Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

40 yıllık Kani…

Yusuf Kanlı

Enteresan zamanlarda yaşıyoruz. Gerçek, algı, seçilmiş gerçek, gerçek ötesi… Nasıl arzu ediyorsan, seç al.

Gerçek ile algı arasındaki ilişki hem çok enteresan hem de amaca göre biri ya da diğeri daha önemli olabilir. Mesela halkın anayasal bilgi alma hakkını yerine getiren mesleği, yani gazeteciliği yerine getirmeye çalışan birisi, gerçek ile algının aynı olamayacağını, algının gerçekten önemli olduğunu ancak gerçeğin de her zaman bir şekilde ortaya serilmek gibi bir özelliği olduğunu gayet iyi bilmelidir.


“Güneş balçıkla sıvanmaz”

Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın veya hangi malzeme ile gerçek örtülmeye çalışılsın, “güneş balçıkla sıvanmaz”, yani hakikatin, doğrunun eninde sonunda ortaya serileceği ön kabulünü anlatır. Her zaman öyle mi olur? İddia o ki bazen yıllar sonra, hatta bazen iş işten geçtikten, çok acılar yaşandıktan sonra bile olsa doğru hep ortaya çıkar, bir şekilde adalet yerini bulur… Öyle mi gerçekten?

Nereden çıktı bu “Adalet yerini bulur” sözü şimdi? Adalet bu, öyle her zaman ele geçmesi mümkün olmayan bir kavram. Hukuki olanı var. Hakim olanın arzusuyla şekilleneni var. Cahil ve çıkarcı kadının vicdanına kalmış ya da 1960 darbesi sonrasında Yassıada’da yargılananlara özel ve kudretli bir heyetçe söylendiği gibi, evrensel hukuk nasıl görür fark etmez, birileri asılacaktır çünkü “gücü elinde bulunduranlar” öyle buyurmuştur. Yaşını büyülterek sadece 17 yaşında 3 Aralık 1980’de asılarak idam edilen Erdal Eren suçlu mu idi? On yıllarca sonra siyasi veya “hukuki” olarak aklanmak ve hatta adına anıtlar dikilmesi adaletin sağlanması anlamına gelir mi?

Siyasi katliamın sağcısı, solcusu olmaz elbette. Önemli olan hayat ve hayatın dokunulmazlığı, yaşam hakkının tüm diğer hakların anası ve temeli olmasıdır. Ölüm yatağındaki Levent Kırca’nın “devlet sanatçısı” unvanını almak, ötekileştirmek adalet kavramı ile bağdaşabilir mi? Ya da kendi bakanlığına dezenfektan ve sair hijyenik malzeme satarak “köşeyi dönen” siyasetçinin siyasi dokunulmazlık zırhı ve Meclis'teki siyasal yandaş çoğunluğu ile yargılamadan kurtulması adalet kavramı ile bir arada düşünülebilir mi?

 

Cumhuriyetsiz bir Türkiye

Cumhuriyet’in 99’uncu yıl dönümü kutlamalarının hemen öncesinde, “yüce şahsın” kararıyla, içinde Cumhuriyet geçmeyen bir “Türkiye Yüzyılı” kavramı fırladı ortaya bir yerlerden. Kusura bakmayın, sözün tamamı ahlaka mugayir, kullanmayayım. Nedense unutuldu, altyapısı olmayan duble yollar, devlet garantili ucube şehir hastaneleri, küçücük Anadolu kasabalarına koskoca havaalanları, dev köprü ve sair projeler dışında "Şahsım" hükümetinin bir tek gerçek anlamda üretimi, üreterek kalkınmayı hedefleyen bir eseri var mı?

Kullanılmayan ya da kullanılamayan havaalanlarına, köprülere, şehir hastanelerine, yollara, garantilenmiş kullanma kotaları karşılığı, milyarlarca dolar aktarılırken, “özelleştirilmiş” ya da mal varlığı değeri bile alınmadan güya özel sektöre devredilen ve hatta 50 milyon dolar olmadığından Katar’a devredilen koca tank palet fabrikası, sanki içine yuvarlandığımız ekonomik ve mali felaket durumun müsebbibini nerede aramak gerektiğini sergilemiyor mu?

 

Demokrat sansürcü!

Daha dün sansür yasasıyla Türk basınını iğdiş etmeye teşebbüs eden arkadaş, "Kemalist kültür devrimiyle 'lügatimiz' katledildi, kendimizi ifade etmekten aciz olduk" minvali bir şeyler hacet eylemiş. Behey cahil, diyecek fikir vardı da güzel Türkçe mi yetmedi? Yazsaydın istediğin alfabe ile eğer mantıklı ve anlamlı bir şecaat arz etmişsen, merak etme bulunurdu elbet birileri kafa yorup ne sirkatin söylemiş bu şahs-ı gariban diye okuyacak, tercüme edecek. Modern, demokrat ve laik Türkiye alerjinize ille de zarf aramanıza hiç gerek yok, mazrufun çürüklüğü malumudur halkın.

“Türkiye Yüzyılı” diye bir strateji belgesini, “Cumhuriyet 100 yılda çok yanlışlar yaşadı” gibi abes bir sözle izah etmeye çalışmak ve sanki Cumhuriyet’e alternatif bir yeni yüzyılın başladığını iddia etmek oldukça enteresan değil mi? Üstelik de sanki 20 yıldır iktidarda olan başka birisiymiş ve arkadaş, içinde yaşam mücadelesi verilen felaket durumun mimarı ve hatta baş müsebbibi değilmiş gibi, arkadaşın çıkış yolları önerirmiş gibi aynı kötü politikalarda ısrar edileceğini açıklaması, yarının bugünü aratacağının habercisi değil mi?

 

“Kırk yıllık Kani, olur mu Yani?”

Sansürcü iktidarın sansürden dönmesi mümkün mü? Derler ya “Kırk yıllık Kani, olur mu Yani?” Bırakın 20 yıldır neler yaşatıldığını, listelemeye gerek yok. Daha geçen hafta sabahın kör saatine 45 günlük bebeğinden koparılan, diğer arkadaşlarıyla gözaltına alınan gazeteciler hiçbir kanıt aranmadan bölücü örgüt üyeliği ile suçlandılar. Türk Tabipler Birliği'nin nasıl bir saldırı altında olduğu ortada.

Çağdaş hak, hukuk, kişisel haklar, hukuk devleti normları yakın geçmişte ne derece saygı gördü ki önümüzdeki dönemde saygı görecekleri sözüne, vaadine güvenilebilsin?

Gazeteci davete icabet edermiş falan bahanesiyle vitrin süsü olmayı kabul edip o Ankara salonunda boy gösteren, bizzat bu iktidardan çok çekmiş gazeteci arkadaşlar, kendilerine ihanet ettiler. Bir algı operasyonunun dolgu malzemesi oldular. Doğrudur, gazeteci habere, haber kaynağına küsmez. Ama “Şahsım ile görüşmek mümkün olmayacak ise de önde gelen iktidar mensuplarıyla temas ederiz” bahanesi de anlamsız. “Şahsım devleti” iktidarında tek yetkili var, gerisi teferruat.