Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Prof. Dr. Boratav: "Türkiye için Sri Lanka senaryosu gündeme gelebilir"

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, uluslararası dev bankaların vadesi gelen kredileri yenilememeleri durumunda negatif rezervleri olan Türkiye için Sri Lanka senaryosunun gündeme gelebileceğine işaret etti.

İlknur Yağumli

ANKARA- İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, doların değerlenmesinin, faiz artışlarıyla birlikte yüksek dış borç–kronik cari açık kırılganlığı içindeki çevre ekonomilerinde zincirleme kriz olasılığını güncelleştireceğini belirterek, "Arjantin, Sri Lanka, Pakistan’da yaşanmakta olan dış borç krizlerini izleyebilecek adaylar arasında Türkiye de yer almaktadır" dedi. İflas bayrağını çeken Sri Lanka ile ekonomik buhranda olan Türkiye'yi karşılaştıran Boratav, "Finans kapital Türkiye’yi daha ılımlı, Sri Lanka’yı daha sert boyutlarda cezalandırdı" dedi. Boratav, güncel siyasal seçenekler dahilinde seçimden sonra 2023'te IMF programına geçilebileceğini  kaydederek, "En acıklısı, bugün altılı mutabakat grubunun temsil ettiği ana muhalefet de 2023’te bir IMF programını adeta sessizce kabul etmiş görünüyor" diye konuştu. 

Prof. Dr. Boratav, GAZETE DURUM'a Türkiye'nin derinleşen ekonomik buhranını küresel gelişmeler çerçevesinde değerlendirdi. Boratav, sorularımızı şöyle yanıtladı:

Bir yanda küresel enflasyon artışı, resesyon endişeleri, toplumlarda huzursuzluk, halklarda ayaklanma, gıda ve enerji krizi, bir diğer yanda Ukrayna-Rusya Savaşı, NATO’nun genişlemesi derken global ekonominin geleceği nereye gidiyor?

Korona salgınının tüm dünya ekonomilerinde yarattığı şokun ardından ikinci bir şok, ABD öncülüğünde Batı’nın Rusya’ya karşı uyguladığı ekonomik yaptırımlardan kaynaklandı. Rusya’nın doğal gaz ve petrol ihracatına karşı uygulanan yaptırımlar, ilk aşamada Batı’da enerji maliyetlerini doğrudan doğruya yukarı çekti. Kamu maliyesi (transferler ve sübvansiyonlarla) telafi etmezse, enflasyonu yukarı, toplam talebi aşağı çeken bir şok… Ukrayna ve Rusya kökenli hububat arzının daralması sonunda enflasyon, bir gıda krizini de tetikleyerek hızlandı. Bu etkenlere ham madde fiyatlarının da yükselmesi eklendi. ABD’de enflasyon temposu yüzde 9’u aştı; son kırk yılın zirvesine ulaştı.

Yükselen enflasyon, finans kapital için bir kâbustur. Tepkiler, Batı’da 1980 sonrasında yaşanan stagflasyon ortamına benzerlikleri akla getiriyor. O dönemi hatırlatayım: 1974 sonrasında OPEC’in ham petrol fiyatlarını sıçratması, bugünkünü andıran enflasyonist bir şok başlatmıştı. Arada bir fark var: Bugüne göre çok daha örgütlü olan Batı işçi sınıfı, ücretlerin aşınmasını önledi; zincirleme ücret-fiyat hareketlerine yol açtı ve sonraki yıllarda enflasyonun kronikleşmesine yol açtı. Çözüm, ABD’de Fed başkanı Paul Volcker’den geldi: 1981’de politika faizini 10 puan civarında sıçratarak yüzde 20’ye çıkardı. 1981-82’de ABD ekonomisi sert bir küçülme ivmesine sürüklendi.

Yükselen faizler ve doların değerlenmesi, o tarihlerde Güney coğrafyasında neoliberalizme en fazla savrulmuş olan Latin Amerika ekonomilerinde bir dizi dış borç krizini tetikledi. 1980’li yıllar “Latin Amerika’nın kayıp on yılı” olarak da bilinir.

Stagflasyon, durgunlaşma/küçülme ile enflasyon bileşkesi bugün hortluyor mu?

