Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

“Her zaman bir basamak aşağıda durdu, onu düstur edindim”

Usta yazar Rıfat Ilgaz'ın ölümünün 29. yıl dönümünde GAZETE DURUM'a konuşan oğlu Aydın Ilgaz, babasının kendisine hayatta hep bir adım geride durmasını tavsiye ettiğini ifade ederek, "'Sakın hayatta zirveye tırmanma. En tepeye çıkma. Bir basamak aşağıda dur, kafanı koparırlar' derdi. Babam her zaman bir basamak aşağıda durmuştur. Ve ben onu düstur edindim" dedi.

Deniz Dalgıç

ANKARA- Türk edebiyatına damga vuran Rıfat Ilgaz'ı, 29 yıl önce bugün sonsuzluğa uğurladık. Ölürken bile sıcaklığının bir işe yaraması için elini birine değdirmek isteyen, 7'den 70'e herkesin kalbinde taht kuran "Hababam Sınıfı"nın büyük yazarı Rıfat Ilgaz'ın oğlu Aydın Ilgaz, GAZETE DURUM'a babasını, babası üzerinden Türkiye Cumhuriyeti'nin önemli uğrak noktalarını anlattı. 82 yaşındaki yazar Aydın Ilgaz, babasının kendisine hayatta hep bir adım geride durması tavsiyesinde bulunduğunu belirterek, "'Sakın hayatta zirveye tırmanma. En tepeye çıkma. Bir basamak aşağıda dur, kafanı koparırlar' derdi. Babam her zaman bir basamak aşağıda durmuştur. Ve ben onu düstur edindim" dedi.

Toplumcu gerçekçi edebiyatın önemli temsilcilerinden Rıfat Ilgaz, 7 Temmuz 1993'te yaşamını yitirdi. Vefatının 29. yıl dönümünde oğlu Aydın Ilgaz, GAZETE DURUM’a babasını anlattı. Ilgaz'a yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:

Yazmaya nasıl başladınız? Babanızın etkisiyle mi?

Hayır. Babam bilakis “Sen bu işten uzak dur. Benim başım belaya girdi, seninki hiç girmesin” dedi. Babam 44'te çıkan şiir kitabından dolayı tutuklanınca o tarihteki sıkı yönetim, 'örfi idare' denirdi o zaman, Tophanede Askeri Cezaevi şu anki Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi'nin sanat galerisi; Tophane-i Amire diye bir yer var. Orada ilk tabutta yatan mahkumlardan biridir, dikine duran... Yazdığı şiir kitabının adı 'Sınıf' olduğu için, 141-142 bir sınıfın, diğer sınıfa tahakkümü diye. Rıfat Ilgaz'ın dosyası öyle başlar.

Annem öğretmendi. Yenikapı Ortaokulu'nda. Babamın gittiği okul da Karagümrük Ortaokulu. Oradan tutuklanan bu öğretmen genç yazar, Karartma Geceleri filminde de o olayları birebir anlatır zaten. Sınıf adlı şiir kitabından dolayı. Savaş yılları olduğu için hapishanede bir gün kadınlar günü, bir gün erkekler günüydü. Sağlığını yitiren bir kişiye yiyecek yeterince çıkmaz. Sıvı ihtiyacı olur. Biz evden yiyecek yapardık. Kadınlar gününde annem götürürdü. Erkekler gününde, ben girerdim. Annem giremezdi. Sonra babam, Hababam Sınıfı'nı yazdı. Aslında oradan ünlenmek istemezdi; şairdi, yazardı. Ama o günün ortamında maalesef biz onlarla uğraştık. “Marko Paşa'da yazdım” demek bile suç olmuştu.

Hababam Sınıfı nasıl doğdu?

