Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Atatürk'ü anlamak

Yarın 10 Kasım. Atatürk, aramızdan ayrılalı 84 yıl oldu. Cumhuriyet'imiz, 99 yıl önce kuruldu. Aradan geçen bunca zamana rağmen, hâlâ Atatürk ve Cumhuriyet konusunda yerli-yersiz bir sürü tartışma devam edip gidiyor. Bunun en önemli nedeni, Atatürk’ü ve Cumhuriyet'i tam anlamıyla anlamamamız olsa gerek. Atatürk’ü anlamak Cumhuriyet'i anlamaktan, Cumhuriyet'i anlamak ta Atatürk’ü anlamaktan geçiyor. Atatürk, Türkçeyi çok iyi kullanan, hitabeti mükemmel olan, anlatmak istediği bir fikri net olarak anlatan bir kahraman. Doğuya da batıyı da bilen birisi. Bu konudaki güçlük, Atatürk’ten değil, onu anlama(ma)k isteyenlerden kaynaklanıyor. Bunun iki önemli nedeni var: Birincisi, Atatürk’ü sadece sloganlarla anlamak ve anlatmaya çalışmak, onun askeri başarılarını ve hakkında söylenenleri tekrar edip durmak ve sadece şiir konusu yapmak; ikincisi de Atatürk konusunda, bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, tam bir bilinç sahibi olamamak. Atatürk’ün başarılarını içine sindirememiş, onu ve yaptıklarını başka hedeflerin karşısına koymak suretiyle kötülüme, reddetme çabalarını ise Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk milletine karşı bir kompleks olarak değerlendirmek gerekiyor.

Toplumumuzun içinde bulunduğu sıkıntılar ve dünyanın yaşadığı bunalımlar düşünüldüğünde, Atatürk’ü anlamanın ve onu hak ettiği biçimiyle ve eserleriyle, başta İslam ülkeleri olmak üzere, bütün dünyaya tanıtmanın ne kadar önemli olduğu açık olarak ortaya çıkıyor.

Atatürk’ü; Kurtuluş Savaşı'nı, o yılların koşullarını ve en büyük eserim dediği Cumhuriyet'i, yani onun eserlerini anlamak ile anlayabiliriz.

Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük, köleliğe ve emperyalizme karşı duruş niteliklerinin en büyük göstergesidir. Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin tarihsel, kültürel ve manevi varlığının Atatürk’ün önderliğinde hayata geçirilmesidir. Atatürk, bu niteliklerin Türk milletinin bir mirası olduğunu söyler. Çünkü ona göre, “Bu ulus bağımsızlıktan yoksun yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.” Ancak savaşta kazanılmış başarı yeterli değildir. Çünkü Atatürk için “Hiçbir zafer gaye değildir". Zafer, ancak kendisinden daha büyük gayeyi elde etmek için belli başlı vasıtadır. Gaye, fikirdir. Zafer, bir fikrin istihsaline hizmet nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikre dayanmayan zafer, yaşayamaz. O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir alem doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayrettir.” Kurtuluş Savaşı'nda kazanılmış zafer, Cumhuriyet ideali için bir araçtır. Kurtuluş Savaşı'nı değerli ve anlamlı kılan, Yeni Türkiye Cumhuriyeti'dir. Öyleyse asıl anlaşılması gereken, Cumhuriyet'in dayandığı kaynaklar ve Cumhuriyet'in hedefi olmalıdır. Maddi gücü besleyen fikirdir, idealdir. Mücadele fikir ve idealler arasındaki mücadeledir ve fikrin gücü, hayat hamlesinin dinamizmine katkı sağlar. Fikir güçlü değilse maddi başarı, saman alevi gibi kısa sürede söner.

Türk milletinin karakter ve geleneklerine en uygun yönetim biçimi olan Cumhuriyet'in dayandığı kaynaklar, çağdaş dünyanın dayandığı akıl, bilim, laiklik, eşitlik, milli devlet ve milliyetçilik gibi değerlerdir. Bundan dolayıdır ki Cumhuriyet'in hedefi, batı medeniyeti, hatta o medeniyetin de üstünde olmaktır. Batı, coğrafi bir yön değil, ulaşılması gereken bir medeniyet hedefidir. Bu hedefe ulaşmanın yolu da Türk toplumunu kendisine yabancılaştıran unsurlardan arındırmak ve medeniyetin gereği olan fikirlerle donatmaktır. Bunun gerçekleştirilmesi ise Türk toplumunu tarihin ve medeniyetin dışına iten kurumlardan kurtarmak, zihniyette bir yenilik yapmakla sağlanabilir. Zihniyette yenilik, aklın aydınlanması, aklın özgürleştirilmesi ile mümkündür. Çünkü aydınlanma, “aklın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmayış durumundan kurtarılıp, hayatı ve geleceği insanın kendi aklı ve görgüleriyle aydınlatmaya girişmesidir”. Bunun en önemli adımı da saltanatın kaldırılması ile birlikte kul yapısı ve mantığının yerine birey ve vatandaş yapısı ve mantığının geçmiş olmasıdır. Bu açıdan Cumhuriyet, bir aydınlanma projesidir.

