Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Hayaller, gerçekler

Yusuf Kanlı

Diplomasi “dönen kapılar” gibi bir şey. Tam “bitti, kapandı” derken bir konu, bir bakıyorsunuz sanki daha yeni başlamış. Madrid’de Kuzey Atlantik İttifakı zirvesine iki kala tarihi bir diplomatik zafer kazanan Türkiye, değerini hem ABD’ye hem diğer müttefiklerine bir kez daha ispatlamış, Rus saldırganlığına karşı iki Kuzey Avrupa ülkesinin ittifaka katılması hususunda bir “diplomasi zaferi” kazanmıştı.

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine bu ülkelerin özellikle PKK, PYD terörüne karşı duruş geliştirmeleri temel şart olsa da, perde gerisinde ortak geliştirici-üretici olduğumuz F-35 programından Rus S-400 savunma sistemi alma ısrarıyla atılmamız sonrasında Türkiye’nin oluşan hava kuvvetleri zafiyetini yeni nesil F-16 uçakları ve mevcutların güncellenmesi paketlerinin alımı ile giderilmesini ABD’ye kabul ettirmek vardı. Tabii bir diğer hayal de Türkiye ile Finlandiya ve İsveç arasında imzalanacak üçlü metnin bir NATO belgesi haline gelmesiydi.

Nasıl “geri dönüş anlaşması” imzalanırken hayaller Avrupa Birliği'nden Türk vatandaşları için vize serbestisini almak idiyse, burada da amaç hem Anadolu’daki vatandaşlarımıza Türkiye’nin ABD ve NATO için hâlâ daha “evet demesine ihtiyaç duyulan ülke” olduğu hem de kaçırılan F-35 treni yerine F-16 modernizasyon ve yeni nesil F-16 alma ikamesi ile “bir diplomatik zafer” kazanıldığı mesajlarını vermek idi.

Nitekim NATO zirvesi öncesinde ABD lideri Joe Biden, birkaç kez Türkiye’nin yeni nesil F-16'lar ve mevcutların güncellenmesi paketleriyle güçlenmesinin ABD ve ortak NATO güvenliği için çok önemli olduğunu ve Kongre’yi ikna için çok gayret sarf ettiğini vurguladı.

“TERÖRLE KENDİ YASALARIMIZLA MÜCADELE EDECEĞİZ”

Daha üçlü Madrid sözleşmesinin mürekkebi kurumadan önce Finlandiya ve İsveç net mesajlar gönderdiler Ankara’ya. PKK’yı terör örgütü olarak, diğer Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, değerlendirmekle beraber, terörle kendi yasaları çerçevesinde mücadele edeceklerini, Türkiye’nin iade taleplerini de mevcut yasal süreci işleterek ele alacaklarını belirttiler.

Türkiye her ne kadar TBMM oylaması gereğinden hiç bahsetmeden NATO üyeliği vizesini her an geri çekebileceğini, iki ülkenin Türkiye’nin iade taleplerine cevaplarının gösterge olacağını söylese de “mahallenin aksi çocuğu” en azından şimdilik taleplerine cevap alamıyor gibi.

NATO üçlü belgenin “NATO belgesi” olmadığını hiç de gerekli olmadığı halde açıklayıp “Madrid’de diplomatik zafer kazandık” pozisyonunu biraz sıkıntıya sokarken, esas darbe ABD’den geldi. Kongre’nin Temsilciler Meclisi kanadı F-16 paketini “Yunanistan’a karşı kullanmama” koşuluna bağlaması bir tarafa, Biden’ın “ittifak güvenliği gereği” izahatını yetersiz bulup satışı yasaklama kararı aldı. Senato ne yapar? Bekleyip Göreceğiz. Uzlaştırma olur mu? Nasıl bir uzlaşma yapılır? Biden bu konuda ne kadar bastırır?

