Umut Akyürek, kızı Melek Bal Ertuğrul ile
Umut Akyürek, kızı Melek Bal Ertuğrul ile
Küçük Prens Haliç Kongre Merkezi'ne geliyor
Küçük Prens Haliç Kongre Merkezi'ne geliyor
Ferdi Tayfur'un oğlu yıllar sonra ortaya çıktı
Ferdi Tayfur'un oğlu yıllar sonra ortaya çıktı
Mehmet Ali Erbil kumarbaz
Mehmet Ali Erbil kumarbaz
123456789
Umut Akyürek, kızı Melek Bal Ertuğrul ile
Umut Akyürek, kızı Melek Bal Ertuğrul ile
Küçük Prens Haliç Kongre Merkezi'ne geliyor
Küçük Prens Haliç Kongre Merkezi'ne geliyor
Ferdi Tayfur'un oğlu yıllar sonra ortaya çıktı
Ferdi Tayfur'un oğlu yıllar sonra ortaya çıktı
Mehmet Ali Erbil kumarbaz
Mehmet Ali Erbil kumarbaz
123456789

"İnsanın İnşası"

İnsan bebeklik-çocukluk dönemini şuur ve bilinç göstermediği bir devre olarak yaşar.

Çocukta önce beş duyu gelişir. İlk olarak tatma, sonrasında görme, işitme, dokunma, koklama duyuları olarak gelişiyor. Çocukluk çağında gelişimi en belirgin olan, beş duyu bilincidir. İlk gelişim dönemlerinde iyi, kötü, çirkin gibi şeyleri beş duyu yoluyla öğreniriz.

Çocuğun gelişimine yol gösterecek kişilerin kendi kimliğini şuurunu ve hedefini belirlemiş, en azından bu bilinçle çocuk yetiştiriyor olması gerekmektedir. Çocuğa her dokunuş bir iz bırakacaktır. Her söz kişiliğine konulmuş bir tuğladır.

Yetişmek, yetiştirmek, gelişim, dönüşüm insana özgü davranış şekilleridir. Akıl yürütme yani muhakeme yine sadece insana has bir kabiliyettir.

Akıl sürekli sorular sorar. Çocukluk çağımızda da hepimiz büyüklerimize bazen akıl durduran, bazen ilginç gelen sorular sormuşuzdur. Sorulara bulunan cevaplarla birlikte zamanla akıl bir yetkinlik kazanır.

Akıl yürütme faaliyetinin belli bir disipline sokulması için mantık kullanılır. Mantık, bilgiyi aktarmanın en düzenli yoludur ancak tek başına yeterli de değildir.

Bazen bazı şeyleri sezgi ile, tecrübe ile bilgiye dönüştürürüz. Mantığın işlemez hale geldiği anlar vardır. İnanç kendini sadece mantıkla açıklamaz...

Çünkü akıl aynı zamanda aykırı sorularıyla sınırlarını aşabilir. İnsan beş duyusuyla her şeyi kavrayamaz, aklın da aciz kaldığı zamanlar olabilir. Çünkü insanın beş duyunun ötesinde bir de gönül dünyası dediğimiz kalple baktığı dünyası vardır. Sevmek gibi, beğenmek gibi. İşte bu noktada insan, eşyanın hakikatini anlayabilmek için kalp gözüyle de bakabilmeyi ister.

İnsanın davranışları, tercihlerini yaşamaya başlaması, hayatını devam ettirmesi kişiliğinin gelişimi ile iç içedir.

Bir çocuğun yetişmiş şuurlu bir ebeveyne sahip olması ile, tek başına bu eksiliğini tamamlamaya çalışması her zaman yeterli gelmeyebilir. Böyle bir ihtiyacı gözlemlemek, anlamak ve önlem almak için toplumda alacağı rollerine göre sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.

İnsanda duygu, düşünce ve davranış gelişiminin ilerlediği, arayışlarının arttığı dönem ergenlik dönemidir. Bu dönemlerde kişiye kültürel, ahlaki, çevresel ve inanç ile bilinç kazandırmak onun kimliğinin oluşumu ve hayatındaki istikametinin belirleyicileri olacaktır.

İnsanın özellikle iki devrede ergenlik yaşadığı söylenir. Fiziki ve şuur ergenliği. Fiziki ergenlik 13-16 yaşlarında kendini gösterirken, şuurda ergenlik 40’lı yaşlarda belirir. Akıl bu yaşlarda yeniden bir tür altüst oluş yaşar.