Mesela Hababam Sınıfı'nı, Dolmuş mizah dergisinde 'Stepne' takma ismiyle yazmak zorunda kaldı. Stepne, yedek lastik demek. Sakıncalı bir şairdi. Bu sefer dediler ki, "Onu o yazmadı". Rusya’daki steplerden çağrışım yaptı, Rusya’daki obaların, toprakların isimleri öyledir. Stepneyle stepleri karıştırdılar. Halbuki, dolmuşun yedek lastiği anlamına gelen stepneyi kullanmıştı. Dolmuş'u da Turan Selçuk ve İlhan Selçuk çıkarırdı. Orada yazdı, Hababam Sınıfı doğdu. Ben Kabataş'ta yatılı okuduğum için yazmamı istemiyordu. Çünkü sakıncalı yazarın, şairin oğluydum. Şimdi onun üzerine babam adını değiştirdi. Hem de şair olarak da istemedi. Fakat ne hikmetse orada muazzam bir ilgi gördü. Ne zamanki ben okulu bitirdim, biraz serbest kaldık 62'lere doğru, “Ben yazdım. Benim adım Rıfat Ilgaz'dı, kullanamadım” dedi. Bu sefer ona “Yalan söylüyorsun, özeniyorsun” dediler. Takma ismini kimse kabul etmedi.

“Ben onun evladı değilim” dedim, kimse inanmadı. “Oğluyuz evladıyız” dedik, kimse inanmadı. “Şunları Rıfat Ilgaz” yazdı dedim, “Yalan söylüyorsun” dediler. “Şu dergileri, gazeteleri çıkardı” dedik, o da “yalan” dediler. Ömrü böyle geçti. Bugün sağ olsun herkes artık onu bir yere oturttu. Rıfat Ilgaz hayatı boyunca kendini ispat etmeye çalıştı. Marko Paşa'da yazdığı dönemde hapis yattı; birileri çıktı, “Orada yazmadı ki o” dedi. Yalan söylediğini iddia ettiler. Bir müddet onunla uğraştık. “Yazdım” dedi, “Yalan söylüyor, o yazıların çoğunu başkası yazdı” dediler. Bir türlü bir yere koymak istemediler onu ama halk bir yerlere koydu.

Televizyonlarda Hababam Sınıfı gösterilir, babamın adını koymazlar. İnek Şaban'ı alırlar, başka filmler yaparlar. “Onun Rıfat Ilgaz'la ilişkisi yok” derler, biz uğraşırız. Şaban derler, film yaparlar. “Filmle ilişkisi yok" derler. “İnek Şabanların yazarı Rıfat Ilgaz’dır” deyince “Yok” derler. Siz adamın adını koymaz, başka isim koyarsanız size göre öyle olur. "Var mıdır? Yok mudur? Doğru mudur? Yanlış mıdır?" diye diye bugünlere geldik.

Babanızın dediği gibi başınızın belaya girmesinden, yazmaktan hiç korkmadınız mı?

Var olmak denen bir şey var. Babam şunu yaptı: 1980'de 12 Eylül'de bayağı kötü bir yaşamı oldu. Et ve Balık Kurumu'nun mezbahasına koydular onu. Kanamalı hastayı hapis yatırdılar. Bana “Sakın ha! Bu işlere karışma” dediğinde de iş namus meselesine kaldı. Ben çocuklarıma, onun da çocuklarına ne diyeceğim? Rıfat Ilgaz onların dediği gibi mi? Yoksa bilgiyi seven, Atatürk zamanında öğretmenlik yapmış, annem de öyle. "İkisini de bir arada tutmayın, evli kalmayın, soyadınızı değiştirin" diye bir baskı yapılınca annem ve babam, iki sevgili birbirinden uzak kalmış... Ben o zamanlar 3 yaşındaydım. Ya sahip çıkacaktık ya da "Böyle bir adam benim babam değil" diyecektik. Ben Çınar Yayınları'nı kurdum. Yasaklı olan kitaplarını bastım. Onun gibi düşünen yazarların kitaplarını bastım. O kuşağın şimdiki gibi vatan haini diye adlandırılan kişilerden olmadığını kendime görev edindim. Aksine babam, Hasan Ali Yücel'in, Can Yücel'in çok yakın dostuydu. Boratav'ın “Rıfat Ilgaz'ın şiirlerini şiirden saymayanlar Cumhuriyet şiirinden anlamaz” dediği, Nazım'ın “Benden sonra gelen en büyük şair odur" dediği şairdi babam. Bunları yok saydılar.

