6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789

Albert Schweitzer

Alper Sezener

“Hayatın ıstıraplarından kurtulmanın iki yolu vardır: Müzik ve kediler.”

Çocukluğundan beri doğaya ayrı bir ilgisi vardı. En sevdiği şeylerden biri kilometrelerce yürüyüş yapmaktı.

Mizacı gereği tartışmacı ve öfkeli görünse de utangaç ve çekingen biriydi. Hayvanlara karşı ilgisi ve sevgisi vardı. Onlara yapılan zulme asla katlanamıyor, hayvanların korunması için çaba harcıyordu.

Kendine has bir üst ahlak duygusu vardı: “Yaşama karşı sorumluluk, her şeye ve herkese saygı.”

Çalışmalarında ve yazılarında derin ve etkileyici bir üsluba sahipti.

Etik yaklaşımından etkilendiği büyük Alman filozofu Kant'a ayrı bir hayranlık besliyordu. Nitekim, doktora tezini Kant'ın ahlak felsefesi üzerine yazmıştı.

Klasik müzik bir diğer tutkusuydu. Öyle ki besteci Bach'a takıntılıydı. Tüm eserlerini neredeyse ezbere bilirdi.

Müziğe, felsefeye ve doğaya olan aşırı ilgisi sonucu ortaya çıkan portre kendine özgü kişiliğini tamamlıyordu. Yaşadığı dönem ve kişisel tercihleri düşünüldüğünde melankolik bir yapıya sahip olduğu söylenebilirse de tam anlamıyla kötümser biri değildi.

İki dünya savaşı görmüş bir kuşağın temsilcisiydi. Her türlü zorluğa karşı mücadeleyi bırakmayan ve insanlıktan umudunu yitirmeyen bir duruşa sahipti.

“Fikrim karamsar ama umutlarım iyimser” diye yazmıştı bir kitabında.

*

Adı bugün çok az kişi tarafından bilinse de Albert Schweitzer (1875-1965) yaklaşık bir asır önce, çok saygın bir hümanist olarak tanınmasının yanı sıra, klasik müzik konusunda uzman bir müzisyen, iyi eğitimli bir ilahiyatçı, kalemi kuvvetli bir yazar ve yetenekli bir tıp doktoru olarak dünya çapında isim yapmış biriydi.

Çok yönlü bir karakter, gerçek bir Rönesans insanıydı.

*

Bir barış aktivisti olarak "Ulusların Kardeşliği" adına çabalarından dolayı 1952’de Nobel Barış Ödülü'nü aldı.

Her geçen gün şöhreti arttı, çevresi genişledi; büyük kitleler tarafından saygı ve ilgi gördü.

Yine de bir yazısında “Yalnızca çok nadir anlarda hayatta olmaktan gerçekten mutlu oldum” demişti.

“Çoklukta yokluk” yaşayan benzeri dehalar gibi o da kendinde fazlalığın boşluğuna uzun uzun bakıp hayıflanıyordu belki de.

*

Lutheryan bir papazın en büyük oğlu olarak o zamanlar Almanya'nın bir parçası olan Alsace’de (günümüzde Fransa’ya bağlıdır) bir köyde doğdu.

Ailesi iyi eğitimliydi. Anne tarafından büyükbabası bakandı; her iki büyükbabası da ilahiyatçı ve aynı zamanda yetenekli kilise orgcusuydu.

İlginç bir diğer bilgi: Kuzeni Anne-Marie, kendisine 'Al Amca' diye hitap eden Jean-Paul Sartre'ın annesiydi.

Strasbourg Üniversitesi'nde felsefe ve teoloji okudu ve burada 1899'da felsefe doktorasını aldı. Aynı zamanda, St. Nicholas'ta felsefe öğretmenliği ve vaiz olarak görev yaptı. Ertesi yıl ilahiyat alanında doktora derecesi aldı.

1901'den 1912'ye kadar Strasbourg Üniversitesi'nde okuduğu St. Thomas İlahiyat Fakültesi'nde çeşitli üst düzey idari görevlerde bulundu.

Tarihsel İsa'nın Arayışı (1906) adlı kitabı onu teolojik araştırmalarda bir dünya figürü haline getirdi. Bu ve diğer eserlerinde, İsa ve St. Paul'un eskatolojik (dünyanın sonuna dair) görüşlerini vurguladı ve tutumlarının dünyanın yakın sonu beklentisiyle şekillendiğini iddia etti.

Bu arada küçük yaşta piyano ve org dersleriyle başladığı seçkin müzik kariyerine devam etti. Babasının görev yaptığı kilisede ilk kez org çaldığında sadece dokuz yaşındaydı. Gençliğinden itibaren seksenlerinin ortalarına kadar, uluslararası bilinirliğe sahip bir kilise orgcusu olarak ün yaptı.

Müzikolog ve icracı olan Schweitzer, 1905'te Fransızca bir Bach biyografisi yazdı, 1906'da org yapımı ve icrası üzerine bir kitap yayınladı ve 1908'de Bach kitabını Almanca olarak yeniden yazdı. Bu çalışmasında Schweitzer, Bach'ı dini bir mistik olarak gördü ve onun müziğini doğal dünyanın kozmik güçlerine benzetti.

Yirmili yaşlarında kendi içinde bulunduğu şanslı durumla diğer birçok insanın yoksulluk içinde yaşadığı şanssız durum arasında karşılaştırma yapmaya başlamıştı. Müzik, felsefe ve din aracılığıyla değişen fikirleri, daha az şanslı olanların hayatlarında bir fark yaratmak için bir şeyler yapması gerektiği duygusunu tetikledi.