Kırk yıl önceki Fed gibi, ABD’de politika faizleri hızla yukarı çekiliyor. Amerikan ekonomisi 2022’nin ilk üç ayında küçüldü. Birleşik Krallık ve AB’de de öngörüler aynı doğrultudadır. Faiz artışlarında ise Fed öncülük yaptığı için dolar avro ile eşdeğer düzeye çıkmıştır. Kırk yıl önceki stagflasyonla bugün arasında farklılıklar ve benzerlikler var. 1974 sonrasının aksine bugünlerde Batı işçi sınıfı, enflasyona karşı ücretleri koruyabilecek örgütlenme gücünde değildir. Bu nedenle parasal daralma sürerse, Batı’da enflasyon, bölüşümü sermaye lehine dönüştürdükten sonra frenlenebilir. Buna karşılık kırk yıl önce Latin Amerika’da yaşanan borç krizinin daha da yaygınlaşarak tekrarı gündemdedir.

Tüm ülkelerde devlet, şirketler ve hane halkları yüksek düzey ve oranlarda borçlanmıştır. Ulusal borçlanma oranları da zirvededir. Uluslararası finansal krize karşı 2008 sonrasında Batı’nın izlediği likidite genişlemesi sonraki yıllarda Üçüncü Dünya’nın dış borçlarını tırmandırmıştır. 2020’de korona salgını karşısında malî disiplin ilkesine açıkça son verilmiş; bütçe açıkları ve iç borç oranları yükselmiştir. Ukrayna savaşı Batı bütçelerini aynı doğrultuda etkilemektedir.

Bu gelişmeler borç krizi olasılığını artıyor mu?

Bu etkenler sonunda borç krizi olasılıklarının arttığı ısrarla ileri sürülüyor. Ulusal parası (dolar) ile dış açıklarını “ödeme” ayrıcalığına sahip olan ABD dahi, Rusya’nın rezervlerine el koyarak doların uzun vadeli itibarını tehlikeye sürüklemiştir. Kısa dönemde ise Fed faiz artışlarında öne geçmiş, dolar euro karşısında hızla değerlenmiştir. Doların değerlenmesi, faiz artışlarıyla birlikte, yüksek dış borç – kronik cari açık kırılganlığı içindeki çevre ekonomilerinde zincirleme kriz olasılıklarını güncelleştirmektedir. Arjantin, Sri Lanka, Pakistan’da yaşanmakta olan dış borç krizlerini izleyebilecek adaylar arasında Türkiye de yer almaktadır.

Önce Kazakistan emekçileri ayaklanmıştı. Şili benzeri seçim ve referandum süreçlerinden geçerek hükümet değiştirdi. Ardından Sri Lanka’da halk ayaklanıp sarayı bastı. Tümünün nedeni ortak: Saraylarda şatafat sürerken, yiyecek, ilaç ve enerji gibi zorunlu tüketim maddelerinin fiyatlarının uçması ve derinleşen yoksulluk. Sri Lanka, Gana, Arnavutluk, Makedonya, Hollanda, Arjantin… Kötü giden ekonominin yansımaları olan ve dalga dalga yayılan ayaklanmalar daha da büyür mü?

Bu kalkışmalar, neoliberalizme karşı halk sınıflarının tepkileridir. Neoliberalizm, bence, “sermayenin sınırsız tahakkümünü dünya çapında yerleştirme tasarımı” olarak tanımlanabilir. Kökenleri daha eskidir; 1980 sonrasında yaygınlaştı. 20 yıl sineye çekildi; sonra çeşitli ülkelerde halk direnmelerini tetikledi. Yer yer iktidar değişikliklerine yol açtı. İlk örnek Hugo Chavez’in 1999’da Venezuela’da iktidara gelmesidir. Son örneklerden bazılarına sorunuzda değiniyorsunuz.

Bu kalkışmalar o kadar sıklaştı ki, neoliberalizmin kaynaklarından ve uygulayıcılarından biri olan IMF bile, artık, dünya çapında bir sosyal huzursuzluk endeksi oluşturmaya ve yayımlamaya başlamıştır. Sözünü ettiğiniz kalkışmalar neoliberalizmin halk sınıfları üzerindeki sonuçları ağırlaşınca bazen kendiliğinden patlak veriyor. Sadece iktidardaki kişi veya partileri hedefleyen Sri Lanka’da olduğu gibi… İlk aşamada başarılı oldu; sonucun ne olacağı belli değil. Bazen de neoliberalizmi doğrudan hedef alan örgütlü bir muhalefet önce sokaklara taşıyor; programını seçimler yoluyla iktidara taşıyor. Şili’de, daha sonra Kolombiya’da olduğu gibi…

Sonuncu örnekler, en azından halk sınıflarının kayıplarını sistematik olarak telafiyi hedefleyen bir programın olanaklarını, sınırlarını sınayacak bir dönüşüme yol açacak mı? Latin Amerika’da “pembe dalga” adı altında iktidara gelen sol rejimler tekrar yaygınlaştı. ABD’nin o bölgedeki ekonomik ve siyasal hegemonyasına karşı kendi aralarında etkili bir işbirliği gerçekleştirirlerse tüm dünyaya örnek olabilirler. 21’nci yüzyılın başlarında petrol ve ham madde fiyatlarının yükseldiği dönemde Venezuela bu türden bir rol oynamıştı. Bugün tekrarlanması daha güç; ama ABD hegemonyasının dünya çapında gerilemesi sayesinde, hareket alanları genişleyebilecektir.