Ben, o günün hükümetinin "kırmızı kapaklı" kitabı olduğu için "komünist" dediği Rıfat Ilgaz’ın oğlu olarak tanındım. Bu da bir genç olarak, liseli bir öğrenci olarak insanı yıkıyor. Ben öyle kötü bir adamın çocuğu değilim. Sonra ne yapıyorsunuz? 12 Eylül’de kitaplar yasaklandı. Ben "Bunların yasak olmayacağını, var olacağını söyleyeceğim, basacağım. Marko Paşa'nın ilk sayısını bulacağım, fuarlarda dağıtacağım" dedim.

Marko Paşa'nın ilk sayısına ulaşabildiniz mi?

İlk sayıya bakıyorum; “Sabahattin Ali yazmış baba” diyorum, “Ben de onu ispat etmek istiyorum” diyor. Ben bu işe Sabahattin Ali'nin yazdığı Marko Paşa'yla birlikte başladım. Bir bakıyorsun ki Sabahattin Ali'nin, Rıfat Ilgaz'ın mahkeme cezaları var. Sabahattin Ali, erken öldüğü için babamdan az yatmıştır. 48'de öldürüldü. Babam, Marko Paşa'da yazdığı için hapis yatmıştır. Bu adamı neden yok sayıyorsunuz? Fuarlarda gelip, “Yalancısın sen, Rıfat Ilgaz yazmadı Marko Paşa'yı” diyorlar. Biz varlığını ispat etmek istiyoruz. "Marko Paşa'yı yazdı, çizdi" demiyoruz. Babam, Sabahattin Ali'nin de takdir ettiği bir insandı, arkadaşıydı. Bunu ispat etmek lazım ki sonra kim olduğunu ispat edelim. Bugün bile hâlâ tekerleme gibi… Rıfat Ilgaz'ın adı, Marko Paşa’da yazdığı, şairliği geçmez. Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nın yazarı olduğunu söylediğimde “İnek Şaban’ın yazarı mı?” derler. Var olan bir insanı yok saymak için ellerinden geleni yaptılar. Bizim ülke yeni yeni kıymetini anlıyor.

Hababam Sınıfı'nı örnek alan yeni yapımlar ortaya çıktı. Bu konuda ne düşüyorsunuz?

Esinlenmek nedir ya? "Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor" diye bir eser yazılır mı ya? Rıfat Ilgaz böyle bir eser yazar mı? Rıfat Ilgaz bir öğretmen olarak okula gayri meşru çocuğunu getiren bir çocuğa, okulda büyütmesi için “İyi ki getirdin” mi der? Dünyanın hiçbir yerinde olmayan, eğitim sistemine yakışmayan bir iştir bu. Sen bunu eğitim görenlere nasıl gösterirsin? Her sevenin gayri meşru çocuğu okulda büyütülür mü? İnsanlar bunları neden düşünmüyor? Babam çıldırıyordu; “Benim eserimin içine tükürüyorlar” diye. Siz ne yapıyorsunuz? Vatandaşlar, yazarlar, çizerler, eleştirmenler, “Olur böyle şey” diyorlar.

Babanızın memleketi Kastamonu'da "İnek Şaban" karakteri nasıl karşılanıyor?

İnanır mısınız, ben bugün Kastamonu’ya gitmiyorum. Orada 15. yüzyılda yaşamış Hz. Şaban Veli Efendi’nin adı geçiyor. "Rıfat Ilgaz ona İnek Şaban dedi" diye kötülüyorlar. Peki birisi çıkıp diyor televizyonda, “Ben Hz. Şaban’ım” diye. Ona neden bir şey demiyorlar? Dini kanallarda gösteriyorlar. Ekonomik olarak işine gelenler baş tacı ediyorlar ama suçu Rıfat Ilgaz’ın üzerine atıp, "İnek Şaban" diyerek, "Hz. Şaban’a küfretmiş" diyorlar. Böyle bir Türkiye’de Rıfat Ilgaz’ın oğlu olarak babamın hakkını hukukunu korumaya çalışıyorum. Bazıları da çıkıp diyor ki: “Babanın eserlerini parayla satmaya utanmıyor musun?”

