Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Ütopyalar uğruna distopyalar

​Fark ettiniz mi; yazılmış, söylenmiş, düşünülmüş tüm distopik fikirler aslında birilerinin bakış açısında ütopyalardır?  

​Bir ütopya, tipik olarak, mensupları için arzu edilen ve/veya neredeyse mükemmel özelliklere sahip olan hayali bir topluluğu veya toplumu tanımlar. Kısacası ideal toplum diyebileceğimiz ütopyanın tam tersine, distopya da istenmeyen veya korkutucu olan kurgu bir topluluk veya toplumun tanımıdır. Birbirlerinin tam zıttı olan bu olgular, öyleyse neden bir diğerini içinde barındırır?

Her ütopya birilerinin gözünden distopik bir nitelik içerir ve her distopya da bazı kimseler için ideal olan ütopyalardan doğar. Bu nedenle, bu iki olgunun bağlantısı üstüne düşününce oldukça tehlikeli bir aydınlanma yaşıyor insan. Birileri için en iyi hayat biçimi diğerleri için en kötü hayat olabilir mi? Ya da mükemmel bir topluma/toplu yaşama ulaşmak için fedakarlık yapmamız gereken özellikler bizi distopyalara mı sürükler?  

​Ne kadar bilincinde olmasak da aslında hepimiz bu kavramlar doğrultusunda yaşıyoruz. Hepimiz, kendimiz ve çevremiz için ideal bir hayata ulaşmak istiyoruz. Bu yolda bazılarımız adım atıyor, bazılarımızsa pek çabalamıyor; fakat kimse ideal bir toplumda, olabildiğince en mutlu koşulda yaşamak isteğini reddetmez. Bu sebeple, ütopya ve distopya kavramları üzerine düşünmek gereklidir. Temelinde, herkes ütopik bir yaşam tahayyül eder, fakat oldukça az insan bu yaşamın birileri adına distopik olabileceğini farkına varır.

​Bu temel ayrımı ve olağan tehlikeyi anlatmak için en iyi örnekler romanlardır. Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı, George Orwell’in 1984’ü, Yevgeny Zamyatin’in Biz’i, Thomas Moore’un Ütopya’sı, Anthony Burgess’in Otomatik Portakal’ı, Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’i ve daha fazlası.

Hayata boyut katan, hepsini okumanızı tavsiye edeceğim bu kitaplar arasından, Zamyatin’in "Biz"inden biraz bahsederek distopya ve ütopya arasındaki bu ayrılmaz ilişkiyi iyiliğimiz adına aydınlatmak istiyorum. 

​Yevgeny Zamyatin’in "Biz"’ adlı romanında, o yüzyılın teknolojisinin yardımıyla inşa edilen ve "Tek Devlet"in (kitapta bahsedilen yönetimin adı -tek otorite- ) "adil" düzeninde yaşayan bireyler tarafından yönetilen bir şehri esas alır. Kentin yapısı, yalnızca akla (duygularından ziyade) dayalı karar veren bireyleri içerir. İsimleri değil, "Tek Devlet" tarafından atanan numaraları vardır. Her sayı "‘Tek Devlet" için bir işçidir ve her biri şehirdeki işlevlerine derinden inanır. Duygulardan ve hayal gücünden kısıtlanırlar (zamanın teknolojisi de buna yardım eder). Dolayısıyla temelde şehirde bireycilik kavramı yoktur. “Biz Tanrı’dan gelir, ben ise şeytandan” der toplum.

Öyle ki şehir sadece, bireylerin cinsel ilişkiye girmeleri için belirlenmiş, ancak bununla ilgili duygulara sahip olmalarına izin verilmeyen saatler ayarlayarak üretime/nesillerin oluşmasına izin verir. İnsanlar, perdeleri sadece belirli zamanlarda kapanabilen şeffaf pencereleri olan binalarda yaşarlar. Özel hayat fikri yoktur ve dolayısıyla özgürlük fikri de yoktur, ikisine karşı arzu da yoktur. “Cennetteki ikisine bir seçim verildi; ya özgürlüksüz mutluluk ya da mutsuz özgürlük; üçüncü bir alternatif yoktu. Aptallar, özgürlüğü seçtiler ve sonra asırlarca prangaya hasret kaldılar” diye düşünür sayılar!

Sayılardan ibaret bu insanlar, sistemin kendilerine hizmet ettiğini ve her kararın sadece akılla verildiğini bilirler. İnsani özelliklerin eksikliğinin yanı sıra şehir makine olarak mükemmel algılanır ve işler. Bu "mükemmelliğe" rağmen şehir, aslında "Tek Devlet"in ideolojisine katılmayan ve insani olmanın normal/gerekli olduğunu düşünen ve sistemi bozmaya çalışan bireyleri de içinde barındırmaktadır. Bu bireylerin aklında devrim fikri vardır.

“Devrim her yerde, her şeydedir. Bu sonsuzdur. Nihai devrim yok, son sayı yok. Toplumsal devrim, sonsuz sayıdan yalnızca biridir; devrim yasası toplumsal bir yasa değil, ölçülemeyecek kadar büyük bir yasadır.”  

Devrim fikri ile bu "insancıl" sayıların uğraşları başarısızlıkla sonuçlansa da göstermeye çalıştıkları, rejimin eninde sonunda değiştirilmesinin mümkün olabileceğidir ve tek başına bu sonuç dahi aydınlanma yönünde bir başarıdır.

Ancak, "Biz" romanındaki şehirde yaşayan sayılar (bireyler) mutluluk ve özgürlük kavramlarını bir negatiflik olarak görse de görmese de bunların yokluğu şehirde eşitliği sağlar. Özgür olarak mı, özgür olmadan mı eşitlik sağlanacak; zaten asıl mesele de bu ayrım ve tercihtedir.  

​"Biz" romanındaki toplumda hem memnun hem de memnuniyetsiz insanlar mevcuttur, çünkü birinin ütopyası bir diğerinin distopyasıdır.

Bu romandan ve diğerlerinden de örnekleyebileceğimiz gibi, ütopik bir toplum yaratmak adına distopik nitelikler var olmalıdır; eşit bir hayata sahip olmak için bazı özgürlükten vazgeçilmesi gibi! Peki öyleyse, sizin ütopik idealinizde hangi distopik özellikler mevcut?

Eğer şimdiye değin kendi idealinizden bir distopya meydana gelebileceğini düşünmediyseniz ya da başkalarının idealinden doğmuş bir distopyada yaşadığınızı düşünmediyseniz de şu an uyanmanın tam vaktidir!

​Başkalarının ütopyası uğruna distopyalar yaşamamak adına…