6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789

Kendilik Problemine Giriş

Doğan Göçmen

Türkiye toplumunda ‘kendi’ ve onun bir türevi olan ‘kendilik’ kavramlarıyla günlük dilimizde, günlük hayatımızda belki başka bir toplumda ve dilde olduğundan çok daha sık karşılaşırız. Fakat haklarında en az düşündüğümüz kavramlardandır bunlar. Bu kavramlarla biz örneğin günlük hayatımızda herkesin herkese söylediği, fakat söylerken kendisini hep dışarıda bıraktığı ‘kendini bil!’ buyruğunda karşılaşırız. Türkçede gündelik hayatta bu emir ile aynı anlama gelen, fakat talebin yöneltildiği kişiye ilişkin eleştiri de içeren ‘haddini bil!’ buyruğu da vardır.

Herkes herkesten diğerinin kendisiyle ilişkisinde kendisi olmasını, ne ise o olmasını ister. Dürüstlüğe ve samimiyete çağrı olarak ‘kendin ol, yeter’ denir örneğin.

Kısacası yakından baktığımızda ‘kendi’ kavramı ile aslında günlük hayatımızda her tarafta sürekli karşılaşırız. Ama onu nadiren algılarız ve onun hakkında da, bu konuda hepimiz son derece hassas olmamıza rağmen daha nadir olarak düşünürüz, çünkü onun kendiliğinden koşulsuz olarak oluştuğunu sanırız.

Fakat ‘kendi’ ve türevleri ile sadece günlük hayatımızda bu buyruklarda karşılaşmayız. Belki biraz dolaylı olarak, René Descartes’tan daha ünlü olan ve neredeyse herkes tarafından en geç okul hayatına girdikten sonra bilinen “Düşünüyorum, o halde, varım!” belirlemesi, kendini bilenin “varım” diyebileceğine işaret eder. Zira “varım” diyenin, önce “düşünüyorum” demesi gerekmektedir. “Düşünüyorum” diyen ise, düşündüğünü diğerine bildirmenin yanında, Descartes’ın belirlemeye ulaşma yöntemi dikkate alındığında aslında daha çok kendisine ilişkin bir belirlemede bulunmaktadır. Bu bakımdan “düşünüyorum” demek, ne yaptığımı bilen, yani düşündüğümü bilen kendime, ‘bene’ ilişkin bir belirlemede bulunmak demektir.

Toplumumuzda kendi kavramıyla çok daha doğrudan Aşık Veysel’in “Uzun ince bir yoldayım” şiirinde ve türküsünde karşılaşırız. Bu türküyü sanırım istisnasız herkes ezbere bilir, istisnasız herkes sever, duyduğu zaman ondan mırıldanacak en azından bir iki dizeyi hafızasında hazır bulur, fakat onda derin, kendini bilmeye çağıran bir felsefi bakış olduğunu belki çok azımız algılıyordur.

Oysa dünya, insana ve kendine yabancılaşmışlığın ağıt dolu eleştirisi olarak kendini bilmeye, kendin olmaya hüzünlü Anadolu topraklarında çok eskilerden beri gelen çok eski bir çağrıdır Aşık Veysel’in dillendirdiği. Bu çağrı aynı zamanda hem tüm insanlığadır hem de teker teker tüm insanlaradır.

Yunus Emre’nin insanı kendini insan olarak bilmeye çağıran “İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir” dizeleri ile başlayan şiiri de herkes tarafından ezbere bilinir, ezberden okunur. Fakat bu konuda epey yol kat etmiş olsak da; Aşık Veysel’in yukarıda andığım türküsünde işaret ettiği “menzile” ulaşmaktan, hep ağlayıp gülsek de, yani bedelini ödüyor olsak da, hakkını veriyor olsak bile çok uzaktayız henüz.

Bunu toplumsal yaşamımızın her tarafına sinmiş olan her türlü şiddetten, şiddet dolan günlük hayatımızdan anlıyoruz. Üstelik bizde bir de çok eskilerden bu topraklarda, yani Efes’te bir filozof tarafından, hem de Herakleitos tarafından 2 bin 5 yüz yıl önce söylenmiş “Tüm insanlara kendini bilme ve akıllı olma kapasitesi verilmiştir” diye bir söz olmasına karşın, şarkılar kendini bilmeye çağırmasına, ozanlar kendini bilmenin sözünü söylemiş olmasına rağmen.

Kendini bilmek, kendi olmak, kendilik… Kanımca ‘kendi’ kavramı insanlık tarihinin ürettiği ve insan yaşamının ve düşüncesinin merkezinde olan en zor kavramlarından birisidir.

Hesiodos’un yaşadığı yüzyılda, yani MÖ 8. yüzyılda, neredeyse 3 bin yıl önce yapılan Delfi Tapınağı’nın girişinde yazılı olan “kendini bil! buyruğu için Jean-Jacques Rousseau’nun, insanlık tarihinin ürettiği en zor sözlerden biridir, demesinin nedeni belki de budur.

Bu kavramın en zor kavramlardan birisi olduğunu, bu konuda düşünmeye, kavramı anlamlandırma çabasına girişince daha iyi anlıyoruz.

‘Kendilik nedir?’ sorusuna az çok tatmin edici bir yanıt ancak tüm bilimleri ve felsefeyi gözeten bir yerden verilebilir. Kendi kavramının temelinde her şeyden önce ‘bir’ ve ‘birey’ kavramları vardır. Bu kavramlar bir tanım için fiziği, biyolojiyi, kimyayı ve matematik de dâhil tüm bilimleri talep eder. Kendi kavramında ‘ben’ ve ‘benlik’ kavramları da saklıdır. Aynı şekilde ‘kişi’ ve ‘kişilik’ kavramlarını da kendi kavramından kazanırız. Bu kavramlara dair bir tanıma giriştiğimizde doğa bilimlerinin yanında birer modern bilim olan ekonomi politiği, psikolojiyi, sosyolojiyi ve psikiyatri tüm bilimleri yardıma çağırırız. Tabi tüm bunlara tarihsel bakış temel oluşturur.

Sadece bu söylediklerimiz dahi ‘kendi’ ve türevi olan kavramının ne kadar zor ve karmaşık bir problematiğe işaret ettiğini göstermektedir.

Gelecek yazımda kapsamlı bir analiz ve tanım denemesine girişmeden önce Aşık Veysel’in ve Yunus Emre’nin halihazırda andığım şiirlerinden hareketle problemin çerçevesini belirleyeceğim. Sonra konuya dair dil bilimlerinin ürettiği bilgilere de başvurarak soruna bilimsel bir bakış kazanacağım. En son olarak da bütün bunlardan tüm toplumu ilgilendiren genel politikaya ilişkin bazı çıkarımlar yapacağım.