Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Prof. Dr. Ahmet Saltık: "Türkiye'de zekâ düzeyi geriliyor"

Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, yoksulluğun kalıcı hale geldiğini buna bağlı olarak toplumun zekâ seviyesinin gerilediğini belirterek, "Bu bir beka sorunu" dedi.

İlknur Yağumli

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık, beyin ve zeka gelişiminin yüzde 95'inin yaşamın ilk 2 ile 5 yılı arasında gerçekleştiğini belirterek, Türkiye'de zeka ortalamasının 90 IQ'den 87 IQ'ye düştüğünü anımsattı. Bu gerilemenin ülke için "beka" sorunu olduğunu vurgulayan Saltık, "Bir ülkenin çocuklarının beklenen zeka düzeyine erişememesi zeka fukarası, 'geri zekalı' demeye dilim varmıyor, zeka yetersizliği yaşamaları bu tabloda kaçınılmazdır. Bu durum o ülkenin geleceğini tehdit eden bir sağkalım (beka) sorunudur" diye konuştu. 

Türkiye'de yaşanan ağır ekonomik kriz bir yanda gündelik hayatı zorlaştırırken diğer yanda giderek daha geniş bir kesimi içine almaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler (BM) Gıda Programı (WFP) verilerine göre Türkiye'de yaklaşık 15 milyon kişi, yeterli gıdaya erişemiyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi'nden Pierre-Alain Fridez’in 2022 Mart’ında hazırladığı rapora göre Türkiye, çocuk yoksulluğu konusunda endişe verici ülkeler arasında. OECD’nin son verilerine göre de çocuk yoksulluğu konusunda üye ülkelerin ortalaması yüzde 12,8 olarak açıklanırken, Türkiye’de bu oran yüzde 20’nin üzerinde bulunuyor. Tüm bu veriler toplum sağlığının tehlikede olup olmadığı sorusunu akıllara getiriyor. Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (Mülkiye), Sağlık Hukuku Uzmanı ve Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, derin yoksulluğun aile, kadın, çocuk ve bebek üzerindeki etkilerini GAZETE DURUM'a değerlendirdi. Saltık, şunları söyledi:

Türkiye'de yoksulluk "miras" haline mi geliyor? Bu yoksulluk halk sağlığını kısa ve uzun erimde nasıl etkileyecek?

Anne babaların artık çocuklarına bırakacakları bir mal varlığı, bir maddi servet emekçi kesimler için büyük oranda artık yok. Aileler çocuklarına yoksulluğu miras bırakacaklar. Yanı sıra sağlıksız bir gelecek de bırakmış olacaklar. Anne karnından başlayarak yetersiz-dengesiz beslenmiş olacaklar büyük oranda. Türk-İş’in hesaplarına göre örneğin dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 19 bin TL'yi aştı. Oysa Türkiye’de asgari ücret 4 bin 250 lira. Dolayısıyla yoksulluk sınırının dörtte birinin de altında asgari ücret! Bu insanların günlük olarak yeterli-dengeli beslenmesini geçelim, karınlarını doyurmaları bile neredeyse olanaksız oluyor.

Yoksulluğun kısa ve uzun vadede halk sağlığını nasıl etkileyeceğine anne karnından başlayarak bakalım. Gebe bir kadın, gebe kalmayı planlayan bir kadın ve eşi, önceden birtakım sağlık incelemeleri yaptırmak durumunda. Örneğin diyabeti var mı, kalp hastalığı var mı, şeker hastalığı, hiper tansiyonu var mı, birtakım bulaşıcı hastalıkları var mı, aşıları tamam mı, beslenme durumu nasıl... Örneğin folik asit… Folik asit ucuz ve çok değerli bir besin ögesidir. Eğer gebelik döneminde bu vitamin eksik kalırsa gebelikten önce tamamlanmaz ise son derece ciddi doğumsal anomalilere yol açar folik asit eksikliği; nöral tüp defektleri... Omurga kanalının tam kapanmaması yüzünden omuriliğin açıkta kaldığı durum.

Daha annesinin karnında iken karnını doyuramayan bir bebek...

Gebelik döneminde anne yeterli-dengeli beslenmezse bebek aç kalır. Bebek, anne karnında aç kalır! Yani yaşama öyle handikaplı başlar ki daha annesinin karnında iken karnını doyuramayan aç kalan bir bebek. Yetersiz-dengesiz beslenme, ne denli handikaplı gördüğünüz gibi. Dolayısıyla bebek, 2 bin 500 gramın altında düşük doğum tartısı ile doğabilir. Bu, eğer gebelik zamanında tamamlandıysa gebenin o dönemlerde yeterli-dengeli beslenemediğini gösterir, açlığı gösterir! Gebelik döneminde annenin açlığını, bebeğin açlığını… Bu bebeklerin ölüm oranları çok yüksek. Hastalıklara dirençleri çok düşüktür, özellikle bulaşıcı hastalıklara, zatürreye, ishale yakalanma riskleri çok büyük ve yakalandıklarında da ölüm oranları oldukça yüksektir. Dolayısıyla büyük bir risk ve eşitsizlik söz konusudur. Büyük bir dezavantajla büyük bir eşitsizlikle dünyaya gelmiş olur bu bebekler. Yaşamda kalma şansları çok düşüktür, yaşarlarsa sağlık sorunları yakalarını bırakmaz, daha kısa ve düşük nitelikli yaşarlar..

