Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Deli Kız’ın "kırmızı" inceliği

Türk Edebiyatı’nın önemli şairlerinden Gülten Akın, bağımsız kadın bakışıyla, özgür ruhuyla, aykırı kalemiyle, rekabetçi duruşuyla, ince fikirleriyle ayrıldı aramızdan 4 Kasım 2015’te. Onun şiir toplamı “Kırmızı Karanfil 1956-1971/Toplu Şiirleri 1”i, o naif şiir ustasının bıraktığı “kırmızı” işaretlerin izini sürerek okuduk.

Çağla Göksel Çakır

Deli Kızın Türküsü

III

Sana büyük caddelerin birinde rastlasam

Elimi uzatsam tutsam götürsem

Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak

Anlasan


Elimi uzatsam tutamasam

Olanca sevgimi yalnızlığımı

Düşünsem hayır düşünmesem

Senin hiç haberin olmasa

Senin hiç haberin olmaz ki

Başlar biter kendi kendine o türkü


Yağmur yağar akasyalar ıslanır

Bulutlar uçuşur gecelerin

Ben yağmura deli buluta deli

Bir büyük oyun yaşamak dediğin

Beni ya sevmeli ya öldürmeli


Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa

Böcekler gibi başlamalı yeniden

Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta

Yan garipliğine yürek yan

Gitti giden

Gülten Akın


İnceliklerin kadın şairiydi o. En çok da “İlkyaz” şiirindeki

“Ah kimselerin vakti yok

durup ince şeyleri anlamaya”

dizeleriyle kaldı hafızalarımızda. Türk Edebiyatı’nın önemli şairlerinden Gülten Akın, bağımsız kadın bakışıyla, özgür ruhuyla, aykırı kalemiyle, rekabetçi duruşuyla, ince fikirleriyle ayrıldı aramızdan 4 Kasım 2015’te. Onun şiir toplamı “Kırmızı Karanfil 1956-1971/Toplu Şiirleri 1”i, o naif şiir ustasının bıraktığı “kırmızı” işaretlerin izini sürerek okuduk.

“Deli Kızın Türküsü” şiirinde okuruz kadın ruhunu şairin. Gülten Akın’ın ruh eşi, Sezen Aksu’dur diyebiliriz. Öyle ki usta sanatçı, 1993 yılında çıkardığı stüdyo albümüne “Deli Kızın Türküsü” adını verir. Aynı adlı şiiri hem besteler hem de seslendirir tüm içtenliğiyle…


“Baksam gözlerine konuşmasak”

İncedir sevgisi ruhu gibi Akın’ın. Açıkça dillendiremez hislerini, aşkla gözlerinin içine baktığı erkeğe. Hayalini kurar o büyük caddenin; bir gün el ele yürüyecekleri:

“Sana büyük caddelerin birinde rastlasam

Elimi uzatsam tutsam götürsem

Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak

Anlasan”

Sezdirmeden uzatır ellerini ona. Oysa sadece hayalini kuruyordur bu birleşmenin. Yalnızlığıyla hemhaldir uzun bir süredir. Ne yazık ki karşılığını göremez o zarif duyguların sevdiğinde:

“Elimi uzatsam tutamasam

Olanca sevgimi yalnızlığımı

Düşünsem hayır düşünmesem

Senin hiç haberin olmasa”

Serzeniş dizesi erkeğin bu sevgiden bihaber olduğunu anlatır bize. Bir hayal ya da niyetten ibarettir şairin yaşadıkları belki de:

“Senin hiç haberin olmaz ki

Başlar biter kendi kendine o türkü”


“Ben yağmura deli buluta deli”

Sevgisi platonik değildir şairin. Lakin umursamaz, ilgisiz bir şahsiyetle mücadele içindedir. An gelir hiddetlenir, asi kız kırmızı perdelerini aralar hınçla. Bir sonbahar gecesi atar ayaklarını sokağa isyanla. Biraz da delilikle. Akasyanın doruklarına tırmanır ufku. Saçları yağmura karışır, eser başında çılgın bulutlar:

“Yağmur yağar akasyalar ıslanır

Bulutlar uçuşur gecelerin

Ben yağmura deli buluta deli”

Yaşamdan dem vurur sonra. Bir piyondur nihayetinde insan, dünya aleminde. Ya sevgi ya da ölümdür hayatın yegane anlamı. Sevilmek uğruna can vermeyi bile ister kalem ehli.