1905'te Schweitzer, gönüllü misyon doktoru olmak istediğini ailesine açıkladı ve 1913'te tıp doktoru oldu.

Bu sırada daha sonra evleneceği Helene ile tanıştı. On yıl boyunca gizli bir yazışma yürüttüler. Helene ona destek olabilmek için hemşirelik eğitimi aldı. Aynı idealleri ve özlemleri paylaşıyorlardı. Helene, Schweitzer başkalarına hizmet etme hayalini gerçekleştirdiğinde onu takip etmeye istekli olacaktı.

Schweitzer, 1912'de Helene ile evlendi. Bir yıldan kısa bir süre sonra beraber bir hastane inşa etmek için Fransız Kongo'daki (şimdi Gabon ülkesi) Lambarene'ye taşındılar.

İlk hastaneleri bir tavuk kümesindeydi. Çevre köylerden insanlar her türlü hastalığı tedavisi için buraya geliyorlardı.

Ertesi yıl Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Fransız topraklarında yaşayan Almanlar oldukları için, Schweitzer'ler düşman olarak kabul edildi, Schweitzer gözaltına alındı ​​​​ve birkaç yıl boyunca bir esir kampına konuldu.

1918'de Alsace'ye döndüler ve kızları Rhena orada doğdu. Schweitzer Afrika hakkında kitaplar yazdı ve sonrasında bir süreliğine İngiltere'ye gitti. Orada bir dizi konferans yanı sıra hastaneye yardım toplamak için org konserleri de verdi.

1924’te topladığı yardımlar ve yerlilerin de desteği sayesinde Ogooué Nehri'nin yaklaşık iki mil yukarısında bulunan hastanesi için daha fazla ek bina ve müştemilat inşa etmeye başladı. Sonunda cüzzamlılar için ayrı bir alanı da kapsayan, bin kişiden fazla insanı barındırabilecek 70 farklı yapı inşa edilmesini sağladı.

Onun hastanesi diğer hastanelerden farklıydı çünkü Schweitzer hastalarını ve refakatçılarını birlikte ağırlamak istiyordu. İnsanların hastaneye gelmek için ailelerini terk etmeye isteksiz olacağını biliyordu, bu yüzden, insanların ailelerini, akrabalarını ve aynı zamanda hayvanlarını tedavi için getirdiklerinde konaklayabilecekleri bir dizi küçük kulübe inşa ettirmişti.

1963'te hastanede akrabalarıyla birlikte 350 hasta ve cüzzamlılar koğuşunda 150 hasta vardı, hepsine yaklaşık 36 yabancı doktor, hemşire ve değişen sayıda yerli çalışan hizmet ediyordu.

Kurduğu hastane cüzzam ile mücadelede büyük başarı elde etti. Afrika’nın en önemli sağlık merkezlerinden biri oldu. Gönüllü misyon doktorluğu açısından öncülük yaptı.

*

Schweitzer, müzikal veya bilimsel ilgi alanlarını hiçbir zaman tamamen terk etmedi. Avrupa çapında konferanslar verdi ve org resitalleri verdi, kayıtlar yaptı ve 1911'de Widor ile başlayan Bach'ın eserlerinin editörlüğünü sürdürdü.

1950'lerde hidrojen bombasının geliştirilmesi girişimine karşı konuştu ve nükleer enerjinin yıkıcı amaçlar için kullanılmasına karşı dünya çapında bir protestoya öncü oldu.

Nobel Barış Ödülü'nü aldıktan sonra yaptığı konuşma “1954 Günümüz Dünyasında Barış Sorunu” (1954), dünya çapında bir tiraj elde etti.

Albert Schweitzer, bu büyük hümanist, yaklaşık elli yılını Kongo'da “öteki” kültürlerin insanlarına yardım ederek geçirdi.

Orada kısa bir süre düşman bir “uzaylı” olarak, farklı kültürlerin ayakta kalması için gerekli olduğuna inandığı tüm canlıları kapsayan etik bir ilke olan “yaşama saygı” kişisel felsefesini ortaya koydu.

4 Eylül 1965'te doksan yaşında yaşama gözlerini yumdu.

*

Albert Schweitzer’in yaşam öyküsü bize “yaşama saygı”yı anlatıyor.

“Yaşama Saygı” özünde emin olduğumuz tek şeyin, tüm canlılar gibi yaşadığımız ve yaşamaya devam etme arzumuz olduğunu söylüyor.

Birimizin ötekinden daha değerli olmadığını, herkesin eşit değerde olduğunu vurguluyor.

Bir şeyin yaşamı sürdürdüğü, ilerlettiği ve en üst düzeyine çıkardığı takdirde "iyi" olduğunu öne sürüyor. Herhangi bir şey yaşamı engeller, yok eder veya gelişimini sekteye uğratırsa onun "kötü" olduğunu ifade ediyor.

Tüm insanlığı başkalarının acısını hafifletmek için ellerinden geleni yapmaya çağırıyor.

*

Yazımızı Schweitzer’in sözleri ile sonlandıralım.

O şöyle diyor:

“Başarı mutluluğun anahtarı değildir. Mutluluk başarının anahtarıdır. Yaptığınız işi seviyorsanız başarılı olursunuz.”

“Engelleri aşarak güç kazanan kişi, zorlukların üstesinden gelebilecek güce sahiptir.”

“İnsanların taklit edebileceği harika şeyler yapın.”

“İnsan yaşamının amacı, başkalarına hizmet etmek, şefkat göstermek ve başkalarına yardım etme isteğini göstermektir.”

“Etik, insanın kendi kişiliğinin içsel mükemmelliğini güvence altına almaya yönelik faaliyetidir.”

“Etik, yaşama saygıdan başka bir şey değildir.”