Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

6’lı Masa, bloklaşan siyaset ve Kıbrıs meselesi

Yusuf Kanlı

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarlarının iç politika alanındaki performansının ne olduğunu benim anlatmama sanırım pek ihtiyaç yok. Felaket ile rezalet arasında zikzak yapan AKP'nin, demokrasi, adalet, hak-hukuk, eşitlik ve özgürlük anlayışı dış politika alanındaki gelgitlerle kıyaslandığında çok ciddi bir fecaat olsa da dış politika performansı da neredeyse onu aratmamaktadır.

Gerçi günümüz siyaset arenasında dış politika ile iç politikanın ayrıştığını söylemek de pek mümkün değil. Mesela İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliği ile Türkiye’nin bölücü terör sorunu, Kürt sorunu ve hatta Türkiye ile Batı arasındaki genel güvenlik politikaları uyuşmazlığının bulunmadığını söylemek mümkün mü? Günün sonunda Türk halkına mevcut angajmanlarda belirgin, ele gelir bir değişiklik fiili olarak olmasa da değişiklik varmış ve bu değişiklik Türkiye açısından çok büyük bir kazanımmış algısı yaratılarak NATO’ya bu iki ülkenin katılımına Türkiye de resmen “evet” diyecektir ama şimdilik güya kriz varmış oyununu oynuyoruz.


Miş gibi hükümeti

“Miş gibi hükümeti” dediğimiz olay tam da bu aslında. Kürt açılımı yapıyormuş gibi, Kıbrıs’ta çözüm istiyormuş gibi, sorunların tümüne adil çözüm getiriyormuş gibi, demokrasiye adanmışmış gibi, özgürlükleri savunuyormuş gibi…

Mesela Annan planını desteklemiş gibiydi AKP iktidarı 2003-2004 yıllarında. Adada kendine sosyalist Cumhuriyetçi Türk Partisi'ni ortak yapan “demokrat muhafazakar” AKP, Türkiye’nin bütün kırmızı çizgilerinin üstüne basarak dans etmişti adeta. Amaç neydi? Kıbrıs’ı ve diğer mümkün olan tüm edevatı kullanarak “Kemalist ve askeri vesayeti” kıracak, muhafazakar, dindar ve kindar parti vesayetini kuracak, parti devletine geçecekti. Avrupa Birliği, ABD o dönemde durumun böyle olacağını söyleyen Türklere de itimat etmedi, onların da derdi Kemalizm’i ve bekçisi TSK’yı zayıflatmak olduğundan AKP-CTP zoraki ittifakına her türlü desteği sağladılar. O dönemde şimdiki gibi bir 6’lı Masa kurmaya rahmetli Bülent Ecevit çok uğraşmıştı ama bütün çabası nafile oldu, kimse bir araya gelmek istemedi. Şimdiki gibi bir geniş muhalefet ittifakı olsa büyük olasılıkla Kıbrıs’ta, daha sonra Türkiye’nin Arap ülkeler arası ya da doğusundaki sorunlarla ilgili kırmızı çizgileri bu derece hoyratça geçilmezdi herhalde.

Her ne kadar bugün 6’lı Masa ortaklarından olan Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı ve daha sonra başbakan olarak önce sıfır sorun, neo-Osmanlıcı Hilafetçi hayaller sonra da açık kapı politikalarıyla Türkiye’yi bugünkü çirkefe yuvarlayanların en önde geleni olsa da, şurası muhakkak ki durumun esas sorumlusu ortak aklı dışlayan tek adam siyasetidir.

 

Yanlışlardan ders alınmalı

2003’te “Rumlar nasıl olsa reddedecekler” inancıyla Kıbrıs Türk davasının ebedi lideri Rauf Denktaş’ı terk etmek, yalnızlaştırmak ve hatta daha sonra “Git ülkende konuş” diyecek kadar ötekileştiren zihniyet, Annan planı sürecindeki oportünist savrulmanın halen faturasını ödemekle karşı karşıyadır. “Bir gece ansızın geliriz” tehditleriyle 2018 sonrası dönemde dönüş yapılan güvenlik eksenli ve Türkiye’nin çıkarlarını ön plana alan söylemin ciddiye alınmamasının nedenini o günlerdeki hatalarda görmek gerekir.

Irak’ta ciddi hatalar yapılması sonucunda oluşan fiili durumun bir benzerinin Suriye’de de oluşturulmasına Müslüman Kardeşler eksenli dış politika yaklaşımları neden olmamıştır denilebilir mi? Teröristin iyisi ve kötüsü tasnifi yapılabilir mi? ABD’nin bölücü örgütün Suriye uzantısıyla İslami teröre karşı iş birliği yapmasını kınarken, bir başka terör grubuyla iş birliği içerisinde Türkiye çıkarlarını savunmaya çalışmak ne derece doğru sayılabilir. Yine de son günlerde Suriye ve Rusya ile üçlü zirve ve beraber çözüm bulma daveti Türkiye açısından doğru istikamette atılan bir adım olmuştur.

