Türkiye’nin gizli hazinesi
Türkiye’nin gizli hazinesi
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
İzmir'de markette cinayet
İzmir'de markette cinayet
123456789
Türkiye’nin gizli hazinesi
Türkiye’nin gizli hazinesi
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Uçakta kabin memuruna saldırdı
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
Barış Boyun'a 349 yıl hapis talebi
İzmir'de markette cinayet
İzmir'de markette cinayet
123456789

Çin'in "usul usul" stratejisi

Sömürge olduğu dönemden bu yana çok yol kateden Çin, ekonomi ve teknoloji alanındaki potansiyeli, güçlü ordusuyla dünya liderliğine soyunuyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin dış politikası ve Orta Doğu üzerine ders veren Selim Öterbülbül, Çin’in yükselişi ile beraber dünyanın iki kutupluluğa doğru ilerlediğini dile getirdi.

Hale Tuna Kuterdem

ANKARA- Sömürge olduğu dönemden bu yana çok yol kateden Çin, ekonomi ve teknoloji alanındaki potansiyeli, güçlü ordusuyla dünya liderliğine soyunuyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Selim Öterbülbül, Çin’in yükselişi ile beraber dünyanın iki kutupluluğa doğru ilerlediğini söyledi. Önümüzdeki dönemlerde Amerika'nın gücünün biraz daha azalıp diğer yükselen güçlerin önem kazanacağını dile getiren Öterbülbül, "Çin, bu anlamda baktığınızda dünya siyasetinde çok önemli bir aktör. Hem uluslararası kurumlara dahil olarak hem işleyişine katılarak hem de sisteme yönelik kendi eleştirilerini yönelterek bunun nasıl bir dönüşüme sahne olması gerektiğini aktarıyor" dedi.

Çin’in nereye doğru evrildiğini, son Komünist Parti Ulusal Kongresi’ni nasıl okumamız gerektiğini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin dış politikası ve Orta Doğu üzerine ders veren Selim Öterbülbül ile konuştuk.

ABD krizin farkında

Dünya düzeni nereye gidiyor, Çin ABD’yi alaşağı edip yeni bir süper güç olmayı mı planlıyor?

Dünya düzeninde bir kriz var. Bunu sadece Batı dışındaki uzmanlar söylemiyor. Bizatihi Batı’daki uzmanlar da bunu tartışıyor. Tek kutupluluk 90’larda çok revaçtaydı ve bunun üzerinden dünyanın nereye evrileceği aslında çok tartışıldı. Fakat 2000’lerle beraber "Çok kutupluluk olmalı mı, olursa nasıl olur?" şeklindeki tartışmaları da görüyoruz. Çin’in yükselişi ile beraber "Bu acaba iki kutupluluğa mı evrilir?" şeklindeki tartışmalar da alevlendi.

Fakat daha geçen hafta Foreign Affairs dergisinde 2 Harvardlı profesörün yazdığı bir makalede, ABD’nin bizatihi kendi çıkarları doğrultusunda dünyanın çok kutuplu sisteme geçişini desteklemesi gerektiği savunuldu. Bunlar ilgi çekici. Aslında bu, şunu da gösteriyor: ABD şu anda dünyadaki mevcut düzen krizinin farkında ve bunun sadece kendisini tarafından çözülemeyeceğinin de bilicinde. Ondan dolayı hem diğer güçlere de alan açmak hem de çok kutupluluğu kendi kontrolü üzerinden kademeli olarak diyebiliriz, yavaş yavaş diyebiliriz bir dönüşüm noktası olarak konuşlandırıyor.

İleriki dönemde herhalde bunun daha olası bir senaryo olduğu, dünyanın çok kutuplu bir sisteme daha da evrileceği, Amerika’nın gücünün biraz daha azalıp diğer yükselen güçlerin daha da önem kazanacağını söyleyebiliriz. Çin, bu anlamda baktığınızda dünya siyasetinde çok önemli bir aktör. Hem uluslararası kurumlara dahil olarak hem işleyişine katılarak hem de sisteme yönelik kendi eleştirilerini yönelterek bunun nasıl bir dönüşüme sahne olması gerektiğini aktarıyor.

Çin’i çevreleme politikası sürüyor

Yani çok kutuplu sisteme geçişi Amerika destekliyor ama bu arada da Çin’i çevreleme politikasını görüyoruz. Bu çelişki değil mi?

