Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

ÖZGÜRLÜĞÜN İMKÂNI

Ali Osman Gündoğan

İnsanlık tarihi, önemli ölçüde özgürlükler uğruna verilmiş mücadelelerin tarihidir. Bu tarih, aynı zamanda kendini kabul ettirmenin de tarihidir. Çünkü kendini kabul ettirme, özgürlüğün kazanılması ile mümkün hale gelir. Her kendini kabul ettirme, özgürlük ile aynı yolda yürümez de. Çünkü bazı kendini kabul ettirme biçimleri, özgürlüğün kötüye kullanımının da biçimleridir. Zira efendinin köle üzerindeki kabul görüşü, patronun işçi üzerindeki kabul görüşü bir özgürlük ideasıyla ilgili değildir. Tam tersine köleleştirme edimidir. Bunun için özgürlük ve kendini kabul ettirme talebi hep aşağıdan yukarıya doğru olan bir harekettir. Bundan dolayı belki de doğru kavram, kabul görme talebi kavramıdır. Kabul görme talebi, özgürlüğü de içeren bir kavramdır. Özgürlüğün gerçekleşmediği bir durumda ahlaki olarak kişi varlığı haline gelinemediği gibi eşitlik ve adalet kavramlarının gerçekleşmesi de mümkün olmaz. Bu açıdan özgürlük, temel bir kavram gibi durmakta ve hem toplumsal ve politik hem de ahlaki olanın ideal gerçekleşmesinin koşulu gibi düşünülmektedir. Bunun yanında özgürlük, Tanrı karşısında insanın durumunu da ele almaya ve metafizik açıdan da incelenmeye muhtaçtır. Özellikle kötülük sorunu çerçevesinde düşünüldüğünde özgürlük, nedenlerin kimin elinde olduğuyla da ilgilidir. Bu yazıda özgürlüğün bazı yönlerine işaret edilecektir.

Özgürlük ile ilgili yapılan tanımlardan birisi, “Bizi içten ve dıştan gelen esir edici kuvvetlere hayır diyebilme gücüdür”, biçiminde yapılan tanımdır. Bu tanımda özgürlük, esarete karşı hayır diyebilme gücü olarak düşünülmüştür. Esaret, sadece dıştan bir baskı sonucu oluşmaz, kendi içimizden gelen esir edici kuvvetler de bizi özgür olmaktan alıkoyar. Bu tanımda özgürlüğün kendimizle olan ilişkisine, kendimizin dış dünya yani toplum ve devlet ile olan ilişki ve hatta kendimizin tabiatüstü ile olan ilişkisine dikkat çekildiğini görürüz. Aslında bu üç husus kolayca birbirinden ayrılmaz. Bununla birlikte aralarındaki farka dikkat edilmeli ama her üçünde de aslında insanın kendi durumunun öne çıktığı da görülmelidir.

Kendimizle ilişkimiz bakımından özgürlük

İnsanın kendisiyle olan ilişkisi açısından özgürlük, insan varlığının yapısıyla ilgilidir. İnsan, Kant’ın dediği gibi iki dünyanın yurttaşıdır. Doğal dünya ve akıl dünyası. Doğal dünya, zorunluluğun dünyasıdır ve nedenler ile sonuçlar arasında sıkı bir ilişki vardır. Canlı bir varlık olmak bakımından bu dünyanın yasalarına tabi olan insan, akıl varlığı olmak bakımından da özgürlük dünyasına, ahlak yasalarına tabidir.

İnsanın kendi içinden gelen esir edici kuvvetler meselesi, özgürlüğün kendimize rağmen davranmamız gerektiğini bizden talep eder. Duygusallık, bencillik, menfaatperestlik hususlarını aşabilecek bir güç gerekir. Kant’ın, “yalan söylememelisin” emrinin yerine getirilebilmesi için yalan söylememek gücünde olmak gerektiği gibi. Burada özgürlük, insanın kendisine hayır diyebilmesi, kendisine bir başkaldırısıdır. Özgürlük, burada kendisine hayır diyebilme ve başkaldırma gücünün eylem olarak açığa çıkmasına bağlıdır. Şunu da anlıyoruz ki özgürlük, bir çelişkinin, çatışmanın aşılması durumudur da. Çelişki ve çatışmanın, uyumsuzluğun olmadığı hallerde özgürlük sorunu da yoktur. Biyolojik, psikolojik etkilere maruz kalan ve bunları aşmak zorunda olan bir varlık için özgürlük sorunu vardır. Toplumla ilişki söz konusu olduğunda aynı durumla karşılaşır ve kişi bu defa toplumsal olan etkileri aşmak için mücadeleye başlar. Öyleyse özgürlük, kişinin kendisiyle ilişkisinde, daha üst amaçlara yönelik olarak üst amaçlar ile kendisi arasındaki çelişkiyi ve çatışmayı üst amaçlar lehine aşabilme gücüdür. Üst amaçtan kastedilen, ideal olandır ve bu amaç, ahlaktır. Burada göze çarpan en önemli husus şudur: İnsan iradesinin kendi varlığı üzerinde egemenlik kurması. İnsanın kendisiyle ilişkisinde özgürlüğün gerçekleşmesi, kendi üzerinde egemenlik kurmasıyla başlar. Narsistler, kendini beğenmişler, kibirliler, ötekileştirenler, dogmatikler, fanatikler, köle ruhlular, menfaatperestler, otoriteyi sevenler kendi üzerlerinde egemenlik kuramazlar ve onlar özgür değillerdir. Onlardan ahlaklı davranış da beklenemez.

