Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

FELSEFE, SİYASET VE SAFSATA

Siyaset, diğer insansal etkinlikler gibi söylem ve eylem üzerine kuruludur. Özellikle demokrasilerde, kitleleri ikna etmek için kullanılan söylemlerin yer yer eylemin etkisini bile aştığını gözlemlemek şaşırtıcıdır. Her söylem, örtük ya da açık kimi uslamlamalara ve akıl yürütmelere dayanır. Kuşkusuz uslamlama ve akıl yürütme gündeme geldiğinde, felsefenin söylem analizi ve söylemlerdeki safsataların yani yanıltmacaların ifşa edilmesi ayrı bir önem taşır. Söz ve söylem siyasete araç kılındığında düşünsel yanıltmacalar ve safsatalar daha da görünür hale gelir. Buna şaşırmamak gerekir; siyasetin amacı felsefe yapmak değil, kitleleri duygularına seslenerek ikna ya da maniple etmektir.

Ben bu yazımda son dönemde Türk siyasetinde egemen olan söylemlerde gözlemlediğim, kimi yanıltmacaları, diğer bir değişle bazı safsataları, çok kişiselleştirmeden sizinle paylamak istiyorum.

***

Ad Hominem:

Ad hominem kişiye yönelik anlamına gelen Latince bir deyimdir ve kişiselleştirme ya da kişiliğe saldırma olarak nitelenebilir. Örneğin bir tartışmada, “Biz çevrenin korunmasını talep ediyoruz, demokrasi ve özgürlük istiyoruz” diyen kimseye, “Sen şu zaman yalan söyledin ya da çapulculuk yaptın” diyerek karşı koymak bu türden bir safsatadır. Bu hamlede dikkate değer olan, kişinin ileri sürdüğü görüş bir kenara bırakılarak onun şahsı tartışmanın odağına oturtulur ve kişi etiketlenir. Bu safsata türü, tartışmalarda çok karşılaştığımız bir türdür ve kimi kez kirli çamaşırların deşifre edilmesine bile neden olabilir. Türk siyaset tarihinde bunun ilginç bir örneğini, Atatürk’e yönelik saldırılarda sık sık gözlemlemek olasıdır. Ad hominem’e başvuran kişi aslında düşünsel bir acziyet içerisindedir; ama puan toplamak için halkın çok hoşuna giden öznel şeyleri tartışmaya açmaktadır.

***

Demokrasi Safsatası:

Oylama sonucunda ortaya çıkan çoğunluk görüşünü her konuda gerçeğin kaynağı ve güvenilir bir eylem kılavuzu olarak gören ve güvenilir olmayan bir akıl yürütme biçimidir. Siyasal anlamda, demokrasi geniş halk kitlelerinin katılımını sağlaması ve zorbalık heveslilerine engel olması bakımından oldukça işlevseldir. Ancak, yaşamda atılacak her adımın oylamasını istemek hiç de doğru değildir. Demokrasi safsatasına düşen kimseler her şeyi oylamak ya da oy çokluğuna bağlamak isterler. Onlara göre, doğru ya da hakikat oyların çokluğu ile belirlenir. Oysa oylama yapacak kimseler, oylanan konuda oldukça bilgisiz iseler, bu durumda onların verdiği oyun gerçeğin ya da hakikatin ölçüsü olduğunu söylemek ne ölçüde rasyoneldir? Söz gelimi, kötü hava koşulları nedeniyle acil iniş yapılıp yapılamayacağını yolcuların oyuna sunan pilotun doğru bir iş yaptığını söyleyebilir miyiz? Gerçi pilot yolcuların oyuna dayanarak sorumluluğunu onlara yıkabilir; ancak yolcular bu konuda bilgili olmadıkları için bu gerçek bir kurtuluş sağlamaz. Yine demokratik karar verip vermeyeceğimizi de oy sayısıyla belirleyemeyiz vb. Gerçekte demokrasi, yalnızca bazı bağlamlarda geçerlidir ve diğer şeylerde son derece geçersizdir. Genelde istenen şey çoğunluğun oyu değil, bilgili çoğunluğun oyudur. Şehir planlamasından bihaber olanlara, bir parkın ya da şehrin şöyle ya da böyle yapılacağının oylanması gerçekte hiçbir şey ifade etmez. Bu anlamda, çoğunluk oyu alan bir siyasal partinin her dediğini ve yaptığını aldığı oy oranı gerçek kılamaz. Bunun böyle olduğunu söylemek demokrasi safsatasıdır.

