Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Şiir için paltosunu satan şair: Orhan Veli

Arkadaşları Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi ‘Garip’ akımının kurucusudur Orhan Veli. Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden sarsarak, sokaktaki insanın söyleyişini şiir diline taşır usta şair. Yalın bir anlatımı benimseyerek şiir dilini konuşma diline yaklaştırır. Garip, hem yıkıcı hem de yapıcı özelliği ile Cumhuriyet dönemi şiirinde büyük etki bırakır ve mihenk taşı kabul edilir.




Orhan Veli Kanık, henüz 36 yaşındayken 14 Kasım 1950’de yaşama veda eder. İstanbullu şair kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser, en önemlisi bir şiir akımı sığdırır. Eski üsluptan uzak durarak, hece ve aruz ölçülerini kullanmaya karşı çıkar. Kafiyeyi ilkel; mecaz, teşbih, mübalağa (abartma) gibi edebi sanatları gereksiz bulduğunu açıklar.

Orhan Veli’nin geleneğin dışına çıkan eserleri, başta şaşkınlık, yadırgama, dalga ve aşağılamayla karşılaşsa da büyük ilgi uyandırır. Şaire duyulan merak kısa zamanda hayranlığa dönüşür. Dostu Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli'yi şöyle tanımlar: "Üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair."

Durmadan kendini yenileyen, farklı olanı arayan, kısa yaşamı boyunca uzun bir şiir serüveni geçiren şairin edebiyat hayatını Oktay Rifat, şu sözlerle aktarır: "Orhan, Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle at başı geldi ve birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı."



“Ya o, Mualla'yı sandala atıp”

Orhan Veli şiirindeki belli başlı izlekler İstanbul, doğa, dış mekan, aşk, sevgi, cinsellik, hüzün, yalnızlık, fakirlik, eleştiri ve tabii ki alaydır. İstanbul ana temadır diyebiliriz. Bu güzide şehir hayli yer tutar şiirlerinde İstanbullu şairin. Pek çok film, dizi ve şarkıya ilham verir şiirleri. Levent Yüksel’in güçlü sesiyle özdeşleşen ‘Dedikodu’yu hepiniz dinlemişsinizdir. “Kim söylemiş beni/ Süheyla'ya vurulmuşum diye?/ Kim görmüş, ama kim,/ Eleni'yi öptüğümü,/ Yüksek kaldırımda, güpe gündüz?/ Melahat'i almışım da sonra/ …./ Kimin bacağını sıkmışım tramvayda?/ …./ Ya o, Mualla'yı sandala atıp/ Ruhumda hicranını söyletme hikayesi?” mısralarını okuduğunuzda dudağınızın kenarında muzip bir gülümse belirmiştir muhakkak.


“Bir yer var, biliyorum”

“Orhan Veli” denilince çoğumuzun hafızasında ‘Anlatamıyorum’ şiiri canlanır. Bu naif şiirde, şairin sade ve anlaşılır dilinin yanı sıra etkili kalemine de tanıklık ederiz. En yalın haliyle içini döker Orhan Veli. ‘Aşk’ ve ‘hasret’tir ona bu denli çarpıcı biçimde yazdıran dizeleri. Kelimeler kifayetsiz değildir oysa şairin ifade ettiği gibi. Gözyaşı eşliğinde dile gelen “Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum; / Anlatamıyorum.” mısraları bile tek başına yeterlidir o halet-i ruhiyenin içine girebilmemiz için…

“Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.”



“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı”

‘İstanbul’u Dinliyorum’da yine açık bir dille hislerini paylaşan bir şair vardır karşımızda. Rüzgârın uğultusu, yaprakların hışırtısı, sucuların çıngırak sesleri, martıların çığlıkları yükselir mısralardan kulağımıza. Sevilen kadının suya değen ayaklarının sesini işitiriz sonra. Vakit akşamdır, balıkçılar ağlarını topluyordur dalyanlardan. Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa’yı alışveriş için dolduran kalabalığın gürültüsü gelir kulaklarımıza o sırada. Güvercinler kanatlanır Nuruosmaniye Camii ile Yeni Cami’nin avlularından. Çekiç sesleri karışır kuş cıvıltılarına. Önümüzden geçen güzel kadına atılan lafları, çalınan ıslıkları işitiriz ardından…

“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

….

Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları;

….

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

….

Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

….

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

….”



“Gökyüzünü boyarım her sabah”

Çoğunlukla ironik ve alaycı bir tarzla yazar şiirlerini Orhan Veli. Eleştirilerinde mizah unsurları göze çarpar. Şakacı şairin, alaycı dili ‘Dalgacı Mahmut’ şiirinde daha da belirginleşir:

“İşim gücüm budur benim,

Gökyüzünü boyarım her sabah.

Hepiniz uykudayken.

Uyanır bakarsınız ki mavi.

Deniz yırtılır kimi zaman,

Bilmezsiniz kim diker;

Ben dikerim.

Dalga geçerim kimi zaman da,

O da benim vazifem;

Bir baş düşünürüm başımda,

Bir mide düşünürüm midemde,

Bir ayak düşünürüm ayağımda,

Ne haltedeceğimi bilemem”



Garip akımının doğuşu

Orhan Veli, 13 Nisan 1914 tarihinde Beykoz'a bağlı Yalıköy'de dünyaya gelir. Orhan Veli'nin çocukluğu Beykoz, Beşiktaş ve Cihangir'de geçer. Galatasaray Lisesi'nde yatılı okur. Dördüncü sınıfta babası Mehmed Veli Faik Kanık’ın isteğiyle annesiyle birlikte Ankara'ya taşınır. Ankara Erkek Lisesi'ne (bugünkü Atatürk Lisesi) yine yatılı girer. Lisenin ilk yılında edebiyat öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Şair, lise arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le birlikte ‘Sesimiz’ isimli dergiyi çıkarır. Sanatçının yaşamının bu evresi ilk şiirlerini yazdığı dönem olur. Varlık'ın yanı sıra İnsan, Ses, Gençlik, Küllük, İnkılâpçı Gençlik dergilerinde şiirleri ve yazıları yayımlanır. Şair, liseden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin felsefe bölümüne kaydını yaptırır. Üniversiteyi bitirmeden okuldan ayrılır. Lise yıllarında başladığı dergi, şiir ve Fransızca çeviri çalışmalarına devam eder.

Orhan Veli, ilk zamanlar şiirlerinin şekli, yapısı ve içeriği dolayısıyla hece şairi olarak kabul edilir. 1937 yılından sonra yeni tarzda şiirlerini yayımlamaya başlar. 1941 yılında Oktay Rifat ve Melih Cevdet’le birlikte çıkardıkları ‘Garip’ adlı şiir kitabında, yeni nesil şiirlerini okura sunarlar. Bu kitap sonradan Birinci Yeni olarak da anılacak Garip akımının başlangıcı olur. Garip akımının kurucuları, radikal bir tutumla kendilerinden önce gelen hececiler ve Ahmet Haşim'in şiirleriyle, Nâzım Hikmet'in toplumcu-gerçekçi şiirlerini reddeder. Kitaptaki şiirler ve önsöz edebiyat dünyasında büyük tartışmalara sebep olur. Özellikle Orhan Veli'nin yazdığı "Yazık Oldu Süleyman Efendi'ye" mısrası üzerinde durulur. Bu mısra o kadar çok popüler olur ki Nurullah Ataç'ın deyişi ile "vapurlara, tramvaylara, kahvehanelere kadar" girer ve bir deyim niteliği kazanır. Orhan Veli'nin gündelik dile giren bir diğer dizesi, Ahmet Haşim'in "Göllerde bu dem bir kamış olsam" mısrasını hicvetmek için yazdığı "Rakı şişesinde balık olsam"dır.


