Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

"At - Tabiat - Sanat"

“Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir” der Goethe. Hassas bir kalple duyumsanabilen cennet aynı zamanda...

Bu yaşlı gezegenin görüp geçirdiklerini düşününce, olumsuzlukların kefesi yerden kalkmıyor. Savaşlar, salgınlar, afetler, kıtlıklar… Biçim ve içeriği değişse de sürekliliği aşikar.

İnsanlığın, var oluşundan bugüne sağladığı onca gelişmeye karşın nasıl bu kadar geride kalabildiğini anlamak zor. Bunca zorluk arasında hayatın hakkını verip, tadına vararak yaşamaya çalışmak yoruyor. İlerlemek için dengede kalmak şart. Neyse ki bilim ve sanat var da, büyük ölçüde dengeyi koruyor.

‘İki güzellik vardır’ der Roger Caillos : “İnsanın doğada bulduğu güzellikle, kendi yarattığı güzellik.”

Sanat tüm zamanların en etkin ifade aracı olduğu gibi, etki alanı da sınırsız. Var eder, anlatır, dönüştürür, aydınlatır, birleştirir, iyileştirir… Sanatın iyileştirici yanının hakkı, teoride ve pratikte sayısız tespit eşliğinde günden güne daha iyi veriliyor.

Geçenlerde bir sohbette konu sağlık kuruluşlarında rastladığımız sanat eserleri ve reprodüksiyonlara geldi. Konu iştah açınca aynı gün sanat galerilerine uğradım.

İşlediği konu, renklerinin tonu, kompozisyonuyla ruha iyi gelen eserler denince akla ilk gelen isimlerden biridir Yalçın Gökçebağ. Epeydir denk gelmemiş ve ışığını, perspektifini, sıcağını özlemiştim. Armoni Sanat Galerisi’nde bir sergi açtığını duyunca ilk durağımı belirledim.

Sergiyi gezerken, tablo satın almak üzere Galeri’ye gelen bir sanatsever, gittiği hastanede tanık olduğu bir andan söz ediyordu. Onkoloji servisinde bekleyen, yorgun, kederli ve kim bilir ne denli karışık ruh halleri içinde bir kadın... Onun elini tutan –belli ki tedavi gören- bir çocuk… Çocuğun elinde yarısı yenmiş bir simit ve büyülenmiş gözleri duvardaki resme sabitlenmiş.

Resim bir Yalçın Gökçebağ reprodüksiyonuymuş. Annenin yere bakan derin, yoğun ve gölgelerin birbirine karıştığı ifadesi canlandı önce zihnimde. Zaman durdu. Hayali çocuğa çevirdim hemen; ışıl ışıl gözleri tablodan yansıyan ışıkla parlıyordu… Gökçebağ’ın hangi resmiydi sözü edilen bilmiyorum ama tablodan çocuğa doğa sevgisi, umut, hayat enerjisi ve coşku yansıyordu.

Gökçebağ’ın bir eserini almak üzere orada bulunan sanatseveri dinlerken sanatçının tablolarına baktım. Çocuğun gözlerindeki ışıltıyla resim arasında kurulan köprüyü fark etmek için o ana bizzat tanık olmam gerekmediğini de tablolardan anladım.

Gökçebağ’ın, Anadolu’nun güzelliklerini tüm gerçekleriyle yansıttığı da söylenebilir, Anadolu gerçeklerini tüm güzelliğiyle yansıttığı da. Tahmin ve tamlamalar bir yana, Anadolu’da yetişmiş bir sanatçı Gökçebağ. Yetiştiği zamanlar ve zeminler, yeteneğinin harcını karmıştır muhakkak. “İnsanı insan edenin toprak, üretmek ve çalışmak” olduğu bilinciyle, Gönen İlk Öğretmen Okulu’ndan itibaren köklenir Yalçın Gökçebağ’ın tabiat ve yurt sevgisi. Zamanın neresinden bakılsa Cumhuriyetin güneşi olarak göz kamaştıracak bir neslin üyesi…

 “Anadolu Düşlerinin Ressamı” olarak anılan Yalçın Gökçebağ, yetiştiği topraklara kökleriyle bağlı ve tabiata sevdalı sanatçılarımızdan. Özgün perspektifinin ise kameramanlık yaptığı bir dönemin edinimi olduğunu dinlemiştim. Helikopterden ayçiçeği tarlalarını kayda alırken keşfettiği ve zihnine nakşettiği bu açıdan söz eder bir röportajında. Adeta kanatlanarak, belli bir irtifadan tuvaline yansıttığı üst bakış perspektifle doyumsuz bir seyir sunar izleyene.




