Canlıların doğal denge içinde yerini alması başta toprak ve su olmak üzere doğal kaynakların verimli ve sürdürülebilir kullanımını zorunlu kılmaktadır. Toprak geçmişten bugüne aynı zamanda gücün, üretimin, siyasal psikolojinin de temel unsurlarından olmuştur. Ulusları ulus yapan temel unsurlardan birisi sahip olunan, işlenen ve korunan topraktır. Amaç dışı kullanım, hoyratça kullanım, bakımsızlık her zaman için toprağın en sevmediği ve de insan eliyle üretilen davranışlar olmuştur. Toprağın korunması, sürdürülebilir kullanımı gelecek nesillerin yaşamını da sürdürmesi açısından önem taşıyan ana göstergelerdendir. Kaynakların giderek kıtlaştığı, insanlığın gıda güvencesinin sürekli gündeme geldiği dünyada toprak artık ülkelerin üzerinde daha ciddi ve kaygıyla düşünmeleri gereken stratejik bir varlık olmuştur.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek daha fazla dikkat ve ilgi çeken tarım; küresel iklim değişiklikleri, hızlı nüfus artışı, yetersiz ve sağlıksız gıda üretimi ve dengesiz paylaşımı, yoksulluk gibi olumsuz gelişmelerle insanlığın geleceğini kaygılandırmaya başladı. Bu kaygıyı giderecek ana kaynaklardan olan toprak, ancak sürdürülebilir kullanımı ve korunması ile ülkeleri geleceğe taşıyacaktır. Bunu yapamayan ülkeler başka ülkelere bağımlılık yaşayan, bağımsızlık açısından risk taşıyacak ülkeler grubuna girecektir. Bundan dolayı da toprağı sadece üretim alanı, alım satımı yapılan bir meta olarak değil aynı zamanda ulusal bağımsızlığın da bir unsuru olarak görmek gereklilik gösteriyor.
Toprak ve su gibi temel varlıklar sadece ülkelerin ve o ülkede yaşayan insanların değil, tüm canlıların ortak malıdır. Bundan dolayı da bu üretim faktörlerini korumak, sürdürülebilir kullanımını sağlamak ve insanoğlunun şiddetinden alıkoymak herkesin ortak payda sorumluluğundadır. Çünkü bu sorumluluklar sınır tanımamaktadır. İnsanların doğada üretim için kullandıkları faktörler üzerindeki şiddeti ortadan kaldıramasak bile, en azından azaltamazsak gelecekte doğanın insanlar üzerindeki şiddetinin faturası daha ağır olacaktır. Aslında, insanoğlu bu faturanın bedelini pahalı ve acı bir biçimde de ödemeye çoktan başladı bile. Kuraklık, çölleşme, erozyon, taşkınlar vb. olaylar bu faturanın belgeleridir. İşte toprak ananın bize verdiklerini hoyratça ve şiddetle kullanan insanlık bunun bedelini de bir biçimde ödemektedir. Burada toprak benim, istediğim gibi kullanırım anlayışı ilkel bir benliğin ötesine geçememektedir.
Toprak sadece ekonomik değil sosyolojik, politik, kültürel boyutlarıyla da önemli bir kaynaktır. Toprak sadece üzerinde veya altında üretim yapılan bir alan değil, aynı zamanda bir yaşam alanıdır. Bu nedenle de toprağın özellikle sosyolojik açıdan değeri ortaya konulmadan başta tarım olmak üzere birçok konunun genel ve yapısal sorunlarının çözümü zordur. Toprağın canlı ve/veya cansızlar açısından önemini sadece ekonomik yaklaşım ile ele almak toplumsal dinamikleri ve gerçekliği göz ardı etmektir. Böyle bir bakış açısı beraberinde sadece materyalist bakışı getirir. Bu bakış açısı dünyada toplumların kalkınmasının, gıda güvencesinin, iklim belirsizliklerinin sık tartışıldığı son yıllarda artık geçerliliğini kaybetmeye başlamıştır.
Hemen hemen bütün gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de toprak mülkiyeti sadece toprağın tapusuna sahip olma ile sınırlı bir olgu değildir, yalnızca hukuksal bir olgu da değildir. Toprağın mülkiyeti; toprağın üretim aracı, değişim aracı, statü aracı olarak da kullanılış biçimine karar verme erkini, yetisini kurallara bağlayan ekonomi-politik ve sosyo-kültürel bir derinliği de içinde barındırır. Kırsal yaşam kültürü ve geleneksel bağlar açısından toprak mülkiyetinin verimli, üretken, dinamik bir üretim alanına dönüşümü genelde toprak reformu ile biçimlenir. Buradaki toprak reformu, toprağın yeniden düzenlenmesi ve üretim-kullanım ilişkilerinin hassasiyetini gerektirir. Bunun için yapılacak düzenleme toprağın büyüklüğüne, istihdama, mülkiyetin özüne, mülkiyet ilişkilerine ait olabileceği gibi toprağın diğer kaynaklarla birlikte iyileştirilmesine ve doğal üretkenliğin artırılmasına yönelik bir düzenlemeyi de içerebilir. Türkiye toprak ve tarım reformunu başaramamış bir ülke olarak, sürekli toprağın yanlış kullanımı, verimsiz ve bilinçsiz kullanımı, amaç dışı kullanımı, rant amaçlı kullanımı gibi konuları hep gündeminde bulundurmaktadır. Oysa olması gereken toprağın sürdürülebilir ve sorumlu kullanımıdır ve de bunun tartışma götürmez bir gerçek olduğunun kabullenilmesidir.
