Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Otokrasinin kurumsallaşması

Anlaşıldığı kadarıyla önümüzdeki günlerde gerek Basın Kanunu gerekse de diğer birçok kanunda değişiklik yapan yasa teklifi, gazetecilerin ve gazeteci örgütlerinin tüm uğraşlarına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'na getirilecek ve büyük bir hızla da yasalaşacaktır. Böylece zaten iyice daralan ifade ve iletişim özgürlüğü, basın özgürlüğü, sadece gazeteciler için değil tüm vatandaşlarımız açısından hapis ile sansür arasında tercih yapılacağı, “tamamıyla özgür” bir alan haline gelecektir. Sanki bu güzelim ülkede herkes, her an ve her konuda herhangi bir ifadede bulunduğu anda Rus ruleti oynayacak.

Haziran ayında bu konu Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı'ndaki bir arkadaşın gayretkeşliği ve iş birlikçileri vasıtasıyla ülke ve siyaset gündemine son geldiğinde, Medya Dayanışma Grubu öncülüğünde ülkenin önde gelen medya ve sivil toplum kuruluşlarının büyük çoğunluğunun iş birliği ile özellikle yerel medyanın ve örgütlerinin katılımıyla, yasa teklifini geçici olarak da olsa def edilebilmiştik.


Dezenformasyon bahane, amaç başka...

Arka planında ülke sevgisi ve iyi niyet değil otokrasinin kurumsallaşması olduğu apaçık olan bu yasa teklifi; tek adam rejimini, üç kurumu güçlendirerek, onları herhangi bir demokraside olması düşünülemeyecek yetkilerle donatmayı amaçlamaktadır.

Bu yasa, hedeflendiği gibi 4 Ekim’de TBMM Genel Kurulu'na gelmesi ve yine muhalefetin sesi de kısılarak 2-3 günde, yani hafta sonuna kadar yasalaşması durumunda, ifade ve basın özgürlüğü önüne şimdiye kadar tahayyül bile edilemeyecek bir duvar örecektir. Bu yasanın 29’uncu maddesiyle, “Halkı yanıltıcıyı bilgiyi alenen yaymak” gibi bir yeni suç tanımı oluşacak, bu kapsamda üç yıla kadar hapis cezaları verilebilecektir. Tanımı net yapılmamış, muğlak ifadelerle, tıpkı Terörle Mücadele Kanunu'ndaki "Muğlak ve muhalifse at torbaya" mantığıyla, istenilen herkesi susturma amaçlı bir “suç” anlayışıyla, neyin “dezenformasyon” neyin “doğru haber” olduğuna siyasi iktidarın karar vereceği bir yapılanmayla haber kriminalize edilecek, bilgi almak hak değil, suçlanma sebebi olacaktır.


Sadece basın değil, halk da susturuluyor

Sosyal medyada bu haberi paylaşan normal vatandaşlar, yasanın muğlak tanımlamaları yüzünden sırf paylaşımları ya da kullandıkları anahtar kelimeler nedeniyle “örgüt üyesi” olarak kabul edilip, 3 yıldan 4,5 yıla kadar hapis cezasıyla karşılaşabilecektir. Elbette yasa tasarısında sadece “örgüt” denmekte, ayrıca bir tanımlama getirilmemektedir. Yargıtay kararlarında defalarca, "Cezalandırılabilecek 'örgüt' ancak terörle veya suçla doğrudan ilişkili olmalıdır" denmektedir, ancak mahkemelerimizin çok kabiliyetli mahkeme heyetleri nedense bu uyarıları ya okuyamıyorlar ya anlayamıyorlar ya da hiç takmamayı tercih ediyorlar. Şimdi farklı mı olacaktır? Hiç sanmıyorum.

Özellikle bazı önde gelen iktidar milletvekilleri, yasadaki suçların işlenmesi için çok ciddi tarifler ve oldukça yüksek koşullar konulduğundan neredeyse hiç kimsenin bu yasa altında mahkûm edilmesinin mümkün olmayacağını, hatta bu yasada tarif edilen suçların işlenmesinin mümkün olmadığını söyleyerek muhalifleri ve gazetecileri teskin etmeye çalışmaktadırlar. Durum gerçekten o kadar net ise bu yasayı niye yapıyor iktidar partileri?