Armoni Sanat Galerisi’ndeki sergide, Yalçın Gökçebağ ile özdeşleşen bu özgün perspektifin örnekleri de mevcut. Sergide, Harman Yeri, Çay Toplayanlar, Sevgi Plajı, Çay Nehri ve Bodrum manzaraları da yer alıyor.




Eserlerin tümünün izlenebilen, “canlı” resimler olması bu serginin de ortak paydası. Bilindiği gibi, onun resimlerinde doğa cömert, insanlar çalışkandır. Üretim ve imece hep vardır. Ocaklar tüter, renkler sıcaktır. Motifler baş döndürürken bütünde denge ve düzen vardır. Bu yansımaların hakim duygusu resme bakanda çoğunlukla ortak. Gökçebağ’ın tablolarında; ışık, renkler, biçim, tema, detaylarda göze çarpan her bir yansıma, farklı işlendiğinde bile insanlardaki etkisi benzerlik taşıyor: Sıcacık, düşsel bir seyir başlıyor…

Karakoç’un Atları

Resim sanatının düşsel yolculuğunda, çocukluğumdan beri izlemeyi en sevdiğim figürlerin başında atlar gelir. Yaşadığımız coğrafya, kültürel mirasımız, genetik kodlarımız atlarla oluşan bağın doğal unsurlarındandır.

Kadim Türk medeniyetinin ve mitolojinin içinde atların yeri insandan daha geride sayılmaz. Göçebe soyumuzun yoldaşı atlar; özgürlüğün, gücün, cesaretin, görkem ve estetiğin sembolüdür. Küçük bir çocukken, bacaklarının arasından geçirdiği bir sopayla atını ordan oraya sürmeyen hayalperest yok gibidir.

Sanatının her döneminde eserlerinde at figürüne yer veren Fevzi Karakoç'un resme bağı çocukluğunda kurulur. Henüz ilkokul sıralarındayken memleketi Çankırı’da açılan bir resim sergisini istisnasız her gün ziyaret eder Fevzi Karakoç. Yakın dostu Yalçın Gökçebağ ve aslında pek çok büyük sanatçı gibi o da sanat aşkını küçük yaşlarda keşfeder.

Bütün sanatçılar gibi o da köklerinden, kültüründen beslenerek kardığı harçla çıkar yola. Yerelden başlayan yolculuğu, evrensele uzanırken; reel öğeleri soyutlayarak eserlerine yansıtır.

Fevzi Karakoç’un stilize at figürleri, farklı tekniklerle, sanatının her döneminde yer alır. Ata kendine özgü bir form kazandırarak stilize yorumlayan sanatçı, tekil figürler halinde, tekrarlı motiflerle hareket algısı oluşturarak kompoze eder atları. Bir atın binicisi, ona dokunuşlarıyla, atın hız ve hareketlerini nasıl yönetebiliyorsa Fevzi Karakoç da fırça darbeleriyle yönetir ve yansıtır bunu tablolarında.



Karakoç, tablolarında kullandığı çarpıcı renkleri Anadolu’nun çok renkli kilimleri ve kıyafetlerinden aldığını söyler. Bu zengin renk armonisi ‘atların senfonisi’ eşliğinde Başkent’teki Arda Sanat Galerisi’nde sergileniyor.



Her iki sergi de 3 Şubat’a kadar izlenebilir.

Pire’ye Veda

Tarihin, atların sırtında yazıldığı söylenir… Resim tarihimizin usta fırçası, özgürlüğün ve direnişin sanatçısı, Kuvayı Milliye Atları’nın ressamı Muharrem Pire, “o güzel atların sırtına binip” sonsuzluğa gidenlere karıştı. Türk resim sanatının unutulmayacak isimlerinden Muharrem Pire, geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı.