AK Parti'nin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Gazete Durum'a konuştu.
AK Parti'nin kurucularından ve ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış iktidarın, mevzuata uygun yapılmasının önüne geçmemesi durumunda seçimi muhalefetin kazanacağını söyledi. Yakış, “Kurallara imkân ölçüsünde uyulduğu takdirde seçimi muhalefet partilerinin kazanması lazım” dedi. Yakış, “Seçimde eğer güvenlik sorunu olmazsa, seçimi muhalefet kazanır mı, demek istiyorsunuz" sorusuna “evet” yanıtını verdi.
Yakış'ın Gazete Durum'un sorularına ilişkin değerlendirmeleri şöyle:
Oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz! Siz nasıl bakıyorsunuz?
Türkiye'nin 2006'dan beri yakaladığı rüzgârı düşünüyorum da o rüzgârı yelkenimizde tutabilseydik şimdi bambaşka bir yerde olacaktık. Yani, Türkiye o zaman bütün ülkelerin bölgedeki ve Batı'dakilerin takdirini toplayan bir devletti. O günleri kaçırdık ve hatta şimdi biraz daha... Ben tamamen ümitsiz değilim. Belki ben kendi hayatımdayken o günleri görmeyebilirim ama Türkiye çok önemli bir ülke, önemli bir konumda çok dinamik bir halkı var. Önemli sıkıntılardan biri şimdi yetiştirilen kuşakların, üç yaşındaki küçük kızların yüzlerini kapatıp da Kur'an kurslarında eğitilmelerine önem vermek suretiyle... Bu 3 yaşındaki kızlar anne ve nine oldukları zaman torunlarına başka bir miras, başka bir kültür bırakacaklar. Benim en ağrıma giden ve beni üzen gelecek, o gelecek.
Türkiye bir şekilde batmaz diyorsunuz. Ama olacağımız yerde de değiliz. Bunun faturası da gördüğüm kadarıyla halka çıkıyor, fakirleşiyoruz git gide.
Fakirleşmesek dahi nispi olarak öteki ülkelere nazaran geri kalıyoruz. İşte G21 içindeydik biz vaktiyle. Biz gerilemesek dahi onlar bizim önümüze geçtiği için biz G21'den düştük şimdi. Nispi olarak düşüyoruz, ister istemez, kendiliğimizden daha fakirleşmek için değil. Sıkıntı var.
“SINIRLAR KEVGİR GİBİ...”
Şöyle hemen dış politikada ufuk turu yapalım diyorum. Sıcak olan konu en önemli konu bizim için. Birincisi sığınmacılar meselesi. Suriyeli sığınmacılar var bir de kaçak göçmenler. Özellikle kaçak göçmenler son dönemde önemli tartışma konusu oldu. Nasıl bakıyorsunuz buna?
Aslında Suriyeliler meselesi kaçak göçmenlerden daha önemli. Çünkü onlar belli bir sayıya ulaştılar ama artma potansiyeli de var. Onu yönetmek bizim elimizde. Suriyelilerin durumunu yönetmek ise artık elimizde olmaktan da çıkmaya başladı. Çünkü şu anda mevcut Suriyelileri geri göndermenin yaratacağı sorunlar var. Geri gönderemediğiniz zaman da Türkiye'de yaratacağı sosyal sorunlar var. Onun için o iki konuyu birbirinden ayırıp mütalaa etmek lazım. Ama asıl soruda ağırlık verdiğin konuya dönersek çeşitli ülkelerden gelen kaçak göçmenler, onların önü, şu veya bu şekilde, tedbirlerle alınabilir. Yani sınır kontrollerini artırmak suretiyle. Bizim sınırlar her şeye rağmen kevgir gibi, isteyen geçebiliyor. Orada önlemleri artırmak ve bir başka ülkeler bunu nasıl yapıyorsa bizim de benzer önlemler alarak onu önleyebiliriz. Türkiye'nin pek tabii ki daha seçici olması gerekiyor. Almanya’ya giden işçilerimiz başlangıçta hatalar yapıldığı için şimdi Almanya’nın da başına bela oldu Türkiye için de sorun teşkil etmeye başladı. Bu geçmiş deneyimlerden ders alarak Türkiye'nin bu kaçak göçmenler meselesini kontrol altına almak için daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor. Ama bu kontrol edilebilir bir şey. Çünkü bundan sonra olacaklardan bahsediyoruz. Suriye’de ise Suriyeli göçmenler konusunda ise, Türkiye’deki Suriyeliler konusunda ise, zaten bir durum var. O durum olduğu şekliyle vahim. Öyle bir fark var. Suriyeliler dışında göçmenlerle Suriyeliler arasında.
