Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Orası neresi? Burası "kaba" bir diyar!



Belçikalı çağdaş görsel sanatçı Edith Dekyndt'in "Ombre Indigène" (yerli gölge) adlı eseri, İran'da katledilen Mahsa Amini özelinde özgürlük için mücadele eden tüm kadınların sembolü haline geldi.


Sevecen, ahlâklı, kültürlü ve görgülü insan; nazik ve zariftir. Zarafet en çok kadına yakıştırılır. Onda daha hoş bir surete büründüğü düşünülür. Keşke zarafet ve nezaket kelimeleri, daha çok erkekle örtüşseydi de dünya, bu kadar kaba ve küstah olmasaydı. Tüm dünyada kadın cinsine eşit ve özgür yaşama şansı tanınabilseydi; sadece 'ezilen' kadınların değil, erkeklerin de gününü kutlardık belki. Pozitif ayrımcılık terimine el açmamıza da gerek kalmazdı muhakkak o zaman. Dini bahane ederek kadınları 'örtmek'le kalmayıp kapalı odalara hapseden 'eril' zihniyet, tezahür edemezdi bu kadar. Kadın cinayetleri ve istismarlarıyla mücadele etmek zorunda da kalmazdık büyük ihtimalle. Eril dil ve zihniyetin yeni kurbanı, İran'da ahlâk polisi tarafından öldürülen 22 yaşındaki Mahsa Amini oldu. Tüm dünyayı ayağa kaldıran bu akılalmaz 'cinayet'e tepkiler çığ gibi büyüyor. Sosyal medyada Mahsa'nın katlini protesto etmek için bayrağa asılı kadın saçı görseli paylaşılıyor. Görseldeki eser, Belçikalı çağdaş görsel sanatçı Edith Dekyndt'e ait. Sanatçı, 2014'te Martinik Adası açıklarında batan gemideki Afrikalı esirlerin anısına tasarladı "Ombre Indigène" (yerli gölge) adlı yapıtını. Paylaşımlar arttıkça Ombre Indigène, Mahsa Amini özelinde tüm kadınların simgesi oldu. Kadınların özgürlük mücadelesinin sembolü haline gelen Mahsa, umulur ki son kurban olur.  




Kainata kök salmış eril hakimiyeti sarsmaya belki bir faydası olur ümidiyle Yusuf Peygamber’e değindik bu yazımızda. Dini literatüre hakim kesimde ‘zarafet’ denilince akla Yusuf gelir. Rivayetlerde aktarılanlara göre Yusuf, iffet timsali olduğu kadar zariftir. O, öyle güzel bir insandır ki, hayatı Kutsal Kitap'ta, ‘kıssaların en güzeli’ diye övülen Yusuf Suresi’nde anlatılır. Yusuf ile Züleyha’nın iffet ve zarafetle örülü hikâyesine göz atalım dilerseniz...




Güzellik abidesi Yusuf ile Züleyha

Yakup Peygamber’in oğlu Yusuf, bir gece rüyasında güneş, ay ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Rüyayı öğrenen kardeşleri, kıskançlıkla onu öldürmek isterler. Yakup’un kıskanç oğullarının, güzel kardeşlerini kuyuya atması üzerine Yusuf ile Züleyha’nın yolları kesişir. Bir kervancının kuyudan çıkarıp Mısır’a köle olarak getirdiği Yusuf’un güzelliği hemen etrafa yayılır. O dönemki Mısır Sultanı’nın eşi Züleyha, görür görmez Yusuf’a âşık olur ve onu satın alır. Yusuf’un başından geçenleri dinler önce. Sonra da kendi rüyasını anlatır ona. Lakin ne yaptıysa Yusuf’tan duygularına karşılık bulamaz. Züleyha’nın çekici güzelliği dahi ‘iffet abidesi’ni kandıramaz. Züleyha, Yusuf’u elde edebilmek için türlü oyunlar oynar. Yusuf, Züleyha’nın ısrarlarından korunmak ve nefsine yenilmemek adına zindana atılmayı tercih eder.

Yusuf, esir kaldığı süre içinde rüya yorumculuğu yeteneğini kullanır. Mısır Sultanı’nın gördüğü, ülkenin yedi bereketli yılına ve sonrasında gelecek yedi kurak yılına delalet eden rüyasını tabir edince zindandan kurtulur. Sultan’ın vefatından sonra da Mısır’a sultan olur. Kocası ölen Züleyha ise sefalet içinde yaşlanır ve güzelliğini kaybeder. Züleyha’nın hâline acıyan Yusuf, duasıyla onun eski güzelliğine kavuşmasına yardımcı olur. Ardından onunla evlenir. Ancak bu kez de zarif Züleyha, Yusuf’un aşkına karşılık vermez. Onun dünya nimetlerinden el etek çektiğini gören Yusuf, güzel eşine bir saray yaptırarak rahat bir şekilde yaşamasını temin eder.

Yusuf ile Züleyha’nın aşkı, mesnevî tarzında en çok işlenen konulardan biridir. Şairlerin bu ilgisinde kıssanın kutsal kitaplarda yer almasının payı büyüktür şüphesiz. Zarafet, Yusuf’ta taçlanırken aynı sıfat, edebiyat dünyasındaki kimi kesimlerce soy ismiyle müsemma şair Cahit Zarifoğlu’na yakıştırılır. Nitekim “Bir incelik gösterin, incinmesin yüreğim” sözüyle hafızalarda yer eder Zarifoğlu. Şairin şiir toplamını (Bütün Eserleri 1-Şiirler-Aralık 2012) okuduğunuzda naif bir ırmağın sularına karışırsınız adeta…




Ne çok acı var!

Adı gibi ince bir kalemdir Zarifoğlu. Zarafet sıfatını o da kendisine yakıştırır. ‘Özgürlüğe Doğru’ şiirinde, “Ey zarif sen de ata yoluna meylettin/ Korkarım binbir belaya dayanmaz sıkletin” mısralarıyla seslenir benliğine.

Onun hassas ruhu, dışındaki evrene kapalı değildir… Çevresini gözlemler; empati kurar insanlarla; çekilen acılardan huzursuz olur; mazlumlara, yoksullara, eziyet görenlere üzülür; insanlık için sürekli gözyaşı döker Zarifoğlu. Ki bundan dolayı, “Ne çok acı var...” sözüyle başlar ünlü güncesi ‘Yaşamak’a… Hayatının muhasebesini yapar bu eserinde şair. En çok da kendini suçlar olanlardan… Sanki acıların tek müsebbibi oymuş gibi: “Ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor. Utançla yerle bir olarak hatırlıyorum. Senin sözlerini…”

Cahit Zarifoğlu, “Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.” diyerek yüreğinizin dilini dinlemeye çağırır sizi:

“Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi

Ev meslek iş para geçim diyerek

Düşünün şimdi bir de

Şehirlerde kasaba ve köylerde

Başını eğmiş kalbiyle söyleşen biri olduğunuzu.”

Haklıdır -çoklarının kendini Araf’ta hissettiği acımasız-kalleş dünyada- sizi kalbinizle baş başa kalıp düşünmeye sevk etmede. Geçmişten bugüne insanlığın içinde kıvranıp durduğu çember; ırkçılık, cinsiyetçilik, dincilik, çıkarcılık, ayrımcılık, bencillik ve düşmanlık değil de nedir?




Martılar beyhude turlar atacak

Sevgi adamıdır Cahit Zarifoğlu. Bunu en bariz ‘Yaşamak’ta görürüz: “İnsan da dahil eşyaya duyulan sevgi kelimeyledir. Onunla başlar, ‘Birden sevdim’ deriz ya da ‘Çok seviyor’ deriz, bakın kelimesiz anlayamıyoruz bu sevgiyi. Ve bu sevgi, kelimeleri hangi terkip içinde kullanırsak kullanalım, yüksekliği kelimenin yüksekliği kadardır. Ve ‘Sevgi öldü’, ‘Artık sevmiyor’ dediğimizde, sevgi kelimeyle çekip gider…” Sadece nesiri değil dizeleri de sevgi üzerine kuruludur şairin. ‘Mavi Gök Orda mı’ şiirinde İstanbul’un keşmekeşliğinin içinde bile sevgiyi arar:

“...

Bir Kadıköy vapuru hınca hınç insan

Çok geçmeyecek

Martılar beyhude turlar atacak

Kıyılar lağım konserve kutuları

Mısır koçanları

Sevgi aranabilir yine

Korkusuzca say koskoca kederlerini

Bir kuyu bulunabilir”




Kalbini kuş misali esir alan sevgi hissi de güzeldir Cahit Zarifoğlu’nda. Sevdiğine ‘Güzelcin’ diye hitap eder aynı adlı şiirinde şair. “Koşu koşuver nargözlüm” mısrasıyla çağırır onu. Gönül verdiği kadınla hem dünya hem de öteki alem saadetidir arzuladığı. Güneş yüzlü çocuklarıyla birlikte elbette:

“Ruhsatlım sevdamsın berigel

O seven yuyan bakışınla

İçimi yu mermer döşegel

Asmalarda güneş ve çocuklarımız

Mutluyuz tüm dünyaya duyur”


Sevmek de yorulur…

Lakin sevdiğine kavuşamamak derinden sarsar Zarifoğlu’nu. Günler belki de aylarca haber bekler yüreğindeki kadından. Yelkovan akrebi kovalamaktan; o ise, ayrılık ve sevmekten yorulur. Firaktan sonraki günleri adeta kalbi ağrıyarak resmeder ‘Sevmek de Yorulur’ şiirinde. Sevdiğinden ayrı kalmak onu öyle melankolik bir ruh haline büründürür ki, kalabalıkların içinde ‘yalnız, ıssız' kalmaktır en çok içine sinen:

“Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım

Bana bunu sessizce anlatıyorlardı

Bir yerde onların yönlerinden

alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki

bulvarların geceye vurdukları

çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri”




Joseph K. karakteriyle özdeşleşmek

Severken de zariftir şair. Leyla’sına sonsuz bir hisle bağlıdır. Onun her halini ezberlemiştir adeta. Onsuz zamanlarda bile gözünde canlandırır suretini:

“Bir sen varsın hep saçların ağzın

Bir merdiven hücresinde

uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem

seni sonsuz gelişinle

saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor”

Ayrılık belki de bu yüzden hayli dokunur şaire:

“Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle

davranılmaz üstünde durulmaz

hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem”

Onulmaz firak, sevileni de sarsmıştır. ‘Güzelcin’in rahatsız/huzursuz olduğunu,

“Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde

durmuş ki bakışın boynun bozgun

üstünden bir nehir geçer gibi

ya gecedir ondan ya bulanık sudan

bir hasta gibi ağrımaktasın” dizelerinden anlarız. Zira maşuk, istemeye istemeye gidiyordur. İçi rahat değildir. ‘Zarif’ aşığını arkada bırakmaya gönlü razı değildir.

Cahit Zarifoğlu, sevdiğinin ‘iki arada bir derede’ diye tarif edebileceğimiz bu halini, Kafka’nın meşhur Joseph K. karakteriyle özdeşleştirir. Sevdiğinin ne istediğini bilmeden hareket ettiğini sezmiştir. Leyla’sının yokluğunu ise içine sindirememiştir. Kendinden geçmiştir handiyse. Kararsız Leyla’sıyla birlikte o da gitmiş, ‘ben’ini kaybetmiştir:

“Eğip başını içlerimden gittiğin zaman

Uzağa bir yolcuya çıkar gibi

Selini üstüme çektin önce

camdan bir mektup dolabının

üst üste sayısız koridorunu yüzüme yakın

başını duvara değdirmiş bir benzetişle

josef ka benzeri bir bakışındı

ya da konuşmayı kesip aman sen

öyle bir gittin ki benimle”


Gidişin antinikotin

Artık sokakta, deniz kıyısında, evde, koridorda, sigarada… her yerde, her şeyde maşuk vardır. Onun gölgesi, sesi, nefesi hep şairin yanı başındadır:

“Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden

Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle

biri bütün yan odaları bekler

kuşkulu geçer camlardan

ve bırakır yerini bir koridor bekçisine

Haydi sen bütün onlara git benimle

Son sigaramdın

Gidişin antinikotin”

Sevdiğinin kendisinden ayrı bunaldığını, içinin huzursuz olduğunu hissediyordur Zarifoğlu. Fakat artık onu düşünmek, tahayyül etmek ve sevmekten bitap düşmüştür. Sonu hüsranla biten kara sevdası, şairi git gide ebediyete, ilahî aşka yaklaştırır. Artık Mecnun misali Yaratıcı’sına divane olmaya hazırdır:

“Tam şimdi denizinle

bir çakıl taşına yaklaşıyor

kuma çok yakın bütün kesitlerinle

bakıyor ve bunalıyorsun

Tam şimdi ipe koşan

beni elleriyle alkışlayan

ağrıyan bir gün geliyor”




‘Orası Neresi Burası Bir Adam’ şiirinde çocuk ruhlu Zarifoğlu’yla tanışırız. Bir çiçek gibi narin, çocuk gibi hayalperest, karınca gibi azimlidir şair. Çocuk hikâyeleriyle minik yüreklere seslenmesi, onları eğitirken neşelendirmek istemesi şüphesiz bundandır:

“Böyle bir çiçek vardı

Rüyadaki geçit büyüyüp büyüyüp

Büyüyüp büyüyüp büyüyüp

Espası bir tek gecede

Ezip el tutan

Alnının bütün bir duvara dayayan

ve sesleri bir orman büyüklüğünde

güneşe yol yapan çocuk” mısralarında Cahit Zarifoğlu’nun çocuk mizacının yansımasını görürüz.


Bir aşk çapında adam

Nitekim, çocuk gibi temiz bir kalbe sahip olanlar, aşkı en saf haliyle hisseder ve yaşatır. Sevince sonsuz bir sadakatle bağlanırlar onlar. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ya da Ferhat ile Şirin’in dillere destan aşk hikâyelerini imrenerek okumamız bundandır belki de. Adı gibi ince ruhlu bir kişiliğe sahip olan Zarifoğlu, adamlık ve aşkı adeta birbirine kenetler:

“böyle bir çiçek vardı

kılcal kökleri

çağın sarsıntı duvarlarından

burası bir adam

bir aşk çapında”

Güzellik ve zarafetle süslemeye çabaladığımız yazıyı, zarif şairin, dostlarını yad ettiği ‘Yedi Güzel Adam’ adlı şiiriyle bitirelim. Yol arkadaşlarını ‘aşk adamı’ olarak tanımlar Zarifoğlu. O öyle nazenin bir insandır ki düşmanlarını bile ‘güzel’ler destansı şiirinde:

“...

Yedi adamdan biri

Bir gün bir kan göreni

Kabukları soyulmuş

Taze devrilmiş bir ağaç gibi

...

Güzelin düşmanı güzel olur

Güzelin yari güzel olur

Yedi adam biri bir gün

bir aşk bir gün

gereğini belledi

ölüm girse koynuna

Ayırmaz aşkı yanından”