Ne diyeyim, “Hayaller Madrid, gerçek Ankara.” Esas sıkıntı gerek ABD’nin gerekse Türkiye’nin Avrupalı müttefiklerinin, Türkiye ile AB arasındaki yatakları ayırmadan, odaları ayırma ve şimdi de neredeyse evleri ayırma aşamasına doğru evrilen kötü ilişkilerinin güven bunalımı olduğu sonucunun hakkını teslim etmek gerekir.

AKP’li Türkiye artık Avrupa’nın yalnız ve biraz da pek hoşlanılmayan insanı. Üstelik tüm emareleriyle mevcut krizi aratacak ölçüde bir mali çözülme, stagflasyon eşiğindeki görünümüyle, henüz “hasta” değilse de “pek ümit vermeyen” bir durumda…

F-16’YA KAFA ATMAK…

Malum 15 Temmuz darbe girişiminin 6’ncı yıl dönümü ya, bazı arkadaşlar hikâye uydurmada fazla sürat yapınca kötü çuvalladılar.

Kanımca eski AKP Şanlıurfa Milletvekili Mazhar Bağlı’nın 15 Temmuz darbe girişimi sırasında "insanların, alçaktan uçan F-16'lara kafa atarak şehit oldukları" iddiası, herhalde yıllarca “absürt komedi” örneği olarak anılmayı hak etti… Akademik unvanı profesör olsa bile insanlar demek ki bazen palavranın hazzına o kadar kapılıyorlar ki binaların 11’nci katına çıkıp F-16 savaş uçaklarına kafa atan ve o nedenle şehit olan vatandaşlarla ilgili hikâye uyduruyor.

Bağlı’nın "FETÖ terör örgütü darbeye kalkıştığı zaman ilk defa toplum kimsenin tahmin edemeyeceği ve öngöremeyeceği şekilde büyük bir kahraman destanı yazarak inanılmaz başarı elde etti. 15 Temmuz gecesi insanlar, 11. katta alçaktan uçan F-16’lara kafa atarak şehit oldular" ifadeleri sadece HaberTürk tartışma programında değil, bir anda sosyal medya sayesinde tüm Türkiye’de en fazla konuşulan, üzerine şaka yapılan konu oluverdi. Gerçi bir anda yakaladığı “şöhret” Bağlı’yı kısa sürede kendine de getirdi ki "uçağa kafa atma" iddiasını "mecazi olarak söylediğini" ifade ederek sanki düzeltme yapma ihtiyacı duydu.

BEDAVA KAHRAMANLAR

Tabii insanımızın kolay yoldan dikkati çekme, ucuz kahraman olma hatta sanki savaşmış ve gazi olmuş gibi ödüllendirme, gazi maaşı alma çabaları ne ilk ne de son.

"F-16’lara kafa atma" esprisi açık ara fark atsa da 15 Temmuz'da kamyonlu fotoğrafıyla bilinen Ş.B. isimli kadınla alakalı tartışma hâlâ sürmüyor mu? Bir ara “15 Temmuz Kahramanı” sıfatıyla milletvekilliği başvurusu bile yapan, gazi maaşına ek olarak birçok kurumdan ödül ve bağış aldığı iddia edilen Ş.B., birçok kişi açısından bugün çok tartışmalı bir kimlik. “Dolandırıcı” mı, “kahraman” mı? Bu tartışma herhalde çok uzun zaman sürecek

Ş.B. “başarısıyla” ödüllense de “bedava kahraman” hikâyelerine sadece bir örnek. Neyse ki milletvekili olmadan tamamlamış “kahramanlık” öyküsünü.

Bu arada, Profesör Bağlı ya da Ş.B. ile kıyaslanınca tankın egzoz çıkışına eski fanilasını tıkayarak o kocaman savaş aletini kullanılmaz hale getirdiğini iddia eden “kahramanlar” sanki daha az yaratıcı olmuşlar gibi. Tabii Profesör Bağlı bu “yaratıcılıkla” üniversitede nasıl eğitim verir konusu Türkiye'de eğitim kalitesi bakımından ayrı ve önemli bir içerik olsa da vekilliği döneminde hangi önemli konularda yasama görevi yapmış, nelere "evet", nelere "hayır" demiş merak ediyor insan.