Paltosunu satmak zorunda kalır

Orhan Veli, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüboğlu, Oktay Rifat ve Melih Cevdet gibi arkadaşlarıyla 1948 yılı sonunda ‘Yaprak’ isimli dergiyi çıkarır. On beş günde bir yayımlanan derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Orhan Veli'dir. Bu yüzden zaman zaman ortaya çıkan para problemleriyle kendisi ilgilenir. Ne yazık ki entelektüel uğraşlar günümüzde olduğu gibi geçmişte de para kazandırmaz. Usta şair, dergiye devam edebilmek için paltosunu satmak zorunda kalır. Son sayıyı yayımlayabilmek için de ressam arkadaşı Abidin Dino'nun kendine hediye ettiği resimleri elden çıkarır. İlk sayısı 1 Ocak 1949'da çıkan, Cahit Sıtkı Tarancı, Sait Faik Abasıyanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi gibi yazar ve şairlerin eserlerini yayımlayan Yaprak, 1 Haziran 1950'ye kadar 28 sayı ayakta kalabilir.


Nazım için iki gün açlık grevi

Yaprak'la birlikte Orhan Veli'nin şairliğinin yanı sıra fikir adamlığı yönü de ortaya çıkar. Şairin yaklaşan seçimlerle ilgili fikirleri bu dergide yayımlanır. Ayrıca, Melih Cevdet ve Oktay Rifat'ın toplumsal şiirleri Yaprak'ta yer bulur. Aynı günlerde Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Nazım Hikmet'in hapishaneden çıkarılması için açılan kampanyaya katılarak iki gün açlık grevi yaparlar.

Şair İsmail Cem Doğru, Orhan Veli’yi anlattığı biyografik romanı ‘Unutabilmek Maviler İçinde’ kitabında Orhan Veli ve arkadaşlarının Nazım Hikmet’e verdiği desteği şöyle anlatır: “Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat, Sabahattin Ali’nin (ilk faili meçhul aydın cinayeti) başına gelenlerin Nazım’ın başına gelmemesi için sorumluluk alma kararı almışlardı. 15 Nisan’da çıkan Yaprak, Nazım sayısı olarak hazırlanmıştı. İki günlük açlık grevi eylemleriyle hem Nazım için çok etkili bir kamuoyu yaratmışlardı hem de tüm dikkatleri çekmişlerdi. Bu eylemin gerekçesini ve Nazım Hikmet’e sahip çıkma nedenlerini ‘Bugün Avrupa’da tanınan bir tek şairimiz var: Nazım Hikmet. O da bize rağmen tanınıyor. Biz ‘Aman kimse duymasın!’ diyoruz. Ama faydası yok; duymuşlar. Nazım Hikmet’i bize, onlar kabul ettirmeye çalışıyorlar. Adını, lehimize değil, aleyhimize kullanıyorlar. Bizi, büyük şairler yetiştiren bir millet olarak değil, büyük şairleri hapislerde süründüren bir millet olarak tanıtıyorlar.”

Garip şairlerinin toplumcu Nazım Hikmet’e sahip çıkması, Garip hareketi ile toplumcu şairler arasındaki gerilimi ortadan kaldırır. Bir anda toplumcu şiir okuru da Garip şairlerine sempatiyle yaklaşmaya başlar. Ama şair Doğru, bu durumun, Yaprak Dergisi’nin tirajlarına bir türlü yansımadığına dikkat çeker.

Orhan Veli, ayakta kalması için paltosunu, Abidin Dino’nun resimlerini sattığı Yaprak'ın kapanmasına engel olamaz. Şair, o yıllarda gönül ilişkisi yaşadığı Edirne Lisesi’ndeki edebiyat öğretmeni Nahit Hanım’ın yanına gidecek parayı dahi bulamaz hale gelir. Hatta ona yazdığı mektupları postalayacak ekonomik gücü bile yoktur artık. İsmail Cem Doğru, şairin sefalet çektiği o dönemi şöyle kaleme alır romanında: “Dergi çıkmayalı aylar olmuştu. Tüm bu sıkıntıların yanında Nahit Hanım’a gidemeyişinin ve bunun maddi sorunlardan kaynaklanmasının yarattığı gerilim ve üzüntü, içkinin yaşamındaki yerini biraz daha sağlamlaştırmıştı.”