Çocukluk devremizde görerek edindiğimiz alışkanlıklar huy ve ahlakımızı, huy ve ahlâk düşüncemizi, düşüncelerimiz inancımızı, inancımız davranışlarımızı ve nihayet kişiliğimizi belirler.

Mensup olduğu toplumun hayata bakışını hem izler, hem de sürekli güncellenir insan zihni... Karakterin şekil kazanmaya başladığı ortalama devre kabul edilen 8-18 yaş arası hayatını muhakeme etmeye ve ilk olarak hangi topluma, hangi dine, hangi tarihe ait olduğunun bilincini göstermeye başlar. Kimlik bu süreçte oluşur.

Bütün bunların toplamı kişinin bir başka kişi tarafından tanınmasını sağlayan bilgiyi de kazandırır. Çocukluk döneminde görerek öğrenmeye harcadığımız zaman, giderek azalmıştır. Birçok şeyi gözlemleyerek, okuyarak, tecrübe ederek öğrenmeye başlarız. Çocukluğumuza hakim bazı duygularımız akıl ve tecrübeyle kontrol altına alınır ve kişilik akıl ile denge kazanmaya başlar.

Duygularımıza, düşüncelerimize ve davranışlarımıza gereken denge halini büyük ölçüde inandığımız din ve ahlâk ölçüleriyle sağlarız. Böylece kişilik de oturmaya başlar.

Sevgi, insanın inşasında olmazsa olmazdır. İnsan sevgi ile büyür. Sevgi ile öğrenir. Sevgi ile tanır. Sevgi ile düşünür. Sevgi ile yapar. Sevgi ile kazanır. Sevgi olmazsa “ben”lik nasıl kurulabilir? “Ben, sen, o” derken bile başkası olmadan kendimizi ifade edemeyiz.

Demek ki, başka insanlar arasında makbul ve paylaşılan bir insan olurken paylaştığımız ilk şey benliğimiz oluyor. İstesek de istemesek de böyle...

O halde hiç diyalog kurmadan da herhangi birinin davranışlarından ötürü benliğini, açıkladığı düşüncelerinden de kimliğini gözlemleyerek veya araştırma yaparak ciddi biçimde tanıyabiliriz.

İnsan aklı ve tecrübesi henüz teleskop kullanılmazken gökyüzündeki cisimlere isim koyacak bilgiye ulaşabildiğine göre elbette başka insanlar ve toplumlar hakkında da tanım ve tarih yazmaya başlayacaktı.

Kimliğimiz geçmiş ve geleceğimiz arasında “şimdi”de yaşattığımız değerimizdir. Onu geçmişten alır, “şimdi”de yaşatır ve geleceğe açık tutmaya çabalarız. Zamanla üst üste gelen katmanlar halinde oluştuğundan onu güçlü hissederiz. Çünkü o hem bir his, hem düşünce hem de tavırdır.

İnsanın benliğindeki ilk kimsesi sevgidir. Bireyin ihtiyacı olan sevginin paylaşılması toplumu birleştirecek köklerin oluşmasını sağlar.

Kimlik toplumuna yön veren kılavuzdur. Kimlik, insanda dışardan tesirle kazanılır. Annelik bir kimliktir. Babalık da... Bir takıma taraftar olmak da bir kimliktir. Toplum şuuru da oluşmaya başlar böylece.

Sosyal bilinç ve sorumluluk duygusu hayatımızın sonuna kadar kişiyi yönlendirir. Bu hal, yukarıda vurguladığımız sevginin en geniş halidir. Mutlu hayat hakkımızı paylaştığımız toplumda, zamanla yaşadıklarımızı tecrübe halinde kazanırken bazı şeyleri değer olarak miras bırakırız.

Bu süreçte toplumda hayat boyu süren benliğimiz çarpışır, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin hayata katılır. Acılar hayatın akışında yerini alır ve onun bir basamak olduğunu kabul etmeye başlarız. Acı bir fener olabilir karanlıkta yolunu gösteren. Eksiklikler tam olma ihtiyacını doğurur, yalnızlık anlaşılma isteğini hepsini anlamak paylaşmayı öğrenmeyi sağlar.

Toplum hangi yönde gideceğini bazen tek insanın yaşadığı acı ile de öğrenebilir ve o “öğretici”yi sevgiyle yüceltir. Unutmamak için yeni doğan çocuklarına anlatır.

Vatanım ve milletim için en büyük duam bu köprüyü sağlam temellerle oluşturmaya çalışmak olacaktır.