Türkiye ne İran ne de Çin'dir

Endişeler yersizse ve bu ülkede ifade ve basın özgürlüğü etkilenmeyecek, hele vatandaşların ifade özgürlüğü hiç daralmayacak ise ne maksatla, "Talep etmesi durumunda her türlü kişisel bilgileri sosyal medya platformları ya Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'na (BTK) verecek ya da global cirolarının yüzde 3’üne kadar cezayı ödemeye mahkum olabilecekler" gibi bir ifade bu tasarıda var? Veya BTK’ya, kişisel bilgileri vermemesi veya talep ettiği iletişim kısıtlama gibi yaptırımlara uymaması durumunda, sosyal medya devlerine Türkiye’den erişimin bant genişliğinin yüzde 95 daraltılma yetkesi vermesinin anlamı ne olabilir? Üstelik, yanlış haber ya da dezenformasyonu kimin tanımlayacağı dikkate alınır ise şüphesiz ki bu adımlar hem seçime yönelik tedbirlerdir hem de yasanın TBMM’den geçişi sonrasındaki daha da koyulaşacak koşulların habercisidir. Bu adımlar muhaliflerin, muhaliflerin seslerini aktaranlarını, rejime eleştirel bakanların susturulması operasyonu değil de nedir?

Türkiye ne bir İran ne de Çin. Global sosyal medya platformlarında bu tür tedbirlerin alınması, sonsuza kadar sonuç vermesi, başarılı olması elbette ki mümkün değildir. Türkiye, ne Çin gibi kendine özgür bir sosyal platform ağı oluşturabilir ya da halkına bunu kabul ettirebilir ne de İran gibi sonsuza kadar polisiye tedbirlerle sorunları hasıraltı edebilir. İran da zaten artık yapamamakta.


Otokrasinin üç kurumu: RTÜK, BTK, BİK

BTK’nın yanı sıra mevcut rejim sansürcüsü Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun (RTÜK) yanında etkin bir “disiplin” aracı olarak Basın İlan Kurumu (BİK) da yapılandırılmak istenmektedir. Bir yandan, muğlak ve keyfi ahlak genelgesiyle mahallenin namusunu koruması ya da Türkiye’nin siyasi iktidarın arzusuna uygun şekilde muhafazakârlaşması, siyasi İslam’ın egemenliğini köklendirmesi hedeflenirken, buna karşı çıkanları cezalandırma çabalarına girişildi. Diğer yandan da ilk kez "internet haber sitesi" kavramı Türkiye mevzuatına girerken ve o alanda görev yapan çalışanların diğer gazeteciler gibi özlük hakları tanınırken, televizyonlarda yapıldığı gibi internet medyasına da BİK'in muhtar olarak atanmasına çalışıldı. Bu arada da BİK’in yazılı medya üzerindeki egemenliği de kuvvetlendirildi. İlave hiçbir kaynak sağlanmadan mevcut resmi ilan pastasına internet haber sitelerini de ortak etmek, kısa sürede tek gelir kaynağı resmi ilanlar olan yerel medya kuruluşlarında toplu iflasları gündeme getirecektir. Bu durum tam anlamıyla "şeker kaplanmış zehir"dir.

Diğer yandan BİK, hem kimlerin haber sitesi olacağına ve bu statüyü ne kadar koruyabileceğine hem de bu mecrada kimlerin basın kartının devam edebileceğine karar verme yetkisiyle donatılacak. Böylece aynı RTÜK gibi gerek basılı gerekse dijital medyada siyasi erkin bekçisi haline gelecek.


Dezenformasyon herkesin sorunu

Dezenformasyon elbette sadece Türkiye’nin değil dünyanın sorunudur. Bu konu özellikle sektörün önde gelenleri, bilim insanları ve ilgili sivil toplum kuruluşları katkısıyla ele alınmalı ve kesinlikle özgürlükçü bir yaklaşımla çözülmelidir.

Basın Kartı Komisyonu'nda fiili olarak gazeteci temsili bırakılmayarak, BİK’te gazeteci temsiliyetini 1/3’te tutarak, internetle ilgili tüm düzenlemeleri sektörün fikri alınmadan hazırlayarak sorunlar çözülemez. Gazetecilerin meslekleriyle ilgili kararların verilmesi, ilgili kurumlarda yeterli ve yetkin temsiliyet talebinde bulunmasının yanlış olması mümkün mü? İyi niyet varsa, niye yapılamıyor?

Bir gazeteci dostum, dün nasıl yapabiliyorsa hâlâ iyimserliğini koruyordu. Bu yasanın iktidarın değişimi durumunda, en fazla bugünkü erk sahiplerini ve onların destekçilerini etkileyeceğini vurgulayan meslektaşım, AKP’de de birçok milletvekilinin bu durumun farkında olduğunu ve bir şekilde frene basacaklarını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bu yanlış adımdan vazgeçirebileceklerini söyledi. Çok iyimser buldum.