Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Victoria's Secret, ikonik defilesi Cher'in sahne alacağı etkinlikle geri dönüyor.
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Telefon patlatması 21 yıl önce Kurtlar Vadisi'nde işlenmiş
Robert De Niro'nun mezar taşı
Robert De Niro'nun mezar taşı
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
Gece Müzeciliği konserleri başlıyor
123456789

ATATÜRK’E GÖRE AYDIN-HALK İKİLEMİ

Esas temeli içimizden çıkarmalıyız

III. Selim’den itibaren başlayan modernleşme tarihimizde, özellikle Tanzimat sonrasındaki gelişmelere bakıldığında, yaşanan olumsuzluklardan dolayı aydınlarımızın Batı karşısında “edilgen” ve “aşağılık duygusu” içinde oldukları bir gerçektir. Batı’ya hayranlık duyan, Batı’nın bilim düşüncesi, felsefesi ve tekniği yerine giyimine, kuşamına, müziğine, davranış kalıplarına özenen bir aydın, okumuş adam sorunumuz vardır. “Batıcılık” anlayışımız maalesef “Batı’yı taklitçilikten” öteye geçememiştir. Batı emperyalizminin, sömürgecilik anlayışının etkisinde kalan kimi aydınlarımız, kendi sorunlarının teşhis ve tedavisinde daima zorlanmışlardır.

Atatürk, aşağıdaki sözlerinde bu yaşadıklarımızı modernleşme tarihimiz açısından yerinde tespitlerle değerlendirmektedir. O’na göre her milletin kültür ve medeniyeti farklıdır. Taklitçilik, sizi ne benzemeye çalıştığınız gibi yapar ne de kendiniz olarak kalabilirsiniz. Böyle bir faaliyetin sonu “acı” ile “hüsran” ile biter. Dünyanın ilminden, ilerlemelerinden ve buluşlarından yararlanalım, lakin esas temeli içimizden çıkaralım demiştir:  

“Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine mahsus âdetleri, kendine göre millî hususiyetleri vardır. Hiçbir millet, aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet, ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki acıdır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C: II., Ankara, 1959, s. 150)

“Bir milletin mutluluk saydığı şey, diğer bir millet için felâket olabilir. O halde bir millet, kendine göre mutluluk sayacağı bir şeye erişebilmek için başvurduğu gereç ve vasıtalar, kendi ruhundan çıkarsa o vakit maksada varabilir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C: II., s. 198)

 

Aydınlarımız halka yaklaşmalı ve halkla kaynaşmalıdır

Atatürk, aydınlarımızın millet ile olan ilişkilerine de dikkat çekmiştir. Aydın-halk ikilemini tarihi süreç içinde değerlendiren Atatürk, halka yabancılaşan, ona tepeden bakan ve hatta halkı aşağılayan elitist (seçkinci), jakoben aydınlardan çok çektiğimizi, bunun ortadan kaldırılması için “aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabiî bir uygunluk olması lâzımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı” demektedir:

“Bizim milletin, bilhassa aydınlarımızın çok dikkatle, çok ehemmiyetle göz önüne alacağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en son sırada kalışımızın -unutmayalım- memleketimizin baştanbaşa bir harabe oluşunun asıl sebebidir. Çöküşümüzün bu ana sebebini şu nokta teşkil ediyor: İslâm âlemi iki sınıf ayrı topluluklardan meydana gelir. Biri çoğunluğu teşkil eden cahil halk, diğeri azınlığı teşkil eden aydınlar. Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında tam bir karşıtlık, tam bir muhalefet vardır.

Aydınlar, asıl kütleyi kendi hedefine yöneltmek ister; halk kütlesi ve avam ise bu aydın sınıfa tâbi olmak istemez. O da başka bir yön tayinine çalışır. Aydın sınıf telkinle, doğru yolu göstermekle çoğunluk kütlesini kendi amacına göre iknaya muvaffak olamayınca, başka vasıtalara başvurur. Halka zorbalık etmeğe ve kibirlenmeye başlar; halkı keyfe göre yönetim altında bulundurmaya kalkar.

Artık, burada asıl çözümü gereken noktaya geldik. Halkı ne birinci usul ile ne de zorbalık ve keyfî yönetim ile kendi hedefimize sürüklemeye muvaffak olamadığımızı görüyoruz, neden? Bunda muvaffak olmak için, aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabiî bir uygunluk olması lâzımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Hâlbuki bizde böyle mi olmuştur? O aydınların telkinleri milletimizin ruhunun derinliğinden alınmış ülküler midir? Şüphesiz hayır!

Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat umumiyet itibariyle şu hatamız da vardır ki inceleme ve araştırmalarımıza zemin olarak çok kere kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi an’anelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarımızı almayız. Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız, milletimi en mesut millet yapayım, der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım, der. Lâkin düşünmeliyiz ki böyle bir görüş hiçbir devirde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Onun için, bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim; lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.

Milletimizin tarihini, ruhunu, an’anelerini gerçek, sağlam, dürüst bir gözle görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın gençleri arasında halk ve avama uygunluk muhakkak değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki uygunluğu temin etmek lâzımdır. Bunun için de biraz cahil halk kütlesinin yürümesini hızlandırması, biraz da aydınların çok hızlı gitmesi lâzımdır. Lâkin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade aydınlara yönelen bir vazifedir.

Gençlerimiz ve aydınlarımız, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvelâ kendi dimağlarında iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice sindirilmesi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye çok kabiliyetli bir halktır. Bu halk, eğer bir defa karşısındaki kimselerin samimiyetle kendilerine hizmet ettiklerine inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin, her şeyden evvel millete güven vermesi lâzımdır.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C: II., s. 140-142.)​