Peki neden sizce? Siz bir dönem Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bakanlığını da yaptınız. Neden açık kapı politikası izlediler? Bir ülkenin demografisinin bozulmasına neden böyle göz yumdular? Başka bir ajandaları var mı bizim bilmediğimiz ya da akıllarında ne var? Çünkü ensar-muhacir kavramı önemli bir kavram onların kendi bakış açısından, ama bir de bu ülkenin ulusal çıkarları var. Ne vardır kafalarında sizin bildiğiniz, gördüğünüz?
Yani en başta Suriye’de olaylar patladıktan sonraki kısmını söyleyeyim. Suriye’de olaylar paylayınca AK Parti şöyle bir muhakeme tarzı yürüttüğü kanaatindeyim: Tunus’ta bir genç kendisini yakmak suretiyle olaylar çıktı. Bu olaylar sonunda devlet başkanı ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Suudi Arabistan’a sığınmak zorunda kaldı. Ve en-Nahda adında bir parti, Raşid el Gannuşi başkanlığındaki bir parti, Müslüman Kardeşler kökenli ve ağırlıklı bir parti, iktidara girecek gibi göründü. Hatta Gannuşi öyle bir beyanda bulunmak zorunda kaldı ki, en-Nahda hareketindeki Müslüman Kardeşler kökenli ideolojinin ağır basacağı endişesi hâkim olduğu zaman uluslararası camiada... Gannuşi camiayı teskin etmek için şöyle bir beyanda bulunmak zorunda kaldı: “Biz iktidara geldiğimiz zaman bir, şeriat getirmeyeceğiz, iki, kadınları eve kapatıp başörtüsü giymelerini mecbur kılmayacağız, üç, lokantalarda alkol servisini yasaklamayacağız.”
Çünkü Tunus için bu önemli. Tunus’a Fransa'dan gelen turistler açısından önemliydi. Bu üç şeyi yapmayacağız, diye teskin etmek için beyanda bulundu ve sonradan da başka bir vesileyle, “Biz Türkiye'de AK Parti'nin uyguladığı ılımlı İslam’ı kendimize örnek alacağız” dedi.
Böylelikle Tunus’ta Müslüman Kardeşler örgütünün çekirdeğini teşkil ettiği bir grup Türkiye'yi örnek alacağını söyledi. Sonrasında Arap Baharı, Tunus’tan Mısır'a sıçradı, sonra Libya’ ya sıçradı daha sonra da Suriye’ye sıçradı. Bu oluşumlardan sonra AK Parti'deki arkadaşlar şöyle bir değerlendirme yaptılar: Şimdi Tunus’tan başlayarak Tunus, Libya, Mısır Suriye'den oluşan bir Müslüman Kardeşler ağırlıklı yönetimlerin iktidara geldiği bir dönem başlıyor. Türkiye de Erbakan partilerinden ötürü Müslüman Kardeşlerle ideolojik akrabalığı olan bir partiyle yönetiliyor. Ve Türkiye çok partili demokrasi konusunda deneyimi daha uzun olduğu için işte bu Müslüman Kardeşler örgütü, kuşağının lideri olacaktır, diye bir hevesle ortaya çıktı.
