyla yapılacak şey, seçim iklimini de değerlendirerek, olabildiğince yüksek ücret artışı talep etmek olacaktır. Bu, yeterince etkin örgütlenmedikçe, onların uzun vadede kaybetmelerini engelleyemese de seçime kadar nefes almalarını sağlayacaktır.

Son söz: Özgürlük, demokrasi ve hukuk devletinin etkin olarak varlığı için tüm toplum kesimlerinin örgütlenme bilincine ve işlevsel örgütlere sahip olması gerekir. Aksi halde düzen/sistem örgütlenmeyi başaran kesimlere hizmet ederken, örgütlenemeyenlere fakirlik/adaletsizlik bahşedecektir. Dolayısıyla tercih senin; “Ya örgütleneceksin ya da kaybedeceksin…”