***

Belirsiz Söylem:

Bu türden söylemlerde akıl yürütmede kullanılan kavramlar açık ve belirgin değildir; bir ya da birkaç anlama gelebilir. Bu belirsizlik sözcük anlamına, sözün göndergesine, söz dizimine ilişkin olabildiği gibi önermenin bir bütün olarak kendisine ilişkin de olabilir. Söz gelimi “dün işte ne yaptığını duydun” ifadesi belirsiz bir ifadedir; Söz ya “Senin iş yerinde yaptığın şeyi duydum” ya da “Senin yaptığın şeyi ben kendi iş yerimde duydum” anlamına gelebilir. Dün sözcüğü de belirsizdir; ya “Ben senin yaptığını dün duydum” ya da “Senin dün ne yaptığını duydum” anlamına gelebilir. Bu nedenle belirsiz sözcüklerden oluşan bir uslamlamayla sağlıklı bir sonuca gitmek olanaksızdır. Siyasetten bir örnek vermek gerekirse, örneğin bir siyasetçinin, “Bizim demokrasimiz 2. sınıf bir demokrasi değildir” karşılığını verdiğini varsayalım. Şimdi “2. sınıf olmayan demokrasi” ne demektir? Bu 1. sınıf olabileceği gibi, 3., 4., 5. vb. sınıf bir demokrasi de olabilir. Bu nedenle tıpkı bugün cumartesi değil, sözümüzden bugünün pazar olduğu kesin bir biçimde çıkmadığı gibi, demokrasimiz, 2. sınıf değildir söyleminden de onun birinci sınıf olduğu çıkmaz.

***

Duygusal Dil:

Duygusal dil, genellikle konuşanın bir kişiyi, grubu ya da eylemi onaylayıp onaylamadığını belirten ve duyguları harekete geçirmeyi hedefleyen bir söylem içerir. Bu türden dilin kullanımı hayranlık uyandırabileceği gibi çoğu kez nefret de uyandırır. Söz gelimi siyasal özgürlükleri için şiddet kullananlara “terörist” mi “özgürlük savaşçısı” mı, yoksa “çapulcu” mu diyeceğiz? Bu onlara nasıl baktığımızla ilgilidir. Ancak hangi sözcüğü kullanırsak kullanalım, duygusal ton hâkimdir ve kitleleri lehte ya da aleyhte etkilemeye yöneliktir. Bu türden bir durumda olayı betimlemeye yönelik nesnel bir dil çoğu kez imkânsız gibidir; ancak ahlaki içeriği daha az olan sözcükler kullanılarak tartışma daha nesnel bir zemine çekilebilir. Aksi tutum, duygusal dil gereği nefrete ve kamplaşmaya yol açmaktadır. Duygusal dil içsele-derinlere yönelir ve kin ve nefrete yönelen kesin ayırımlar ve kamplaşmalar yaratır. Taraftarları kızıştırır. Duygusal dili yoğun olarak kullanan uslamlamaların halkı etkileyici değeri olsa da, hiçbir felsefi değeri yoktur, sadece birer duygu bildirimi ya da safsata olarak kalırlar.