Medeniyete ilgisiz kalmak, tarihin ve dünyanın dışında kalmak yani yok olmaktır. Çünkü “medeniyet öyle kuvvetli bir ışıktır ki ona bigâne olanları yakar, mahveder”. Medenileşmek, kendine yabancılaşmak değildir. Medenileşmek, kendi köklerinden ve kültüründen kopmak değildir. Atatürk veciz bir şekilde “Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hâkim ve esas kalacaktır” der. Kurduğu kurumlarla bu hususta sahip olduğu hassasiyeti de hayata geçirir. Ama “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi (de) olamaz”. Çünkü Türk kültürü şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin, meczupların geliştirebileceği bir kültür değildir. Milli ülküyü, Türk kültürünü inkişaf ettirmek olarak belirleyen Atatürk için hayatta en hakiki mürşit ilim olduğundan, Türk kültürü ancak ilimle inkişaf ettirilebilir. Bunun yolu da ilmi temsil eden medeniyetle Türk kültürünü tanıştırmaktır. Bu tanışma işi ise eğitimde, devlet yönetiminde, hukukta kısacası hayatın her alanında gelişmiş olan değerlere başvurmaktır. İşte gelişmiş olan bu yeni değerler, Türk modernleşmesinin temelini teşkil ederler.

Atatürk, bir Türk milliyetçisi olarak çağdaşlaşmak idealine sahiptir. “Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz” der. Çünkü “milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar”. Ama onun milliyetçiliği, başka milletleri yok sayan bir milliyetçilik değildir. 1937 yılında, Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile yaptığı konuşmada şunları söyler:

“İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin saadetine hadim (yardımcı) olmağa elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu vadide çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, vuzuh ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur.”

Atatürk’ün bu sözlerinin, bugün dünya için taşıdığı anlam son derece değerlidir. Çünkü fert hayatında olduğu gibi millet hayatında da kurtuluş, başkalarının yok olmasında değildir. Hatta milliyetçiliğin hedefi, öncelikle kendi milletini ve kültürünü tanımak olmalıdır. Bu tanıma, kendine bir sınır çizmedir. Sınırın doğru çizilebilmesi için sınırın öte tarafında olan toplumların, milletlerin de tanınması gerekir. Bunun için milliyetçilik, başka olanı dikkate almadığı ve tanımadığı zaman kendini de tanıma imkanına kavuşamaz. Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra mücadele ettiği ülkelere karşı elini uzatıp, “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini uygulamaya koymuştur. Çünkü Atatürk’e göre fikir ve hareket birlikte yürür. Milliyetçilik, zamanın sadece geçmiş boyutuyla düşünüldüğünde ve geleceği hesaba katmadığında son derece muhafazakâr bir anlama bürünür. Oysa gelecek, milliyetçi düşüncenin en önemli yönelimi olduğunda devrimci bir karakter kazanır. Atatürk’ün milliyetçiliği, geleceği hesaba kattığı için farklılaşır. Atatürk’ün milliyetçiliği halkı esas alan bir milliyetçiliktir ve hiçbir başarıyı kendisine mal etmeden, “feyiz milletindir, benim değildir” diyebilmiş ve Türk analarının daha pek çok Mustafa Kemaller yetiştireceklerini mütevazı bir biçimde söylemiştir.