Usta’nın hazin ölümü…

Derginin kapanmasının ardından İstanbul'a geri döner şair. Aynı yıl 10 Kasım 1950'de bir haftalığına geldiği Ankara'da belediyenin kazdığı bir çukura düşerek başından hafifçe yaralanır. İki gün sonra İstanbul'a döner. 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair, hastaneye kaldırılır. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebi doktor tarafından anlaşılamaz ve Kanık'a alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi uygulanır. Beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşılır. Aynı akşam komaya giren Orhan Veli, Cerrahpaşa Hastanesi'nde hayata gözlerini yumar.

36 yaşında ölen şairin rahatsızlandığı sırada üstündeki ceketin cebinden bir diş fırçasının sarılı olduğu kâğıda yazılmış ‘Aşk Resmi Geçidi’ şiiri çıkar. 1 Şubat 1951'de arkadaşları tarafından anısına ‘Son Yaprak’ çıkarılır. Tek sayı olarak basılan dergide Orhan Veli'nin daha önce yayınlanmamış Aşk Resmi Geçidi şiiri de yer alır.


“Kevgir misin be kardeşlik”

Orhan Veli, sefaletin en saf halini, en öz sunumunu, trajikomik bir üslupla kaleme aldığı ‘Delikli Şiir’de yansıtır. Biz de Usta’yla birlikte fakirliğin içine nüfuz ederiz bu kısacık dörtlükte:

"Cep delik cepken delik

Yen delik kaftan delik

Don delik mintan delik

Kevgir misin be kardeşlik"

Üstat, eserlerinde toplumsal düzeni de sıkça eleştirir. Sınıfsal farklara, adaletsiz sisteme başkaldırır ironik bir dille. ‘Ciğercinin Kedisi ile Sokak Kedisi’ adlı şiirinde bu isyankâr tavır çok net bir şekilde hissedilir. Sokak kedisi, ciğercinin kedisine şöyle seslenir:

“Uyuşamayız yollarımız ayrı;

Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;

Senin yiyeceğin, kalaylı

kapta;

Benimki aslan ağzında;

Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.

Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

Kolay değil hani,

Böyle kuyruk sallamak tanrının günü...

Ciğercinin kedisi ise şöyle karşılık verir:

Açlıktan bahsediyorsun;

Demek ki sen komünistsin.

Demek bütün binaları yakan sensin.

İstanbul'dakileri sen,

Ankara'dakileri sen...

Sen ne domuzsun sen!”



İstanbul Türküsü ya da şairin hüviyeti

Orhan Veli’nin ‘İstanbul Türküsü’ şiiri, bir nevi hüviyetidir diyebiliriz. Dilerseniz büyük şairi, kartviziti ile uğurlayalım:

“İstanbul’da Boğaziçi’nde,

Bir fakir Orhan Veli’yim

Veli’nin oğluyum

Tarifsiz kederler içinde.

Urumelihisarı’na oturmuşum;

Oturmuş da, bir türkü tutturmuşum:

“İstanbul’un mermer taşları;

Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;

Gözlerimden boşanır hicran yaşları;

Edalı’m,

Senin yüzünden bu hâlim.”

“İstanbul’un orta yeri sinema;

Garipliğim mahzunluğum duyurmayın anama;

El konuşur, sevişirmiş, bana ne?

Sevdalı’m,

Boynuna vebalim!”

İstanbul’da Boğaziçi’ndeyim;

Bir fakir Orhan Veli;

Velinin oğlu;

Tarifsiz kederler içindeyim.”