Ülkemizde nüfus artışına bağlı olarak araziler parçalanmakta, kaynaklar etkin kullanılamamakta ve de verimlilik düşmektedir. Kentleşme ile birlikte topraklar üzerinde baskı artmakta, turizm amacıyla esas kullanımının dışına çıkmakta, geçim kaygısı nedeniyle küçük üreticilerin elinden çıkmakta ve mülkiyet hareketliliği çok fazla yaşanmaktadır. Bu sorunlar toprakların gelecek açısından sürdürülebilir kullanımını ve küçük aile işletmeleri açısından mülkiyet güvencesini tehdit etmektedir. Burada bir noktayı hemen belirtmek gerekir ki, toprak ile ilgili her türlü sorun, toplumsal cinsiyet eşitliği ve mülkiyet hakkına saygı çerçevesinde çözülmeden tarımsal yapıyı sadece iyileştirme ve desteklemelerle düzeltmek mümkün olmayacaktır. Tarımı iyileştirmeye yönelik sorunlar toprak mülkiyeti kavramından ve buna bağlı sosyolojik değerlendirmelerden ayrı ele alınamaz. Toprak-insan-mülkiyet ilişkilerinde hukuksal, ekonomik, toplumsal ve kültürel öncelikler de dikkate alınma durumundadır.
Toprak önemlidir. Bireyler için de, toplumlar için de, ülkeler için de. Ülkeler toprağı korumayı ve yurttaşının toprak hakkına duyarlılığı anayasalarına da koyarlar. Bizde de Anayasa’da bu nitelik kendisine yer bulmuştur. Nitekim Anayasa’nın 44'üncü maddesine göre; “Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tespit edebilir."
Peki, gerçekten günlük hayatta ve gelecek için topraklarımızı koruyabiliyor muyuz? Topraklarımız güvende mi? 03.07.2005 tarihinde “5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun 1. maddesinde amaç şu biçimde tanımlanmıştır: “Toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, plânlı arazi kullanımını sağlayacak usûl ve esasları belirlemek”.
Kanunun 2. maddesinde ise kapsam şu biçimde ifade bulmuştur: “arazi ve toprak kaynaklarının bilimsel esaslara uygun olarak belirlenmesi, sınıflandırılması, arazi kullanım plânlarının hazırlanması, koruma ve geliştirme sürecinde toplumsal, ekonomik ve çevresel boyutlarının katılımcı yöntemlerle değerlendirilmesi, amaç dışı ve yanlış kullanımların önlenmesi, korumayı sağlayacak yöntemlerin oluşturulmasına ilişkin sorumluluk, görev ve yetkilerin tanımlanması ile ilgili usûl ve esasları kapsar ”. Diğer yandan; 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun uygulanmasına ilişkin usûl ve esasları tanımlayan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu uygulama yönetmeliği de Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak 15.Aralık. 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Burada kanun ve buna ilişkin diğer düzenlemelerin detayına girmeyeceğim. Burada “Koruma ve Kullanma” ile ilgili olarak toprak konusunda düzenlemeler yapıldıysa “Topraklarımız gerçekten güvende mi?” sorusuna yanıt bulmak gerekiyor. Turizm, sanayi, şehirleşme, madencilik (-ki topraklara en büyük zararı veren unsurlardan birisi), ikinci-üçüncü konut yapımı vd. biçimlerde amaç dışı kullanıma açılan topraklara, tarım arazilerine bakıldığında “ortak geleceğimiz için” topraklarımızın güvende olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü artık toprak bir üretim varlığı değil sermayeye dönüştürülen bir rant aracına dönüştürülmüştür. Burada da bugünümüzü geleceğimizden çalarak yaşıyoruz sonucu çıkmaktadır.
TÜGEM (o zamanki adıyla) tarafından yapılan bir çalışmaya göre; 2001-2005 yılları yani 2005 yılında kanun çıkmadan önceki 5 yıllık süreçte, 424.994 hektar araziye amaç dışı kullanım izni verilmiştir yani topraklar amaç dışı kullanım için onay almıştır. Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu'nun yürürlükte olduğu 2005-2011 tarihleri arasında ise 402.013 hektar araziye amaç dışı kullanım izni verilirmiştir. Buradan şu sonuç çıkıyor; toprakları koruma için bir kanun çıkarılmış fakat öncesi ile sonrası arasında bir değişiklik olmamış. Toprak talan edilmeye, amaç dışı kullanıma, ranta kurban ediliyor ve geleceğimizden-çocuklarımızdan çalınıyor. O zaman topraklarımız güvende diyebilir miyiz? Korumak amacıyla çıkan bir kanunu da korumak için ayrıca bir kanun mu çıkarılmalı? Ne dersiniz? 5 Aralık Dünya Toprak Günü, bu koşullarda kutlama değil, ortak geleceğimiz ve toprakların doğallığını yaşaması için bir özeleştiri ve yüzleşme günü olmalıdır.
Joeby Ragpa
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyAlexander Samokhin
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyChris Root
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
Reply