Aslında bu politika yapıcılara da çerçeve sunan bir belge. Bunun olması evet bir seçenek, yapılır yapılmaz bu politika belirleyicilerinin belirleyeceği bir seçenek. Ama bunun daha iyi ve Amerikan çıkarlarını daha doğru hizmet edecek bir yaklaşım olduğu şu anda öne atılan bir fikir. Bunu değerlendirmek lazım.

Öte yandan dediğiniz gibi “Çin’i çevrelemek” meselesi özellikle Trump dönemiyle beraber daha çok sahneye çıktı, çok daha yüksek perdeden, biraz kırıp dökerek dünya siyasetine dahil oldu ve biz bunu duyduk. Ama Biden döneminde de benzer politikaların sürdürüldüğünü görüyoruz. “Çevreleme” dediğimiz meselenin aslında biraz da soğuk savaş döneminden kopyalama olduğunu söyleyebiliriz. “Sovyetler’i çevreleme”nin alınıp, hatta aynı terimleri kullanarak bugün Çin’e uyarlanması, benzer bir mantığın ürünü. Bu bence yanlış bir eşleştirme. Fakat uygulamaya baktığınız zaman evet benzer bir amaç güdülüyor.

ABD’nin Güneydoğu Asya’ya yönelmesi

Bu Obama döneminden başlayan bir şey aslında. Hatırlarsanız o zaman Hillary Clinton’ın makalesinde ABD’nin Asya’ya dönüşü, “Asia Pivot” dedikleri bir mesele vardı. Amerika'nın Asya Pasifik bölgesinde tekrar aktif bir güç olacağı, oraya askeri güçlerini yığacağı şeklinde başlayan bir süreçti. Bu, daha somutlaşan bir dönüm noktası olduğu için söylüyorum. Onun ardından Amerikan devletinin bölgesel örgütlenmelerinin daha da arttığını, ikili ilişkileri çok daha kuvvetlendirdiğini görüyoruz. Bu Çin’in yükselişinden bağımsız değerlendirilemez. Çünkü ABD’nin herhangi bir bölgede bıraktığı boşluğu Çin çok rahat doldurabiliyor. Çünkü hem böyle bir gücü var hem de sistemin boşluklarından faydalanmak, onun sistemi dönüştürmesi açısından çok büyük bir avantaj sağlıyor.

Çin, yükselişini “barışçıl” yapacağını söylüyor

Peki Çin kendi bakış açısından Amerika’yı alaşağı etmek istiyor mu?

Şöyle söyleyebilirim, bu konu hakkında çok temel iki yaklaşım var. Biri, 2000’lerin başından itibaren özellikle Çin’in resmi söylemi tarafından ilan edilen barışçıl yükseliş meselesi.

Bu öncelikle barışçıl yükseliş, daha sonra barışçıl kalkınma ve Xi Jinping döneminde de son 10 yılda “kalkınmacı iş birliği” şeklinde evrildi ve Çin resmi söylemi bundan sapma yaşamıyor. Bunda vurgulanan nokta şu: Biz hegemonik amaçlar gütmüyoruz, barışçıl bir şekilde kalkınmayı hedefliyoruz ve bu kalkınmayı da karşılıklı iş birliğine “kazan kazan” prensiplerine dayalı olarak gerçekleştirmek istiyoruz. Bunu sürekli vurguluyorlar ve bunu yaparken de tarihsel örneklerden başlayıp yani “Çin hiçbir zaman koloniyal amaçlar gütmedi, böyle bir pratiğe sahip değilden başlayıp günümüzde kurduğu ikili ilişkiler, ticari ilişkilere kadar evrilen ve biz hiçbir zaman sizi sömürmeye yönelik bir şey yapmıyoruz, aksine Batı’nın pratiklerinden farklı bir büyük güç imajı çizmeyi hedefliyoruz”u önceleyen söyleme sahip. Bu söylemde hiçbir değişiklik yok ve eğer siz Çin resmi söylemini esas kabul edeceksiniz, Çin hiçbir zaman hegemonik amaçlar gütmüyor diyebiliriz.

