Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Türkiye Siyasetinde Oligarşinin Tunç Kanunu

Oligarşinin Tunç Kanunu, klasik elit kuramcılarından sosyolog Robert Michels’e ait bir tezin özeti. Michels’e göre görünüşte demokratik prensiplere sahip olan siyasi partilerde seçilmişler seçmenler, vekiller vekalet verenler, delegeler ise delege edenler üzerinde hakimiyete sahip. 1911’de yayınlanan bu çalışma, siyaseti partilerde oligarşik eğilimlerin demokratik yönelime üstün geldiği ve bir parti ne kadar demokratik bir şekilde kurulursa kurulsun sonunda oligarşiye teslim olduğu gözlemini kuramsal bir çerçeve içinde sunmakta. Düşünüre göre demokratik ülkelerde siyasi partiler en azından yasal mevzuat ve politik taahhütleri açısından demokrasiye bağlı kalmak zorundalar. Ancak gerçekte içsel demokrasi ihtimalini ortadan kaldıran oligarşik eğilim bütün partilerde baskın konumda. Michels, oligarşiyi ölçek sorunu üzerinden açıklıyor. Örgüt kitleselleştikçe üyeler arası iletişim zayıflar. Bütünü ilgilendiren konularda bu iletişim eksikliği, klik ve grupların ön plana çıkmasına yol açmakta. Parti içi iletişim, gruplar ve klikler arasında söz konusu oluyor. Gruplardan birinin parti yönetimini ele geçirmesiyle oligarşi inşası bir adım ileriye gider. Bundan sonrası ise çorap söküğü gibi gelir. Temsil ve karar organlarına hakim olan grup, üyeleri pasifleştirerek demokrasiyi işlevsizleştirir. Demokrasi adına siyaset yapılan meşruluk ilkesi olarak varlığını korur. Ama gerçekte işler oligarşik veya bürokratik bir yapı içerisinde yürütülür.

Bu tezin yayınlanmasının üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. O günden bugüne hem genel olarak liberal demokrasiler hem de siyasi partiler ciddi dönüşümler geçirdi. En azından gelişmiş demokrasilerde siyasi partilerdeki oligarşik eğilimleri dengeleyecek çok güçlü alternatif iletişim ve katılım kanalları hayata geçti. Yani öyle eskiden olduğu gibi partilerin genel başkan ve çevresindeki dar bir grup tarafından her türlü katılım ve hesap verme mekanizmaları yok edilerek keyfi bir şekilde yönetilmesi mümkün değil. Ancak Türkiye gibi ülkelere bakıldığında Oligarşinin Tunç Kanunu’nun tüm görkemiyle yürürlükte olduğunu görüyoruz. Parti içinde siyasi rekabet, katılım ve düşünce özgürlüğü ciddi ölçüde kısıtlanmış durumda. Siyasi partiler liderlerin kendilerini seçen delegeleri seçtiği, o delegelerin de lideri seçtiği sıfır toplamlı bir oyun düzeni içinde varlıklarını sürdürüyor. Belediye başkanı, milletvekili ve cumhurbaşkanı adayı gibi parti tarafından önerilecek yönetici adayları üyelere sorulmadan belirleniyor. Genel başkanlar ön seçimi kaldırmış durumda. Bir bakkal bakkaliyesini nasıl yönetiyorsa bir genel başkan da partisini öyle yönetiyor. Hesap verme yok. Farklı fikirlere saygı göstermek yok. Ayrıca partilerin politika ve gündelik siyasete dair adımları yetkili kurullarda kararlaştırılmıyor. Her partide genel başkan ve onun çevresindeki dar bir ekip kurullara politikaları dayatmakta. Zaten her türlü kurul de göstermelik. Var ama gerçekte yok.

Genel başkanların kral olduğu bir düzende kralların seçimle iş başına gelmesi veya bir kralın yerini başka bir kralın alması demokratik standartlar bakımından ciddi bir değişikliğe yol açmayacaktır. Oligarşinin Tunç Kanunu’nun kırılması ve gerçek bir demokratik devrimin hayata geçmesi için, siyasi partiler düzeninde daha köklü bir değişikliğe ihtiyaç var. Mesela üyelik hukuku güçlendirilmeli. Genel başkan dahil olmak üzere tüm parti yöneticileri doğrudan doğruya üyeler tarafından seçilmeli. Bu bağlamda delegelik sisteminin tümüyle kaldırılması gerek. Çünkü bir tür parti içi temsili demokrasi aracı olan delegelik sistemi yozlaşmış durumda. Delegeler üyeler tarafından belirlenmiyor. Partideki irili ufaklı klikler kendi delege listelerini üyelere dayatmakta. Ayrıca partilerin il ve ilçe örgütlerine daha fazla hukuki güvence verilmeli. İl ve ilçe birimlerinin parti merkezi tarafından kolaylıkla görevden alınması parti içi ilişkiler bakımından bir merkez-çevre dengesizliğine yol açıyor. Ayrıca siyasi partiler ile sivil toplum arasındaki ilişkinin katılımcı bir içerikle yeniden ele alınması gerek. Çünkü siyasi parti yönetimleri sadece kendi üyelerine değil, sivil topluma da mesafeli. Sivil olan ile siyasi olan arasındaki bağ zayıfladığından siyasi partilerin toplumla teması da istenilen seviyede gerçekleşmiyor. Oysa demokrasiyi derinleştirmek için aksi yönde bir eğilime ihtiyaç var. Siyaset sivillikle bir arada olursa ancak yeni insanlar ve yeni fikirler siyasete dahil olabilir. Ez cümle, parti içinde demokrasi olmadan, ülke içinde demokrasi olmaz. Siyasi partilere demokrasinin gelmesi ise genel merkez oligarşisinin kırılıp katılımın kitleselleşmesine bağlı.