“Bir büyük oyun yaşamak dediğin

Beni ya sevmeli ya öldürmeli”

Ömrün çalkantıları şairi öyle bir noktaya ulaştırır ki her şeyi yitirmeyi göze alır. O halet-i ruhiye içerisinde vazgeçmiştir maddi dünyadan. Bir reenkarnasyon, ruh göçü başlamıştır onun için. Bedenden bedene geçer ruhu. Seyahat ettiği alemlerde kahreder içine düştüğü karanlığa. Bir yaratıcı da yoktur orada ya da hiç olmamıştır. İşlemez hiçbir darbe vücuduna. Alıp başını gitmiştir dünyadan. Kalp ve dahi süveyda garip ve kimsesizdir artık:

“Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa

Böcekler gibi başlamalı yeniden

Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta

Yan garipliğine yürek yan

Gitti giden”


“Beni sorarsan, kış işte”

Yalnızlıkla hemhal olmuştur Gülten Akın. Onun şiirinde en göze çarpan izlek yalnızlıktır. Kendini alır yanına gündüzleri; yol alır denizle göl arasına, yanında kediler ve kuşlar. “Beni Sorarsan” şiirinde o yoğun yalnızlığı biz de en derinden hissederiz. Kışla beraber kabuğuna çekilen doğa gibi bir başınadır şair:

“Beni sorarsan,

Kış işte

Kalbin elem günleri geldi

Dünya evlere çekildi, içlere

Sarı yaseminle gül arasında

Dağların mor baharıyla

Sis arasında

Denizle göl arasında

Yanımda kediler, kuşlar

Fikrimden dolaşıyorum”


Geceleri ise bir kayığa biner uzaklaşır şimdiki zamandan. Yitirdiği dostların acısından kaçmak ister ya da kaçabileceğini umut eder. Biraz çaresiz biraz içtenliksiz sunar Tanrı’ya niyazını.

“Bir Kayığa Biner Geceleri” şiirinde okuruz o yalnız ve korku dolu kadını:

“Uzun sokakların ucunda evleri

İlk denemelerden geri dönülmüştür

İtildikçe içe, durduğu bilinen

Bazı dostları yitirmeye gidilir

….

Bir kayığa biner geceleri

Sığlıkta o kadın tek başına

Dua biçiminde inceltir korkuyu

Sunar içtenliksiz, tanrısına”

“Tutuşun bakışın küsüşün geldi”

Ölüm kırmızıdır, ölüm silahtır, ölüm erkektir; her şey ölümündür:

“Erkek oluşuyla o bizi burda

Yepyeni bilenmiş silaha düşkün

Kırmızı bir deniz yüzdük gecede

Bir de uyandık ki her şey ölümün”


İzmir, şiirlerinde hayli yer tutar şairin. O şehre gönlünü kaptırmıştır. El ele tutuştuğu, bakıştığı ve küsüştüğü kenttir İzmir. Uzaklarda onun özlemiyle yazar. “İzmir’in denizi akşamlı, kuşları korkuludur”. Yağmurlu bir günde şu dizeleri karalar, “Kırmızı Şemsiyeli Kadın”da:

“Pek bilmem neredeydi önceleri

Kırmızı şemsiyeli kadın ıslak köpek

Sen gelince İzmir geldi dedim İzmir’de

Tutuşun bakışın küsüşün geldi”

“Bir kaçma kalesi bulurum”

Eskiyince kırmızı, kurumuş karanfil olur. Huzursuz gündüzlere yazılır. Örgü örmekten, ev işlerinden hiç haz etmez. Hiç sevmez “tutsak pazar” günlerini. Gündüzü de can sıkıcıdır pazarın akşamüstleri de. Bir kaçış arar beyhude, “Bir karanfil mi, ben alır size veririm” diyerek:

“Kötü bir gündüze karşılık

Tanrının her akşamüstü

Tutsak pazarından eski çirkin

Başımı alır gelirim

Ne yapar çocuk yadırgadığında

Örgülerden küçük ev işlerinden

Bir kaçma kalesi bulurum”