***

Karikatürize Etme:

Hasmın görüşünü yerle bir etmek için o görüşün karikatürleştirilmiş bir biçimini yaratmak ve ona savaş açmaktır. Bu şeytanın avukatlığını yapmanın tam tersi bir konumdur. Çoğu kez bilinçli bir hile olarak kullanılır ve hiç de hoş olmayan bir retorik biçimidir. Bu türden bir söylem içerisine giren kimse, kendi söylemini çok güçlü görür ve diğerlerini sinek kılığına sokar. Söz gelimi özgürlük, demokrasi ve farklılığa saygı içini yürüyenleri bir avuç çapulcu olarak nitelemek ya da muhalefet için antidemokratik bir tipleme ve zihniyet yaratıp her defasında ve her bağlamda ona dayanarak muhalefeti aşağılayarak eleştirmek buna ilginç bir örnektir. Örneğin x zihniyeti işte demek. Bu tipleme saldıracak bostan korkuluğu yaratmaya yaradığı için siyasette çok işlevsel olarak kullanılmaktadır; ancak hiçbir felsefi değeri yoktur.

***

Her Konuda Uzmanlık:

Bir konuda yeterliliğin her konuda yeterlilik olarak genellenmesidir. Söz gelimi Cahit Arf matematikte önemli bir isimdir ve bu alanda söyledikleri ciddiye alınır. Ancak onun matematikteki başarısına bakarak siyaset ve toplum üzerine söylediklerini doğru saymak bu türden bir safsatadır. Bir siyasetçi siyasetteki başarısına dayanarak hem din hem psikoloji hem toplum psikolojisi hem teknoloji hem jinekoloji vb. konuda söz söylüyorsa, her türden alanda uzmanlığa soyunduğu anlamına gelir ki, bu bir yanılgıdır. Son dönem siyasetçilerin ve kimi cemaat önderlerinin siyaset ve cemaat önderliğindeki başarılarına dayanarak pek çok söyleminde, her konuda uzmanmış gibi davrandıklarını gözlemek mümkündür. Bir alanda başarılı oldukları için, her alanda her şeyin en iyisini onlar bilmektedir; hatta bizim çocuklarımızın ve bizim neye inanıp inanacağımızı, kaç çocuk yapacağımızı, nasıl sevişeceğimizi, ne yiyip ne içeceğimizi, hangi teknolojiyi kullanıp kullanmayacağımızı nasıl hareket edeceğimizi, ne söyleyip ne söylemeyeceğimizi vb. onlar bizden ve uzmanlardan daha iyi bilmektedir. Hem ahlak uzmanı, hem din uzmanı, hem teknoloji uzmanı, hem sosyal psikolog, hem aile danışmanı, hem jinekolog… Kısacası her şey. Tabii onları ileri sürdükleri görüşlerin profesör ünvanlı uzmanlara TV kanallarında saatlerce tartıştırılması da ayrı bir garabet olsa gerekir.

***

Kendine Başka Ele Başka:

Aynı konuyla ilgili benzer özellikler olmasına rağmen, birinde verdiği yargıyı diğerinde değillemektir. Örneğin, Arap baharını özgürlük savaşı olarak nitelerken, kendi ülkesinde başlayan çevreci ve özgürlükçü eylemlerini çapulculuk ya da terörizm olarak nitelemek buna güzel bir örnektir. Yine, dışarıda olan direnişleri silah güç vb. ile desteklerken içteki direnişleri yabancı desteğine bağlayarak aşağılamak da aynı safsata türüne girmektedir.

….

Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Bu kadarı bile bir fikir vermek için yeterlidir.

Bu örnekleri görünce siyasetçilerimize mantık dersi okutmak gerektiğini ima ettiğim gibi bir sonuca ulaşabilirsiniz. Ama eminim onlar mantığı bile bizden daha iyi bildiklerini düşünüyorlardır. Ama yine de ben mantık bilimini hem onlar hem de yurttaşlarımız için öneriyorum. Aslında ilkokulun erken dönemlerinden beri düşünce alıştırmaları dersi koymak gerekiyor.

Eğer yanıltmacalar ve safsatalarla ilgili nereden daha çok bilgi alabiliriz diye soruyorsanız,

Arthur Schopenhauer’un Eristik Diyalektik adlı yapıtıyla, Nigel Warburton’un A’dan Z’ye Düşünmek adlı yapıtlarını okuyabilirsiniz. Her iki yapıt da dilimize kazandırılmıştır.