Toplum ve devletle ilişkimiz bakımından özgürlük

İnsanın toplum ve devlet ile olan ilişkisindeki özgürlük sorunu da yine bir çelişki ve çatışmanın, toplum ve devlet ile olan çelişki ve çatışmanın aşılmasına bağlıdır. Herkes doğal olarak kendisi olmak ister. Kendi kendisiyle eşit olmayı arzu eder. Ne var ki toplum, her birimizi kendisine benzetmek, devlet de her birimizi kendi formuna uygun vatandaş yapmak ister. Bu isteklerin çatışması kadar doğal bir durum da yoktur. Alışkanlıklarımızın kaynağına indiğimizde görürüz ki bunların çoğu, içinde yaşadığımız toplumdan, kültürden, inanç sisteminden, gelenek-göreneklerden, eğitim sisteminin kazandırdıklarından kaynaklanır. Bireysel bir ben sahibi olduğumuz gibi toplumsal bir ben sahibiyizdir de. İçimizde davranan bir toplum vardır ve biz daha çok, içimizde davranan toplumdan korkar, onun takdirini kazanmak ister, ona evet ya da hayır deriz. Toplum karşısındaki tavrımız, irademizin gücüne göre farklılaşabilir. Eğer kişi kendisiyle olan ilişkisinde yaşadığı çelişki ve çatışmaları aşabildiyse toplumla olan ilişkisinde çelişki ve çatışmaları da aşmaya girişebilir. Çünkü özgürlük, öncelikle kendimizle giriştiğimiz mücadele test ettiğimiz bir durumdur. Ancak ilk aşamada başarısız olan, kendisinden daha güçlü bir otoritenin emrine girer. Böyle bir birey, toplum ve devletle olan ilişkide daha baştan, hayır deme iradesi yenilmiş olarak hayata devam eder. Kitleler genelde böyledir. Toplumdan ve devletten gelen esir edici kuvvetler, özgürlüğün önündeki ikinci engellerdir ve bunların da aşılması gerekir. İnsan hem kendisiyle hem de toplum ve devletle giriştiği mücadelede kendisini özgür bir varlık olarak gerçekleştirmek suretiyle kendisi olur. İlk aşamada bu, kişinin kendi varlığı üzerinde egemenlik kurması biçiminde anlaşıldığı halde ikinci aşamada artık bu kural geçerli olamaz. Çünkü devlet ve toplum üzerinde egemenlik kurmak, egemenlik kuranı maddi olarak özgür kılar gibi görünmekle birlikte, başkaları üzerinde egemenlik kurma çabası hem kendi özgürlüğünü hem de başkalarının özgürlüğünü tehlikeye sokar. Artık burada özgürlük, kurala bağlıdır. Kuralın olmadığı yerde özgürlükten bahsedilemez. Sorun, kuralın herkesin özgürlüğünü teminat altına alıp almaması sorunudur ve bütün kargaşa buradan kaynaklanır. İktidar ve yönetim biçimi özgürlüğün hem teminatı hem de onu tehdit eden bir güç olarak vücut bulabilir. Şimdilik özgürlük ile ilişkisi bakımından en uygunu demokrasidir.

Demokrasi ve özgürlük

Demokrasi, egemenliğin bir veya birkaç kişide değil, vatandaşların bütününde toplanan siyasal rejimin adıdır. Demokrasilerde egemenliğin bütün vatandaşların elinde toplanabilmesi iki şarta bağlıdır. Bunlar; eşitlik ve özgürlük. Eşitliğin olmadığı ya da bozulduğu devlette egemenlik, güçlüler lehine el değiştirir. Bu durumda totaliter rejimler ortaya çıkar. Ne var ki demokrasiye karşı yöneltilen itirazlardan biri de yine bu eşitlik fikrinden kaynaklanır. Çünkü eşitlik, ortalama insanı iktidar konumuna yükseltir ve niteliklerin elenmesine neden olur.

Özgürlük, hem ahlakiliğin hem de kamusal alanda etkin olmanın zorunlu şartıdır. Egemenliğin halkın elinde olduğunu kabul eden demokrasinin egemenlik anlayışının gerçekleşmesi, toplumda yaşayan bireylerin egemenlik ile ilgili eylemlerini gerçekleştirebilmeleri, onların özgür olmasını gerektirir. Öyleyse demokrasi, özgür ve eşit bireylerin oluşturduğu bir toplumda gerçekleşebilir. Eşit ve özgür olma hem hukuki hem de etik açıdan düşünülmelidir. Yani demokrasinin hukuki bir dayanağının yanında etik bir dayanağı da olmalıdır. Özgürlüğün hem etik hem de hukuki bir kavram olarak gerçekleştiği rejimdir demokrasi. Demokrasi, özgürlük ve eşitlik fikrine yaptığı vurguyla hem farklılıkların tanınmasına hem de farklılıklar arasındaki tartışmalara ve dolayısıyla muhalefete imkân ve izin verir. Muhalefetin olmadığı toplumlarda özgürlükler de yoktur.