“DARBELERİ SAVUNMAK ZORUNDA KALDIM”
Biraz da bunu beslediler galiba değil mi? Mesela Gannuşi ile yakın ilişki, Mısır’da Mursi’ye destek…
AKP zaten onu besledi değil, onu belki hedef alarak gördü. Ve Mursi’nin iktidardan devrilmesi üzerine Türkiye'nin takındığı tavır, hiçbir zaman kabul edilmemesi gereken bir tavır. Pek tabii ki askeri rejim iktidara geldiği zaman, ülkede darbe yapıldığı zaman, her sorumlu ülkenin o askeri darbeyi eleştirmesi doğaldır. Türkiye de bunu yaptı ama başka bir şey yapmadı, askeri darbelerle rejim değiştiği zaman, bu usulsüzdür. O askeri darbeyi gerçekleştiren ekip, ülkede asayişi oluşturduktan sonra artık yavaş yavaş o ülkeyle şu veya bu şekilde ilişkileri geliştirmek lazım. Nitekim Fransa başta olmak üzere Sisi’yi kırmızı halılarla Elysee Sarayı’nda karşılamak suretiyle o itibar gösterildi. Sonra Amerika’da, Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı olduğu zaman devlet başkanlarını davet ettiği bir yemekte Sayın Cumhurbaşkanımız, 'Sisi o masada oturduğu için ben o masada oturmam', diyerek orada oturmayı reddetti.
Türkiye orada ayrıştı, uluslararası camiada her zaman yapılması gereken şeyleri, önce yaptı, ondan sonra yapılması gerekenleri yapmadı. Ben, Türk diplomasisine 1960'ların başında intizar etmiş bir insanım. Ben, görev yaptığım her ülkede, on yılda bir askeri darbelerin ne kadar iyi olduğunu, ülkeye nasıl demokrasi getirdiğini savunmak zorunda kaldım. Çünkü bana gelen talimat öyleydi. Türkiye'de de askerlerin yaptığı darbe ülkemize demokrasi getirmiştir diye, bunu görev yaptığımız ülkede savunmak zorunda kaldım. 60 ihtilalini savunmak zorunda kaldım. 60'ta Belçika’da konsolostum, sonra Nijerya’da görevliydim. 71’de Nihat Erim’in hükümetinin bir bölümünde NATO Savunma Kolejindeydim, geri kalan kısmında Brüksel’de NATO’daydım. 80 İhtilali olduğu zaman, Suriye’de bunu savunmak zorunda kaldım, askeri darbelerin ne kadar demokrasi getirdiğini... Yani şunu söylemek istiyorum, diplomat pek tabii ki kendisine verilen talimatı görev yaptığı ülkede savunmak zorundadır. Dolayısıyla şimdiki Mısırlı diplomatlar da aynısını yapıyorlardır, bunu böyle görmek lazım.
“AK PARTİ, MÜSLÜMAN KARDEŞLER KÖKENLİ BİR PARTİDİR”
Buradan AK Parti'nin daha doğrusu Türkiye’nin, neden bu hale geldiğini anlatıyorduk ya, Türkiye, o rüzgârı yakaladık diye düşündü. Müslüman Kardeşler kökenli partiler iktidara geliyor, AK Parti de Müslüman Kardeşler kökenli bir partidir. Nerden ilişkisi var diyeceksiniz? Erbakan partileri AK Parti'nin ecdadı olan partiler, Müslüman Kardeşler örgütünün yöntemlerini benimsemek suretiyle iktidara geldiler. Hasan el-Benna, 1926-1928 yıllarında Mısır'da Müslüman Kardeşler Örgütü'nü kurduğu zaman, demokrasiye inanan bir insan.