Çoğu kişi günah çıkarıyor. Tutuklandığı Kastamonu Cide’de bile hiçbir şey olmamış gibi babamın hakkında yazılar çıktı. Rıfat Ilgaz’ı orada 25 resmi, 4 sivil polis takip ederdi. Şimdikiler babama magazin haberi gibi yer veriyor. Babam Sarı Yazma’da "Kendi alın yazını kendin yazmalısın" der ve kadına saygı duyardı. Eşek yükü odun pazarda az para ederken, kadının sırtındaki odun daha çok para ediyor. Çünkü kadın daha çok yük taşıdığı için o kömür, odun para ediyor. Eşeğin sırtındaki az oluyor, hayvan çöküyor. Sarı Yazma’da bir şiiri vardı: "Kendi alın yazını kendin yaz, başkasına bırakma". Ben Rıfat Ilgaz'ın oğlu olduğum için saygı duyuyorum, aydın olarak ismimi de o koyduğu için ona layık olmaya çalışıyorum.

Sizce Rıfat Ilgaz’ın kalplerde taht kurmasının nedeni nedir?

Rıfat Ilgaz’ın özelliği, ölürken bile sıcaklığının bir işe yaramasını istiyor, elini birine değdirmek istiyor:

Elim birine değsin,

Isıtayım üşüdüyse

Boşa gitmesin son sıcaklığım!

Babanızla unutamadığınız bir anınız var mı?

Babam 12 Eylül’de yattı, çıktı. O sırada İzmir’de Hababam Sınıfı Müzikali oynuyordu. Biz oraya gitmek istiyoruz. Fakat o zaman Türk Hava Yolları’nda yöneticiyim. Babam "İzin al gidelim" dedi. Ben, “Oraya gidip, gelmek için yüklü para ister” derken, “Sen beni Susurluk’a kadar götür, gerisini hallederim” dedi. Babamı çok seven Cide’deki hakim, adını da anmak isterim; Mustafa Aydın. Oraya tayin olmuş, ben Susurluk’un hakiminin o olduğunu düşünemedim. Babamın kitap imzalaması, her şey yasak. Ben onu oraya götürüyorum. Mustafa Aydın'ın bir bankada çalışan eşini buluyoruz. O "Bırakmam sizi" diyor ve biz babamın hakim arkadaşının izniyle kitap imzalıyoruz. Yol paramızı edinip Hababam Sınıfı müzikaline gittik. Adile Naşit, Şener Şen, Derya Baykal canlı yapıyorlar, her gece. 3 bin 500 kişilik sandalyeler var. O sandalyeleri açık havada herkes eksiksiz dolduruyor. Biz de sessizce gittik, kimseye haber vermedik. Yalnız bizim Ahmet Gülhan; müfettişi oynayan çocuk, Hababam Sınıfı’nda da oynamıştı. Ona haber gönderdik. Geldi, kapıdan aldı bizi. Ve babamı o insanların içine çıkardı. Ben hayatımda bu kadar insan sevgisi görmedim. Nasıl ıslık çalıyorlar, nasıl alkışlıyorlar. Babam yeni çıkmıştı hapishaneden. Sahneden aşağı indi ve bana şunu söyledi: “Sakın hayatta zirveye tırmanma. En tepeye çıkma. Bir basamak aşağıda dur, kafanı koparırlar.” Babam her zaman bir basamak aşağıda durmuştur. Ve ben onu düstur edindim, kitaplarını bastım. Dolayısıyla geçmişteki vergi borçlarını ödüyorum. Ödenmeyen çekler, senetler çok tabii. Onun için bu işe girmek, birilerinin dediği gibi onun sırtından para kazanmak değil yaptığım. Hatta "Tacım, tahtım sana emanet" diye bir şiir yazmıştı bana:

Son sözümü henüz söylemeden

İşte geldim, gidiyorum,

Altımda bir kuru tabut!

Tacım, tahtım sana emanet!