Sorumluluktan özgürlüğe

Özgürlük, tek başına ele alındığında içeriğinden önemli ölçüde soyutlanma tehlikesi taşır. Kendisi mutlak değildir ama o, başka şeylerin gerçekleşmesi için şarttır. Bir şeyi başlatmakla kalmaz, o şeyin gerçekleşme sürecine bütünüyle iştirak eder. Bu açıdan özgürlük, eylemin kaynağında bulunmakla yetinmez, asıl olarak eylemin gerçekleşmesi esnasında açığa çıkar. Onun eylemin kaynağında bulunması, aktüel anlamda bulunması değil, eylemin gerçekleşmesi için bir imkân olarak bulunmasıdır. Bir imkân olarak özgürlük, gerçekleştirilmesi gereken bir imkandır. Asıl özgürlük, imkânın varoluşsal bir durum, somut bir hal kazanmasıdır.

Özgürlüğün mutlak bir değer olarak anlaşılması, özgürlüğün yanlış yollara sapmasına neden olur. O, mutlak değildir ve ancak başkalarıyla birlikte ve bir ilişkisel durumda gerçekleşir. İlişki, öznelerin mutlaklığını kabul etmez. Özneler, birbirlerine göre denilebilecek bir ontolojik duruma sahiptirler. Bu ontolojik duruma göre etik ve politik/toplumsal özgürlük durumu ortaya çıkar. Özgürlüğün sınırlanmasıdır bu. Anarşistler ile sosyalist ve Marksistler arasındaki fark da buradan kaynaklanır. Anarşistler, her türlü otoritenin, arke’nin reddi, bir bakıma yöneteni olmayanın imkânının peşindedirler. Yönetilmeyi reddettikleri gibi yönetilmeye gerek olmadığını da iddia ederler.

Özgürlüğü Tanrı’nın yokluğu, bırakılmış olmak ve varoluşun özden önce geldiği düşüncesiyle temellendiren Sartre için de özgürlük, mutlak bir biçimde ele alınır. Meşhur sözü, “özgür olmaya mahkumum” ifadesi özgürlüğün benim bir niteliğim değil, tabiatımın tam da kendisi olduğuna işaret eder. İnsan, her an seçmek ve karar vermek suretiyle bu özgürlüğü gerçekleştirir. Onu belirleyen bir öz, onun bağlanabileceği bir değerler sistemi, kendisine göre yaşayacağı bir Tanrı olmadığı için kendi kendisinin de yaratıcısı olur. Her insan kendisi için iyi olanı seçer ve seçimleriyle sadece kendisini değil, bütün insanlığı bağlar. Bu özgürlük, sadece kendisinden sorumlu olmakla kalmaz, bütün insanlardan sorumlu olmaya kadar götürür bizi. Çünkü bireysel olarak bir tercihte bulunmak, bu tercihi aynı zamanda bütün insanlara da teklif etmektir. Öyleyse özgürlük, ancak sonucunda sorumlulukla anlam kazanır. Bu anlayışta sorumluluk, özgürlüğün sonunda eyleme neden olan tercihe, eylemin kendisine ve biçimine hesap vermektir. Ya da eylemin sonucunda sorulan soruya cevap vermektir.

Özgürlük ile sorumluluk ilişkisini bunun tersine düşünenler de vardır. Sorumluluğu eylemin ilkesi haline getirmek ve sorumluluktan ötürü eyleme geçmek ve eylemin gerçekleşmesi esnasında özgürlüğün açığa çıktığını düşünmek demektir bu. Bu durumda eyleme yön veren ilke sorumluluk olmakta ve eylemin sonucunda ortaya çıkan pişmanlık, vicdan azabı gibi duyguları sorumluluk kavramından ayırmaktadır. Bu durumda sorumluluk eylemin amacını ve yönünü belirlemekte ve özgürlük, sorumluluk tarafından ve sorumluluk etkisiyle açığa çıkmakta veya çıkarılmaktadır. Devlet söz konusu olduğunda sorumluluğun özgürlüğü öncelemesi, iktidarın otoritesinin sorumluluk tarafından sınırlandığı anlamına da gelmektedir.

Sonuç olarak, yazının bütününde değinildiği çerçevede özgürlük, ister kendimizden isterse dışımızdan kaynaklansın, bizi esir alacak emirler yoluyla bir şey yapmak ya da yapmamak hususunda zorlanmamaktır; zorlanılması durumunda bu zorlamaya hayır diyebilme gücüdür ve bu gücün teminat altına alınması durumudur.