 

Oportünist siyaset zamanı değil

Türkiye kısa dönemli, oportünist hesaplara dayalı dış politikayı da dış politikayı iç politika malzemeyi yapmayı da acilen terk etmelidir. 2000’lerde Ecevit’in gayretlerine rağmen oluşamayan “millet ittifakı” bugün zor şartlarda başarıyla gerçekleşmiş, iktidarı devralmaya doğru ilerlemektedir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu aleyhindeki şaka gibi ceza ve siyasetten men kararı yüksek yargıdan dönse de dönmese de Türkiye’de iç siyaseti de dış politikayı da etkileyecek bir alternatif duruş vardır ve bu duruş eminim ülke çıkarları korunması açısından düzenleyici, hatta frenleyici etkiler yapabilecektir. Yüksek perdeden Atina’ya, adalara, Suriye’ye yönelik “Bir gece geliriz” şarkısı söylense de siyasi gerçeklik bambaşka bir duruma işaret etmektedir. Türkiye bir yol ayrımındadır ve zoraki ve kamuoyu vicdanını yaralayan adımlar rejimi zayıflatırken, muhalefeti kuvvetlendirmektedir. 

 

KKTC seçimleri

Kuzey Kıbrıs’ta yakın zamanda önemli bir seçim gerçekleşecektir. 25 Aralık seçimleri her ne kadar yerel seçim olsa da fiili olarak adadaki çözüm tercihleri açısından bir referandum olacaktır. Bir yandan da bu referandum Türkiye’nin dayatmacı politikaları, yüksek komiser gibi davranan büyükelçi ataması, kısacası Kıbrıs Türk kimliğinin savunulması referandumu olacaktır. Durum ikirciklidir. Federasyon olması mümkün olmayacağına inanılsa bile oy kullanılırken Kıbrıs Türk kimliğini savunan, Kıbrıs Türk onurunu gözeten, biat siyasetini reddeden adaylar tercih edilmelidir. İşte tam da bu noktada Halkın Partisi'nin hazin çöküşüne hayıflanmamak elde değil.

Kıbrıs konusunu ve Kıbrıs Türkünü bilmeyen, dış politika deneyimi olmayan kişilerce çizilen Kıbrıs siyaseti karaya oturdu. Gemi su almaya başlamıştır. Dayatmalarla, Kıbrıs Türkünü aşağılayarak, demografik değişim baskısıyla sağlanacak “ilerleme” esasında ciddi bir zafiyettir. 6’lı Masa'nın başta Kıbrıs konusu olmak üzere Suriye politikası, Türkiye’nin stratejik çıkarları konularında pozisyon geliştirmemesi büyük bir eksikliktir. Bu zafiyet giderilmelidir.

 

Hafta sonu işkencesi 

İnsanın değerli, üstelik de bilgili dostları olması genelde iyidir ama bazı durumlarda da sıkıntı verir. Durup dururken hafta sonu sabahına fikir fırtınası yaratacak yazısını dostunuz posta kutunuza gönderince, eğer normal ve biraz da provokasyona gelmeye hazırlıklı bir kafa yapınız varsa, durumunuz acınası olur resmen.

Cenk Uzunoğlu, bir Kıbrıslı Türk işadamı. İstanbul’da yaşıyor ama adadakilerin çoğundan çok daha net gelişmeleri görüp, sözünü – tıpkı benim gibi – süzgeçten pek geçirmeden, kimler bozulur dert etmeden doğru bildiği şekilde kaleme alır. Yazıları her zaman ilham kaynağı olmuştur.

Değerli arkadaşımın son yazısının birkaç paragrafını zihin fırtınası yaratmak ve gerisini verdiğim bağlantıdan (https://l24.im/hOg) okumanızı davet etmek için sunuyorum. İlgi çekici bulacağınızdan eminim:

“Türkiye ile ilişkimizi iktidar ve etrafında çöreklenenlerin maddi çıkar beklentisi üzerinden eleştirmek eksik bir okuma olur. Mevzu siyasete ve bürokrasiye etki edip devlet eliyle nemalanma derdinde olanların sebep oldukları maddi ve manevi tahribat ile sınırlı değildir.

Uluslararası hukukun dışında olan statümüzü kullanarak karanlık işlere zemin oluşturmak adına siyaset ve bürokrasi üzerinden köprü görevi gördürmek ile de sınırlı değildir. Siyasi müdahale yoluyla uzun yıllardır şahit olduklarımız derinlerde kökleri olan bir endişeye ve hazımsızlığa da dayanmaktadır.

Başka bir tarif ile de bu hazımsızlığın öznesinde bizi biz yapan değerlerin Türkiye’nin stratejik hedeflerine zarar verebileceği ile ilgili bize göre yersiz ama bizim ile ilgili siyasete yansıyan bir endişe vardır.”