ABD’de “çatışma kaçınılmaz” diye düşünenler ağırlıkta

Öte yandan özellikle 90’ların sonundan itibaren Amerikan merkezli eleştiriler diyebileceğimiz noktada ise Çin’in bu yükselişinin nihayetinde kaçınılmaz olarak hatta, tarihin gerçeği olarak nasıl ki Hollanda’dan İngiltere’ye İngiltere’den Amerika’ya evrilen bir hegemonik güç varsa, her yükselen gücün neticede hegemonik olarak zirvede olmayı hedeflediği varsayımından hareketle Çin’in de nihayetinde Amerikan hegemonyasını zedeleyecek tutumlara sahip olduğu ve sonunda da hegemon güç olmayı hedeflediği savunuluyor.

2008 krizinde de büyümesi şaşırttı

Bu, dediğim gibi 90’ların sonundan itibaren başlıyor, fakat baktığınız zaman özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra ayyuka çıktı. Çünkü ekonomik krizden bütün dünya etkilenirken, Çin’in büyümeye devam etmesi, bir anda gerçekten dünyanın ikinci en büyük ekonomik gücü olarak dünya sahnesinde olması herkesin dikkatini celbetti. O yüzden son 10 yılda da bu büyük ekonomik gücün nereye evrileceği asıl tartışma konusu.

Bu ikinci yorum olarak değerlendirdiğimiz daha “agresif”, daha saldırgan bir Çin dış politikası tarifinde, biz bunun altını çizildiğini görüyoruz. Örneğin Çin bu ekonomik güce sahip ve bunun askeri olarak yatırımlara nasıl evrildiği, askeri modernizasyonunda, silah envanterinde, teknolojik gelişmelerinde nerelere evrildiği ya da sanayi üretiminde yeni sanayi trendlerini nasıl yakaladığı, Sanayi 4.0 dönüşümünü nasıl yaptığı, hatta ve hatta teknolojik hırsızlıklardan başlayan pek çok konuda Çin’in nasıl eleştirildiği, Trump döneminde ticaret savaşlarına kadar yuanın değerini veya değersiz olması tartışmalarına evrilen pek çok şeyin işaret edilip, bu ekonomik gücün aslında siyasi ve politik olarak hegemonik amaçlar için nüve teşkil ettiği vurgulanıyor bu ikinci yorumda.

“Güvenlik” vurgusu iki katına çıktı

Çin Komünist Partisinin son kongresinde Xi Jinping sürekli olarak güvenlik ve teknoloji vurgusu yaptı. Bu bir politika değişikliği anlamına geliyor mu?

Parti Kongresi'nde Xi Jinping’in verdiği rapor, tarihte ilk defa güvenlik vurgusunun ekonomi vurgusunun üstüne çıktığı bir belge niteliğinde.

Bu çok önemli. İkinci olarak da biz şunu görüyoruz; başlangıcından itibaren bu iki mesele de elbette ki yer alıyor. Bir önceki kongre ile değerlendirelim. Bir önceki kongreye göre iki katına çıkarak bu güvenlik vurgusunun arttığını görüyoruz. Politika belgesinde bunun olması demek, politik elitlerin bu yönde bir iradesinin olduğunu gösteriyor. Biz şunu görüyoruz ki Çin açısından güvenlik meseleleri artık gerçekten önemli.

Ekonomi de güvenlik kavramına dahil

Ve güvenliği sadece askeri güvenlik, tehditlerle mücadele, terörizmle mücadele olarak değerlendirmeye gerek yok. Çok daha geniş bir perspektif olarak, örneğin ekonomik büyümenin, istikrarlı kalkınmanın sürdürülebilirliği de güvenlik açısından bir mesele. Bunları da dahil ettiğinizde, aslında güvenliğin boyutları çok fazla.

Çin Komünist Partisi açısından en en önemli mesele, partinin ve rejimin güvenliğini sağlamak. Ve bunun istikrarını bozacak herhangi bir gelişmenin önünü almak. Özellikle dışarıdan gelebilecek eleştiriler ve bunların yıpratıcı etkilerini göz önüne aldığınızda.