Atatürk, çağdaş medeniyet ile birlikte Türk kültürünün ve Türk tarihinin değerinin farkındadır. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atatürk’ün Türk tarihine ve Türk kültürüne verdiği önemi gösteren kurumlardır. Çünkü ona göre Türk dili Türk düşüncesinin ve zihninin aynasıdır. Bugün Türkçenin trajik durumu ve Batı dilleri karşısındaki konumu dikkate alınınca, özellikle İngilizceye bağlı bir bilim zihniyetinin doğuşuna tanık olunca, durumumuza üzülmemek mümkün değildir. Çünkü başka bir dile bağımlı bir düşünce ve bilim hayatı ancak sömürge ülkeler için geçerlidir. “Yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır”, diyen Atatürk’ün dil konusunda gösterdiği hedefin gerisinde kalışımızın nedeni, bilim ve teknik açıdan geride kalan bir toplumun ekonomik ve kültürel bakımdan da geride kalması gerçeğinden başka bir şey değildir. Çünkü “İktisaden geri kalan bir toplum da kuvvetli bir medeniyete sahip olamaz”. Kuvvetli bir medeniyete, medeniyetin kaynağını teşkil edecek kültürel formlar ve kavramsal bir şemaya sahip olarak ulaşılabilir. Bu kavram şemasını ise sadece gelişmiş bir dil verebilir.

Atatürk, onurlu bir siyaset güdülmesinden yanadır. Ona göre “insaf ve merhametle, yalvarmakla millet işleri, devlet işleri görülmez”. Devleti idare edenler, aynı zamanda Türk milletini temsil ederler. Başka devletlerle olan ilişkilerinde söz konusu olan ve düşünülmesi gereken milletin onurudur. İç teşkilatların dış siyasete göre uydurulmak zorunda oluşu devletin bağımsızlığını yok eder. Nitekim bugün dış siyaset, iç teşkilatlarımızı düzenler hale gelmiştir. Oysa dış siyaset, iç teşkilata ve iç siyasete dayanmalıdır.

Atatürk’ün Türk modernleşmesi için başlattığı hareket ve bağımsızlık ideali, bütün sömürge durumunda olan ülkeler için ideal bir örnek olmuştur. Bugün de din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak suretiyle laik bir dünya düzeninin İslâm ülkeleri açısından ne kadar değerli olduğu anlaşılmıştır. Atatürk, İslam’ın akıl ve mantık dini olduğuna, aksi takdirde en mükemmel ve son din olamayacağına inanan birisidir. Ancak devletin din esaslarına göre idare edilmesi durumunda doğacak tehlikeleri bildiğinden dolayı, demokratik bir Cumhuriyet için laikliği esas almıştır. Çünkü özgür ve bağımsız bireyler ancak laik bir düzende yetişebilir.

Atatürk’ün düşüncelerinden günümüz insanının çıkaracağı en önemli ders, her türlü fanatizmden kendini kurtarmış, insanlar arasında hiçbir ayırım yapmadan, ülke olarak bağımsızlıktan ödün vermeden dünya barışı için çalışmaktır. Çünkü dünyanın gidişi bütün insanlığı karamsarlığa itmektedir. Atatürk, 1 Kasım 1925’te Meclis'i açış konuşmasında bütün insanlığın mutluluğu için gerçekleştirilmesi gereken yolu şu sözlerle belirtir:

“Bir süreden beri siyasal dünyada karşılıklı güvenlik ve esenlik konusu üzerinde harcanan çabalar dikkate değer bir gelişme içindedir. Karşılıklı güvenlik ve esenlik bütün dünya uluslarının üzerine titremesi gereken bir mutluluk ilkesidir, ancak bu ilke bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok, sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı birtakım güçlü ulusların yeni davranışlar ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir. Hele uluslararası silah alışverişinin birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak tedbirlerin alınması bu kuşkuyu arttırmaktadır”.

Atatürk, bu kuşkusunda haklıdır. Türk milletine düşen görev, siyasi ve ekonomik bakımdan tam bağımsızlığı sağlamak ve tarih karşısında Atatürk’ün Çağdaş Türkiye’sini örnek bir devlet ve milletimizi de örnek bir millet haline getirmektir.

Dağın eteğinde oturanların dağın büyüklüğünü göremedikleri gibi, Atatürk’ün büyüklüğünü de onun gölgesinde oturdukları halde göremeyen pek çok insan vardır. Bunun nedeni, Atatürk’ü ve onun devrimlerini içine sindirmekte zorlanan insanların varlığıyla birlikte Atatürk ve Kemalizm adına ahkâm kesenlerin tutarsız ama jakoben tutumlarıdır. Atatürk’ü siyaset ve kendi otoritelerinin kaynağı yapanlar, Atatürk’e en büyük ihaneti de yapanlardır. Atatürk’ün fikirleri ve hayata geçirdikleri, gelişmeye ve değişmeye uygun fikir ve hareketler olduğu halde, Atatürk konusundaki lehte ya da aleyhte ortaya çıkan dogmatizm, onun fikir ve hareketlerini de dondurmaktadır.