Gülten Akın şiirlerinde egemen olan bir diğer izlek “kadın”dır. Ataerkil toplum yapısından dem vurur şair. Kimi zaman eleştirir kimi zaman isyan eder bu düzene. Kadının toplumdaki yerini; çıkmazlarını, engel(lenme)lerini, yasaklarını, çaresizliğini kaleme alır en çok. Anadolu kadınını anlatırken şunları dile getirir Akın: “Biz susmaya, sakin durmaya, coşkuyu belli etmemeye eğitildik. Özellikle benim yaşımdakiler ve özellikle kadınlar… Aşk dolu, coşkular içinde ufacık kadın ama o aynı zamanda dengeli, tutarlı, kurallı olmaya çalışıyor, çoğu kez de başarıyor. İşte sürekli gerilim.”


“Kestim kara saçlarımı”

Erkek egemen düzene başkaldırı “Kestim Kara Saçlarımı” şiirinde belirginleşir:

“Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön

Yasaktı yasaydı töreydi dön

İçinde dışında yanında değilim

İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi

Bu nasıl yaşamaydı dön”

Asiliğini uzun kara saçlarını keserek gösterir. -Günlük hayatta da kadınlar kendileriyle ilgili herhangi bir değişiklik yapmak istediklerinde işe önce saçlarından başlamazlar mı?- Bu hareket, bir dönüşümün, çılgınlığın, sessiz çığlığın ve dahi isyanın işaretidir:

“Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi

Bir şeycik olmadı –Deneyin lütfen-

Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım

Günaydın kaysıyı sallayan yele

Kurtulan dirilen kişiye”

Bir anlamda saçları kesmek yaşanan esarete, erkek egemenliğine karşı çıkıştır. Bu değişim, bağımsızlığa atılan bir adımdır:

“Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi

Bir yaşantı ile karşılayanlara

Gittim geldim kara saçlarımdan kur”

Yozgat’ta doğan şairin çocukluğu kalabalık bir aile ortamında geçer. Amcaların, dayıların, teyzelerin, dedelerin, ninelerin olduğu geniş ailede. Dedesinin himayesinde büyür şair. Bir yandan doğaya diğer yandan dedesine sığınır o dönemde. Çocukluk yıllarını, “Doğaya tutkundum. Kentin evlerinin bittiği yerlere, dağ eteklerine kaçardım. Dalıp geciktiğimde, işte orda, yine yakalanırdım. Uzak gözetime alınıyordum. Feodal ilişkilerin sürdüğü evimizde dedemin sevgisi ve koruyuculuğu, öteki söz sahiplerinin kişiliğime saldırısını önlüyordu. O koşullar içinde özgürce geliştiğimi söyleyebilirim.” sözleriyle anlatır usta şair.

Fakat dedesi de bir erkektir ve onun kuralları geçerlidir geniş ailede. Bundan mülhem, “Dedem Öldüğünde” şiirinde egemen düzene eleştiri görürüz.

“Dedem öldüğünde

Yüz sürerek ayaklarına

Vedalaşmıştı ninem

Annem incecik bedenine

Deli vuruşlar indiğinde

Ağzından çıkan sözcükler şunlardı

‘Bağırma, duymasın kimse’”

“Bu olumsuz duruma rağmen son mısralarda, değişen bir durum ve umutla karşı karşıyayız. Kendini eşit ve özgür hisseden bir kadın tavrıdır bu” der Edebiyatçı Dr. Enser Yılmaz, Akın’la ilgili bir incelemesinde.

“Öldü barbarlar da köle de, ölsün

Toprağa karıştı zalim mazlum

Sabrı da örseledi öfke, aşındı kendisi de

Egemene karşı evde dışarıda dünyada

Şimdi sözüm, davranışım özgürce, eşit eşite

Bunu çocuklarımızdan öğrendim”


Ve o canlı rengiyle ayrılır aramızdan şiir ehli, dizeleriyle ruhumuzda silinmez kırmızı izler bırakarak:

“Kırmızı gürültüsüyle bir kelebek

Yürür duvarları boyamaya

Açık bırakılmış sessizlikten”