Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

BORÇLUYUM, BORÇLUSUN, BORÇLUYUZ…

Yaşar Uysal

Türkiye ekonomisinde çok sayıda sorun olduğu görülmektedir. İstikrarsız büyüme, yüksek oranda işsizlik, yüksek enflasyon, dış ticaret açıkları, bozuk gelir dağılımı ilk akla gelen sorunlardır. Bunların yanında sektörel ve bölgesel dengesizlikler, teknoloji üretiminde gerilik, piyasa yapılarının yeterince rekabetçi olmaması gibi sorunlar da varlığını belirgin bir şekilde hissettirmektedir. Yine çalışma ve başarı rekabeti yerine ilişki ilkesinin geçerli olması, yani liyakatten uzaklaşma, kurnazlık, fırsatçılık ve rant kollamanın üretkenlikten daha işlevsel olması, ahlaki standartların gerilemesi gibi sorunlarımız da var. Velhasıl ekonomimiz ve toplumumuzda çözülmesi gereken oldukça çok sayıda ve çok boyutta sorunlar bulunmaktadır. Seçime kadar bu sorunların çözümünde bir mesafe alınmasını beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Ancak, hiç olmazsa seçimler sonrasında oluşacak eski/yeni yönetimin bu sorunlara yönelik sistematik çözüm önerilerine ve yetkin bir ekibe sahip olacağını ummak istiyoruz.

Diğer taraftan, bu satırların yazarı Türkiye’de ekonomik alandaki sorunların önemli bir kaynağının, bir başka deyişle kök nedenlerinden birinin “üretim ve tüketim deseni uyumsuzluğu” olduğunu düşünmektedir. Nitekim, Türkiye’nin 1947’den bugüne dış ticaret açığı vermesinin ve bu açığın her geçen gün artmasının gerisinde de bu sorunun olduğu söylenebilir. Türkiye’nin daha çok geleneksel tarım ve sanayi ürünleri üretirken, halkın daha çok bilgi çağı ürünlerini satın almak istediği görülmektedir. Ülke içinde üretilenlerin daha çok ithal girdilerle üretilen düşük katma değerli ürünler, buna karşılık ithal edilenlerin daha ileri teknoloji gerektiren yüksek katma değerli ürünler olduğu açıktır. 2022 yılı ilk 10 aylık bölümünde yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayi ürünleri ihracatında yüzde 2,9, ithalatında yüzde 9,7’lik paya sahip olması da bu savı desteklemektedir.

Böylesi bir talep yapısı dış ticaret açığının kapatılmasını engellemekte, sürekli dış ticaret açığı veriliyor olması da dış borçları artırmaktadır. Bir başka deyişle üretim ve tüketim deseni uyumsuzluğu dış borçlardaki artışın da en önemli nedeni olmaktadır.

Diğer taraftan bu dış ticaret yapısının bireysel düzeyden beslenen bir boyutu da bulunmaktadır. Nitekim, insanların daha çok kar marjları düşmüş geleneksel ürünlerin üretiminde çalışıyor olması gelirlerinin de düşük kalmasına neden olmaktadır. Kar marjları yüzde 3-5 düzeylerine kadar düşen ürünlerin ihracatı yoluyla ne çalışanların gelirlerinin artırılması ne de firmaların sermaye yapılarının güçlendirilmesi olası değildir. Dolayısıyla bu tür sektörlerde çalışan vatandaşların da firmaların da çarklarını kredilerle döndürmekten başka çaresi kalmamaktadır.

Üretim ve ihracatta durum böyle iken her türlü medya aracılığıyla pompalanan tüketim, halkın geliriyle tüketim beklentisi arasında da uçurum oluşturmaktadır. Halk da bu uçurumu kapatabilmek için limitleri zorlayacak şekilde kredi ve borçlanmaya yönelmektedir. Toplumda insanların üretime katkılarıyla, erdemleriyle değil de tüketim standartlarıyla öne çıkarılıyor olması da bu süreci körüklemekte, adeta bir “ahlaki açık” yaratmaktadır. “Nasıl kazandığının değil, nasıl olursa olsun zengin olmanın” kabullenilir hale gelmesi ya da “çalıyor ama çalışıyor” anlayışının normalleştirilmesi de bu açığın tezahürleri olsa gerek.