Türkiye'de zeka ortalaması geriliyor!

Beyin ve zeka gelişiminin yüzde 95'i, yaşamın ilk 2 ila 5 yılında gerçekleşir. İlk iki yıl yeterli-dengeli beslenmeyen, aileden ve anneden yeterli sevgi ve ilgi görmeyen bebeklerin zihinsel gelişimlerinin çok yetersiz kalabildiğini yani zeka geriliğine bile uğrayabildiklerini söyleyebilirim. Son araştırmalara göre Türkiye'de zeka ortalaması geçtiğimiz yıllarda 90 IQ birimlerindeyken şu anda 87 IQ. Zeka düzeyimiz toplum olarak düşüyor. 87 IQ zeka ile 21. yüzyılda bir toplumun ayakta kalması olanaklı değil.

Zeka yönünden gerileyen toplum nasıl ayakta kalacak?

Bu bebekler yeterli-dengeli beslenseler, iyi eğitim alsalar, psikolojik destek alabilseler, zihinsel potansiyellerinin en üst sınırlarına erişebilecek 100-120 IQ veya daha yüksek zeka seviyesine ulaşabilecekler. Bir ülkenin çocuklarının beklenen zeka düzeyine erişememesi zeka fukarası, "geri zekalı" demeye dilim varmıyor, zeka yetersizliği yaşamaları bu tabloda kaçınılmazdır. Bu durum o ülkenin geleceğini tehdit eden bir sağkalım (beka) sorunudur. Zeka yetersizliğinin yaygın olduğu bir toplumda, siz nasıl 21. yüzyılda ayakta kalacaksınız, Türkiye'yi nasıl bağımsız tutacaksınız, kalkınacaksınız, gelişeceksiniz?

Türkiye'de yüzde 6-6,5 dolayında çocuk bodurluk yaşıyor

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) 2018  verilerine göre 5 yaş altındaki her 15-16 çocuğumuzdan 1’inin boyu, yaşına ver cinsiyetine göre, beklenenin “çok” (2 standart sapmadan daha çok) altında. Bu tabloda kısa dönemde çocuk hastalıkları ölümleri artar, uzun dönemde beklenen ortalama yaşam süresi düşer. Yetersiz-dengesiz beslenme nedeniyle bu çocuklarımız “bodur” kalırlar, boyları çok kısa kalır. Elimizdeki verilerle en son 2018 TNSA raporuna göre, Türkiye'de yüzde 6-6,5 dolayında “bodur” çocuk var 5 yaşın altında. Yüz kızartıcı bir tablo bu! Bodur, yaşına ve cinsiyetine göre erişmesi gereken boyun çok altında kalandır. 2018 verilerinde Türkiye'de her 100 çocuktan 6'sının (5 yaşın altında), beklenen boyun altında bodur kalması yüz kızartıcı bir durumdur ve bu oran ayrıca Türkiye içinde bölgesel eşitsizlikler gösteriyor.

Yoksulluğa mahkum sınıf atlama şansı olmayan çocuklar...

Doğu ve Güneydoğu'ya, Şırnak'a ve Batman'a gittiğimizde 5 yaş altı çocuklarda bodurluk oranı yüzde 9-10 oluyor. Şırnak'ta, Batman'da her 9-10 çocuktan 1'i bodur. Yaşına göre ileri derecede boy kısalığı içinde. Bu oran Batı'da diyelim ki Ege'de yüzde 1'e düşüyor. Bölgeler arası derin bir eşitsizliğimiz de var. Bu çocuklar zayıf, kavruk, zihinsel (mental) bakımdan yeterince gelişmemiş dolayısıyla eğitim olanaklarından da yeterince yararlanamayan, tutukluk içinde kalabilecek ve yoksulluğa mahkum sınıf atlama şansı olmayan bir biçimde kalırlar. Uzun erimde de aslında dirençleri düşük olur, ortalama yaşam süreleri düşer, yaratıcılıkları sınırlanır. Bu çocuklar erişkin olduklarında ortaya bir bilimsel yapı, bir sanat ürünü, yaratıcı bir roman, bir senaryo, bir estetik ürün, bir mimari ürün koyamazlar. Zeka gelişimleri yeterli olamayacağı için iyi eğitim de alamazlar… Yoksulun kızı/oğlu yoksul kalır. Köylü, köyü kalır; reaya oğlu reaya!

Ülkemizde yoksullaştırma politikası uygulanıyor

Ne yazık ki halkımızın çok büyük bir kesimi, son birkaç aydır özellikle Aralık 2021'den bu yana bir yoksullaştırma süreci yaşıyor. Özellikle vurguluyorum yoksullaşma değil 'yoksullaştırma'... Siyaset biliminde şöyle bir kuram vardır: Yoksullaştırılan, çaresizleştirilen, ezikleştirilen, seçeneksiz bırakılan insanlar kendilerine bu eziyeti, bu zulmü yapanların eteklerine yapışırlar. Stockholm sendromu diye bir sendrom. Kendine işkence ve eziyet yapanlara aşık bile olabiliyor hatta tapabiliyor bu sendromu yaşayanlar. Dolayısıyla Türkiye'de hala bunca korkunç yoksullaştırıcı zulüm politikalarına karşın, iktidar oylarının dörtte bir dolayından aşağıya inmeyişini bu kurama dayalı açıklayabiliriz.