Türkiye ve Sri Lanka arasında ekonomik dinamikler açısından birçok benzer nokta var. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın enflasyonla mücadeleyi ikincil tutarak, büyüme odaklı ekonomik rotayı seçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ali Babacan (18 Haziran 2022) bir konuşmasında hükümete iflas uyarısında bulunmuştu. Türkiye Sri Lanka gibi iflasa sürüklenir mi?

Makro-ekonomik neoliberal reçeteler son yıllarda hem Sri Lanka’da, hem Türkiye’de sözünü ettiğiniz iki iktidar tarafından kısmen çiğnendi. Sri Lanka’da malî disiplin, Türkiye’de para politikası (finansal istikrar) ilkeleri göz ardı edildi. Finans kapital Türkiye’yi daha ılımlı, Sri Lanka’yı daha sert boyutlar da “cezalandırdı”. Sıcak para (spekülatif kısa vadeli yabancı sermaye) Türkiye’yi terk etti; üç döviz krizi yaşandı.

Ne var ki Türkiye, Batı ittifakı açısından jeo-stratejik öncelik taşıyan çok daha büyük bir ekonomidir; bir dış borç krizi Türkiye’nin alacaklılarını da sert etkileyecektir. Bu nedenle ticarî krediler durmadı ve uluslararası banka kredileri döndürüldü. Sri Lanka’da bu musluklar kapatıldığı için ülke temerrüde sürüklendi. Ali Babacan uluslararası finans çevrelerini yakından bilir. Büyük önem taşıyan kredi risk priminin (CDS endeksinin) 900’ü aştığını vurgulayarak, uluslararası dev bankaların vadesi gelen kredileri yenilemeyeceklerini ima ediyor. O zaman, net rezervlerini sıfırlamış, swaplar dikkate alınırsa negatif rezervleri olan Türkiye için Sri Lanka senaryosu gündeme gelebilecektir.

İktidar, sizce seçim öncesinde IMF ile anlaşma masasına oturur mu? Ya seçim sonrasında?

İktidar seçim öncesinde IMF’ye gitmez. Bakan Nebati’nin açıkça özetlediği “enflasyona değil, büyümeye öncelik…” yönelişi, az önce işaret ettiğim döviz krizleri yaşanarak Türkiye’yi bugüne getirdi. Birkaç ay daha sürdürülebilir; o kadar… Bu yönelişin bilançosu açıktır: Altı yılda yüzde 4 civarında bir büyüme gerçekleştirildi ama gelir dağılımı dramatik boyutlarda büyük sermayenin (şirketlerin, bankaların, müteahhitlerin) lehine dönüştürülerek, ücretliler yoksullaştırılarak…

Güncel siyasal seçenekler içinde bu süreç 2023’te bir IMF programı ile son bulacaktır. Ödemeler dengesi krizlerine karşı IMF’nin geleneksel reçetesi, parasal- malî daralma ve dış borçların bütçelerde faiz dışı fazla yaratılarak zaman içinde ödenmesidir. Bu program, Türkiye’nin sözünü ettiğim emek-karşıtı bölüşüm şokunu (toplumsal bunalımı) ekonomiyi küçülterek, istihdamı aşağı, işsizliği yukarı çekerek daha da ağırlaştırır. Türkiye halkının ezici çoğunluğu için kabul edilemeyecek bir gelecek…

En acıklısı, bugün altılı mutabakat grubunun temsil ettiği ana muhalefet de 2023’te bir IMF programını adeta sessizce kabul etmiş görünüyor. Nereden çıkarıyorum? Bugünkü toplumsal bunalım ortamına karşı kısa vadeli herhangi bir politika seçeneği önermekten ısrarla kaçındıkları için… Ekonomik güçlüklere karşı, vergileme içermeyen “bol keseden vaatler”in yanı sıra, “hukuk devletine dönüş” ve “stratejik planlama teşkilatının kurulması” gibi “her derde deva” sihirli iki anahtar…

Neoliberalizmi, sermayenin tahakkümünü ve bugünkü toplumsal bunalımı kalıcılaştıran IMF seçeneğinin dışında çözümler, artık Türkiye’nin Cumhuriyetçi, sol, sosyalist akımlarına, düşünürlerine, iktisatçılarına düşmektedir.