O yüzden bu güvenlik vurgusunun bu denli artması aynı zamanda içerideki yükselen milliyetçilik, Çin’in yeniden bir büyük güç olarak dünya sahnesinde yerini alması ve Xi Jinping döneminde ortaya çıkan belli başlı terimler üzerinden somutlaşıyor. Örneğin “sorumlu bir büyük güç olmak” gibi bir terim üzerinden Çin dış politikası tarif ediliyor. Xi Jinping döneminde biz kurt diplomatlar dediğimiz çok daha aktif olarak dünya meselelerine ve bulundukları ülkelere yönelik yorum yapan diplomatları görüyoruz. Biz her zaman için Çin’i daha düşük profili ile daha diplomatik söylemleri ile anarken, örneğin belli konularda çok daha reaksiyonel, ön alıcı ve proaktif şekilde bu tartışmalara katılır hale geldiğini görüyoruz. Bu da aslında güvenlik, siyasi , diplomatik ve ekonomik boyutuyla da Çin’in yeni dönemde ayrı bir dış politika izlediğini, aynı zamanda sisteme yönelik eleştirilerini de her açıdan dile getirdiğini gösteren bir nitelik taşıyor.

İnsanlar maskesiz eğlenirken görülsün istemiyorlar

İçeride şaşırtıcı biçimde kovid protestoları olduğunu gördük. Hem de yüz tanıma teknolojileri olduğu halde insanlar sokağa dökülmekten çekinmedi. İç barış tehlikede mi?

Kovid protestoları dediğimiz mesele özellikle karantina kısıtlamaları sebebiyle başlıyor ve bütün dünyada belirli bir aşılanma sayesinde bağışıklık kazandırılarak toplumlar normale dönerken, Çin’de hâlâ karantinanın ve hastalığın ilk dönemindeymiş gibi önlemlerin alınması ve bunun çok sıkı uygulanması tepki çekiyor. Yani bütün dünya normale dönerken neden Çin sürekli iki ileri bir geri şeklinde ilerliyor. Bu toplumda da karşılığı olan bir yansıma.

Örneğin Dünya Kupası şu anda oynanıyor ve o görüntülerde taraftarları gösteren kareler Çin’de yayınlanırken engellendi. Çünkü taraftarlar maskesiz bir şekilde eğlenir halde görünürken, Çin’deki insanların karantina içinde bu kısıtlamalara tabi olarak yaşadıkları, bu ayrımın farkedilmemesi üzerinden güdülen bir politika görüyoruz.

Elbette ki bunların sosyal hayatta çok büyük yansımaları var. Yani biz kendi toplumumuzda dahi bugün bir hafta karantinaya giriyoruz dediğinizde nasıl tepkiler gelecekse, Çin’de bu çok daha sert uygulanıyor. Devlet denetimi, en başından itibaren sıfır vaka politikasına dayalı olarak izleniyor.

Gösteriler başka protestolara evrilme tehlikesi barındırıyor

Fakat biz şunu da görüyoruz: Özellikle toplumsal tepkilerin son olaylar özelinde başka dinamiklerle de desteklendiğini. Örneğin Sincan bölgesinde çıkan yangında, aynı şekilde devleti eleştirmeye yönelik tepkilerin de dahil edildiğini, Hong Kong’daki öğrenci hareketlerinin yine kovid protestolarıyla hemhal olarak aynı gruplar tarafından dillendirildiğini görüyoruz. Bunlar aslında bir anda protestoları apayrı bir yere evrilebileceği yönünde tedirginlik de yarattı.

O yüzden herhalde geri adım atmalarının minik minik geriye çekilmelerinin sebebi, daha da büyümesini önlemek olabilir mi?

Şu anda açıklanan kararda eskiden beri devam eden sıfır vaka meselesine, bu politikaya yönelik vurgu yok. Bu aslında önemli bir kırılma. Belki gelecekte, yakın dönemde bundan vazgeçilecek ama bir anda biz bundan vazgeçtik şeklinde bir açıklama olmuyor, önce tonu düşürülüyor, görünmez kılınıyor ondan sonra değişiklik yapılıyor. Genel olarak Çin politikasında içerideki politikalar da böyle devam ediyor. Çünkü meselenin toplumsal boyutu herkesi etkiliyor ve buna başka krizler de eklendiği zaman, örneğin üniversitedeki öğrencilerin protestoları, başka bir yerdeki felakete yeterli müdahale yapılmadığına yönelik protestolar da eklendiği zaman bir anda kapsamı genişliyor. Bu da partinin, rejimin istikrarını etkileyecek bir mesele. O yüzden hemen bundan geri adım atılıyor.

SÜRECEK...

Zorla dünyaya açtılar, şimdi baş edemiyorlar

Teknoloji ve ekonomi en önemli araç