Ama demokraside oy deposu, büyük şehirlerin varoşlarıdır ve kırsal kesimleridir. Bu politikayı izledi, çünkü büyük şehirlerin varoşlarında yaşayan insanlar ile kırsal kesimdeki insanlar, ufak bir destekle, ufak bir yardımla oyları kazanılabilecek kişilerdir. Kışın bir ufak torbayla kömür, makarna, şeker gönderirsiniz. Onunla gönlü kazanılabilecek, hastanelerde hasta insanlara yardım etmek için ekipler kurarsınız gençlerden oluşan. Böylelikle oralar oy deposudur ve Erbakan da İstanbul’un varoşlarında bu şekilde güçlendi, oradan iktidara geldi. Erbakan partileri ve onun devamı olan AK Parti de bu şekilde iktidara geldi. Böylelikle ideolojik bir akrabalık var aralarında.
Dolayısıyla o akrabalık Türkiye'nin, Arap baharında Suriye başta olmak üzere, o ülkelerle olan ilişkilerinde mihenk taşı haline geldi Müslüman Kardeşler kökenli olmak. Nereden bu hale geldi, diye sorduğunuz sorunun cevabını bu şekilde görüyorum.
Suriye’de de Müslüman Kardeşler destekli hükümet istedi AK Parti, ama olmayınca çatışmalar başladı, bize oradan göçmenler geldi ama bu açık kapı politikasıyla demografi bozuldu. 1979'daki Sovyet işgali sonrasında Pakistan Afganistan’dan 4.5 milyon sığınmacı aldı. Bugün Pakistan, kendisine dair birtakım sorunların temelinde sığınmacıların olduğunu söylüyor. Ülkenin hızla radikalleşmesi, İslamcı terörün hızla artması, Taliban'ın medreselere bu kadar egemen olması bundan kaynaklandı, diyorlar. Aynı sıkıntı bizde de olacak gibi görünüyor. Neden, AK Parti bu kadar sığınmacıyı aldı? Bunları kamplarda tutmak yerine Türkiye'nin içine, büyük kentlere saldı. Arka plan bilginiz var mı?
Bilgim yok ama tahminim, ben daha çok olumlu düşünce ile şuraya yönlendiriyorum. Suriye nüfusunun terkibi için bir şey söyleyeyim. Suriye nüfusunun yüzde 80 civarı Sünni Müslüman'dır. Yüzde 8 kadar Alevi grup vardır. O Aleviliğin de Orta Asya’dan gelen Alevilerle alakası yok, Nusayrilik diye Halep'te doğmuş olan bir çeşit Aleviliktir. Geri kalan da Marunîler falan vardır, Hristiyan azınlıklar vardır. Dolayısıyla Türkiye, nüfusunun yüzde 80 civarında olan Sünnilere kumarını oynadı. Hatta Sayın Davutoğlu’nun Suriye’ye -Sayın Cumhurbaşkanı, o zaman Başbakan iken- orada makul taleplerde bulunduğunu söylerler. Yani demiş ki, Beşar Esat’a bu hareketin başına sen geç, sen yönet bunu, sonra meşru bir seçimde cumhurbaşkanı adaylığını koy, kazanırsan devlet başkanı olarak devam et. Kazanamazsan da İsmet Paşa'nın 1950'de yaptığı gibi ülkeye, Suriye’ye seçimi kaybetmiş ama demokrasiyi getirmiş bir insan olarak anıl, demiş. Buraya kadar çok iyi. Ondan sonra bir şey daha söylemiş. O tarihlerde gazetelere düşen haberlerden öğreniyoruz. “Ama” demiş, “kurulacak olan hükümete Müslüman Kardeşlerin adamlarını da aday koyacaksın.” Bunun üzerine Esad, defteri kapatmış. İlişkiler orada kopmuş.
İktidarın Müslüman Kardeşler ısrarı var yani!