Kısaca ifade etmek gerekirse, bir taraftan ulusal üretim ve tüketim deseni uyumsuzluğu dış ticaret açığını, bu da dış borçlanmayı, halkın gelir düzeyi ile tüketim beklentisi arasındaki uçurum da kredi talebini artırmaktadır. Ahlaki dejenerasyon da yan etki olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Bu değerlenmelerin istatistiki boyutunu ortaya koyabilmek amacıyla hazırladığımız ilk tabloda makro yani ülke bütününe ilişkin veriler yer almaktadır. Buradan görülebileceği gibi, 2005 yılında merkezi yönetim ve TCMB’nin toplam dış borcu 86 milyar dolar iken 2021 yılı sonunda 119,9 milyar dolar artarak 205,9 milyar dolara ulaşmıştır. Bu dönemde özel sektörde dış borç artışı ise 146,8 milyar dolar olmuştur. Bunun sonucunda özel sektör dış borç stoku 89,8 milyar dolardan 236,6 milyar dolara yükselmiştir. Bu borcun 2017 yılında 312 milyar dolara kadar yükseldiği ve bu tarihten sonra azaldığı görülmektedir. Bu verilere göre Türkiye, 2005 sonrasında, yurt dışından toplamda ilave 266 milyar dolar tutarında borç kullanmıştır. 

Ülke içindeki borçlanma verileri incelediğinde ise, kamunun 2005 yılında 244 milyar TL olan iç borç stokunun 2021 yılı sonunda bir trilyon 76 milyar TL artarak 1,3 trilyon TL’ye yükseldiği görülmektedir. Devletin 2005-2021 döneminde yaklaşık 60 milyar dolarlık özelleştirme yaptığı, ekonominin ve ithalatın büyümesine bağlı olarak vergi gelirlerini önemli oranda arttırdığı bir dönemde hem iç hem de dış borçlarını bu düzeyde artırması düşündürücüdür. Yine kamunun borçları içinde görülmeyen ancak Kamu-Özel İşbirliği projelerinden dolayı bütçeye gelen/gelecek ilave yükler de dikkate alındığında, kamuda kaynakların doğru ve etkin kullanımı konusunda ciddi sorunlar olduğu söylenebilir.

2021 yılı sonu itibariyle 236,6 milyar dolar tutarında dış borcu olan özel sektörün bankalara olan ticari kredi borcunda da önemli artışlar gerçekleşmiştir. Nitekim, ticari kredi borcu 108 milyar TL’den 3,9 trilyon TL’ye yükselmiştir. Özel kesimin hem iç hem de dış borçlarının bu düzeyde arttırmasının ve bu borçların geleceğinin değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Zira borçların boyutu sadece sermaye yetersizliği ile açıklanabilir düzeyin ötesine geçmiş gibi görünmektedir.

2005 sonrasında sonrası dönemde borçlanma kervanına vatandaşlar da katılmış, tüketici kredileri (konut, oto, ihtiyaç) ile kredi kartından kullandıkları krediyi 46,8 milyar TL’den 986,8 milyar TL’ye yükseltmişlerdir. Böylece firma ve vatandaşların toplam kredi borcu 399,7 milyar TL’den 6,2 trilyon TL’ye yükselmiştir. Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle 2022 yılına ilişkin açıklanan son veriler incelendiğinde borçlanmanın adeta doludizgin devam ettiği görülmektedir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, 2021 yılı sonu itibariyle Türkiye’de ekonomik birimlerin (devlet, firma, hanehalkı) içeriye ve dışarıya yaklaşık 15 trilyon TL (810 milyar dolar) borcu bulunmaktadır. Bu tutar GSYİH’nın üzerindedir.

Diğer taraftan bu makro verileri kişibaşına düşen verilere indirgeyerek değerlendirmek de faydalı olacaktır. Bu amaçla hazırladığımız Tablo 2’den görülebileceği gibi kişibaşına dış borç miktarı 2005 yılında 2552 dolar iken 2021 yılı sonunda 5227 dolara yükselmiştir. Bu borcun kişibaşına düşen gelire oranı ise aynı dönemde yüzde 34,6’dan yüzde 54,5’e yükselmiştir.

Kişibaşına tüketici kredisi ve kredi kartı toplam borcu ise 680 TL’den (506 dolardan), 11.654 TL’ye (1.310 Dolara) yükselmiştir. Böylece tüketici kredisinin kişibaşına düşen gelire oranı da yüzde 6,9’dan yüzde 13,7’ye ulaşmıştır.

Her iki borcun yani hem kişibaşına yurt dışı borcun hem de kişibaşına tüketici kredisi borcunun toplamı ise 3.058 dolardan 6.537 dolara ulaşmıştır. Bu tutardaki borcun kişibaşına düşen gelire oranı ise yüzde 68 düzeyine yükselmiştir. 


