Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Bayramınız kutlu olsun

Geniş ailelere mensup olanlar veya geniş dost, ahbap ağına sahip olanlar, diğer insanlardan birkaç puan ilerde başlarlar Anadolu seyahatlerinde. Büyük şehir geride kaldıkça, temaslarda "Allah aşkına" diye başlayan "misafir olunmasını" öneren sıcak dostça sohbetler, yavaşça "Başım üstüne" hatta "Kurban olayım" haline dönüşüyor.

Kurban olmak… Sadece bu coğrafyanın değil, dünya kültürlerinin tümünde ve çok çeşitli şekilde, yapıda, içerikte görülebilen bir kavram "kurban". Bu coğrafyadaki birçok kültürde başlangıcı Hazreti İbrahim’in oğlunu tanrıya adaması olarak rivayet edilen veya antik kuzey Amerika kültürlerindeki gibi "Tanrıya adak" ve "kan akıtılması" biçimi halinde felsefi olarak tezahür etse de kurban, ille kan akıtılması anlamına gelmemektedir. 

Elbette, İslami kültürde olduğu gibi birçok kültürde yaradan için çeşitli hayvanların adanması, normal şartlarda et alma fırsatının toplumların diğer katmanlarından daha az olan kesimlerine dağıtılması, böylece bir anlamda sosyal adalete katkı yapılması hedeflenmektedir. Öte yandan, birçok kültürde de paylaşılan bir çörek, bir parça ekmek, şefkatle uzanan el, öğrenim bursu, düşkün veya ihtiyacı olanlara yardım ve hatta ağaç dikmek bile bizim "kurban" olarak tanımladığımız ama birçok dilde "fedakârlık" anlamına gelen "sacrifice" kelimesiyle ifade edilen bu ibadet için, mutlaka kan dökülmesi gerekmediği de ciddi bir iddiadır. Özellikle hac farizası sırasında kesilen kurbanların akıbeti eskiden beri hep tartışılan bir unsur olagelmiştir. 

Elbette insanların nasıl ibadet edecekleri kendileri ile Tanrı arasındaki bir konudur ve kimseye "kurban" geleneğini nasıl yerine getirdiğini veya getirip getirmediğini sormak ciddi hadsizlik olacaktır. Ancak, "kurban" şüphesiz ki bir kısmı muhtaç olanlara dağıtılıp, büyük kısmı aileye aylarca yetecek kavurma, sucuk, sosis, pastırma ihtiyacı için kullanılamayacağı gibi, birileri tarafından mundar edilmesi amacıyla da kesilmemelidir.

Günümüz koşullarında bu yazar gibi birçok kişi, "İyilik yapmak en büyük ibadettir. Bu bayram kan dökme yerine bir fidan dikin" görüşünde birleşebilir. Veya sevgili hayat yoldaşım Aydan gibi, LÖSEV’e veya birçok dostumun yaptığını gördüğüm ve onlarla gurur duyduğum gibi, ihtiyacı olanlara yemek servisi yapan aşevlerine ya da o vazifeyi gören Kızılay gibi kurumlara "fedakârlıklarını" katkı olarak sunabilirler.

Daha önce de birkaç kez yazdım herhalde. Bayramlar küçük toplumlarda aynı zamanda sosyal birlikteliğin, dayanışmanın, hemhal olmanın fırsatlarıdır. Cami avlusunda bayram namazı için toplanmak, namaz sonrası hep beraber bayram kutlayıp, neşeyle kutlamayı evlere taşımak… Çocukluğumu, Gönyeli’yi hatırlarım hep bayram deyince.

Hele Yusuf dedemin küçük elimi tutup, çamurlu köy yolunda ayakkabılarımıza çamur sıçramasın diye dikkatle taşların üzerinde seke seke beni camiye götürdüğü ilk bayram sabahı hafızamdan hiç çıkmıyor. Bir anlamda “Benim torun büyüdü, adam oldu, artık camiye de gidebilir” ilanı gibiydi o kısa yürüyüşümüz sanki…

Çok gururluydum. Kendimden, büyümemden ama en çok da herkesin dedemle konuşmalarında sergiledikleri saygıdan çok gururlanmıştım. Dedem çok varlıklı bir insan değildi ama sözünün eri, güvenilen bir insandı. En önemlisi, koca bir ömür boyu evliliklerinde hep babaanneme saygıyla, sevgiyle, güvenle yaklaşmış, baş tacı etmişti. 

Kısa süre sonra okulumun, Ortaköy ve Gönyeli’ye konuşlanan Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Garnizonu haline getirileceği ve benim o camide ilkokula başlayacağım söylense, belki cami avlusunda o sabah daha az heyecanlı olabilirdim. 

Namaz sonrasında eve sanki İngiliz koloni yönetiminde polis subayı olduğundan kasıla kasıla yürüyen komşumuz Osman Dayı gibi bir edayla dönmüş, babaannemin klasik "Bumbar, ciğer kavurma, acılı bulgur pilavı" Kurban Bayramı menülü sofrasında, “küçük bey” gibi nasıl da baş köşeye oturmuştum…

Nur içinde yatsın ninem, dedem, babam ve canım anam… Büyüklerinize koşun arkadaşlar. Fırsatınız varken kutlayın bayramlarını.