Kısaca ifade etmek gerekirse Türkiye’de tüm kesimler adeta gelirinden daha fazlasını harcamış ve oldukça yüksek bir borç yükü de taşır hale gelmiştir. Bu gelişme küreselleşme senaryosunun gerekleriyle uyumludur. Zira gelişmiş ülkelerin ellerindeki aşırı kapasiteyi kullanabilmesi ve arz fazlası ürünleri gelişmekte olan ülkelere satabilmesi gerekiyordu. Bu ürünleri satın alabilmek için yeterli dövizi olmayan gelişmekte olan ülkelerin bir şekilde dış borç almak zorunda kalmaları, gelişmiş ülkelerin sadece malları için değil, getirisi düşmüş sermaye için de iyi Pazar bulmalarına zemin hazırlıyordu. Yüksek miktarda dış borç da borcu veren ülkelerin ekonomi yanında siyasi taleplerine de cevap verebilmeyi gerektiriyordu. Ve Türkiye küreselleşme sürecinde kendisinden beklenen işlevleri oldukça iyi şekilde yerine getirmiş oluyordu.

Bu açıklamalar çerçevesinde Türkiye’nin üretim deseni ile tüketim deseni arasındaki uyumsuzluğu gidermeye yönelik stratejilere ihtiyacı olduğu söylenebilir. Aksi halde 7-8 yılda bir kriz yaşamaktan, her kriz sonrasında daha fazla varlığımızı yabancılara satmak kurtulmamız olası görünmüyor.

Peki ne yapabiliriz?

1. Reel döviz kurlarının yapay olarak düşmesi (TL’nin değerlenmesi) engellenmelidir. Gerçekçi değerlenmiş kur politikasından taviz verilmemelidir.

2. Enflasyon bir an önce dünya ortalamalarına düşürülmeli, bunun için gerekli para ve maliye politikaları devreye alınmalıdır. Bu politikalar, ekonomide bütüncül bir yeniden yapılanma programı çerçevesinde ele alınmalıdır.

3. Üretim ve tüketim deseni uyumsuzluğunu azaltarak sürdürülebilir boyutlara getirebilmek için kısa dönemde teknolojik yoğunluğu yüksek doğrudan yabancı yatırımlar ülkeye çekilmeli, orta ve uzun dönemde Türkiye’nin yüksek teknolojili ürünler üretme kapasitesi artırılmalıdır.

4. Bu amaçla da eğitim sistemi yenilenmeli, öğrencilerin yetenek ve kapasitelerini ortaya çıkarmaya ve geliştirmeye hizmet edecek öğretmenler ve sistem oluşturulmalıdır. Ezberci ve testçi sistem terk edilmeli, merak eden, sorgulayan, eleştiren ve araştıran bireylerin yetiştirilmesine imkan veren, sanatı, sporu, edebiyatı, felsefeyi içeren bir eğitim yapısı kurgulanmalıdır. Teknik bilgilerin aktarılması yanında değerler eğitimine de önem verilmelidir. Böylece tüketimi önceleyen bencil-duyarsız insanlar yerine, erdemli, özgür, demokrat, üretken, doğaya ve çevresine duyarlı insanlar yetiştirilebilecektir.

5. Mevcut üniversitelerin personel ve maddi altyapı eksiklikleri hızla giderilmelidir. Üniversitelerin her birinin özellikle teknik alanlar boyutunda belli/farklı alanlarda uzmanlaşmaları sağlanmalıdır. Bu alanlar belirlenirken takipçi nitelikte olmaları değil, öncü nitelik kazanmaları amaçlanmalıdır. Türkiye’nin doğal altyapısının sunduğu imkanlar (madenler, endemik bitkiler, tohum ve ilaç sanayi) daha etkin kullanılmalıdır.

6. Çağımız bilgi çağı, çağımız inovasyon çağıdır. Bu çağ hayal gücünün en büyük ekonomik güç olduğu çağdır. Özgürlükler, demokrasi, hukuk, insan hakları boyutlarında sorunları olan ülkeler bu çağın toplumu olamayacaktır. Bu alanlardaki eksikliklerimizi gidermek zorundayız.

Son söz: Borçlanarak ürettiğinden çok tüketen toplumlar, er ya da geç bir gün ürettiklerinden daha azını tüketerek borçlarını ödemek zorunda kalırlar.

Mesele tüketerek değil, üreterek çağdaş olmaktır.