Müslüman Kardeşler ısrarı var, arkasında daha geniş kitle olan Sünni Müslümanlar var. Şimdi şu andaki hükümetimizin takıntılarından biri o değil mi? Türkiye'de Sünni Müslüman olmak lazım. O kadar ki, Türkiye'deki Alevilerin Cemevlerini ibadethane sayıp saymama konusunda hükümetimizin, laik Türkiye Cumhuriyeti'nin bu konuda dahi adım atmaya bir türlü cesareti yok. Halbuki din dediğiniz şey bir inanış meseledir, bir insan ateşe, ağaca tapıyorsa onun için ağaç, ağaç altı onun için kutsaldır, ibadethanedir. Hayır, Cemevlerini ibadethane saymıyoruz, elektrik parasını vermeyiz ama Alevilerin vergilerinden de toplanan parayla Sünnilerin camilerinin bakımlarını yaparız. Camiler inşa ederiz ama Alevilerinkini vermeyiz, bu çarpık bir yaklaşımdır.
Türkiye gibi anayasasında laik olduğunu söyleyen bir ülke için kabul edilmesi zor bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, oradan Suriye konusunda içinde demokrasi unsurunun da bulunduğu yüzde 80 Sünni Müslümanlardan oluşan beklentileri doğrultusunda hareket etmiş oluyorlar. Müslüman Kardeşleri oraya yerleştirme arzusunun da olduğu anlaşılıyor, o da yanlıştır bir ülkenin içişlerine bu şekilde müdahale edilmesi doğru değil.
Ondan sonra da Suriyeliler gelmeye başladı. Topluma entegre olabiliyorlar mı? Böyle bir politika da yok anladığım kadarıyla.
Almanya’daki Türklerin Alman toplumuna entegre olmalarından daha çok entegre oldular aslında. Bir ikincisi suç oranları da Türkler arasındaki suç oranından daha yüksek değil. Dolayısıyla Suriyeli göçmenler bu topluma geniş ölçüde intibak etmiş durumdalar. Yanlış olan bunun bu kadar ileri aşamasına gelmesine izin verilmesidir. O yanlıştır, bunun mutlaka acı bir faturası gelecekte olacaktır.
Ne gibi? Ne tahmin ediyorsunuz? Seçim sürecinde bu bir önemli tartışma konusu. AK Parti'ye seçimde avantaj mı sağlar, dezavantaj mı?
Yani nispi bir avantaj sağlar, ama marjinaldir. 100 bin oy bir şey değildir, sadece İstanbul’da belediye seçimlerinde 13 binden 800 bine çıktı. Toplam vatandaş yapılanların gözü kapalı olarak AKP’ye oy vereceğini düşünmek de doğru değil. Adam halinden memnun değilse vermeyebilir de. Bunu ben marjinal sayıyorum. Asıl büyük sıkıntı ileride Türk toplumuna yaşatacağı sıkıntı, doğum oranlarının yüksek olması nedeniyle, kültür nedeniyle.
Bir de Türkiye'de her şeye rağmen Arapça konuşan bir kitle var bir. İkincisi Antakya ilimizi Suriye kendisinden gasp edilmiş bir ili olarak görür, haritalarda hala Antakya’yı. Türk topraklarında değil kendi topraklarında gösterir. Antakya kökenli olan delikanlıların Suriye’de üniversitelere girmelerine kolaylık sağlanır, çünkü onlar Suriye vatandaşı sayılıyor. Türkiye'de esasen mevcut olan Arap nüfus bir kere arttırılmış oluyor. Daha da artması için de tohumlar atılmış oluyor
İleride Hatay bölgesini tartışmaya açma tehlikesini beraberinde getirir mi?
Şu anda tartışmalı, Suriye açısından baktığın zaman. Suriye'de halen orasını bizim elimizden zorla aldınız, bizim adımıza hareket eden Fransa’yı ayartmak suretiyle aldınız, diye bir iddia var. Gerçi Suriye’de de aklı başında olan makul olan insanlar Suriye’de görev yaptığımız sırada bana şunu söylemiştir, Hatay meselesi bitkisel hayata girmiş bir hastanın durumuna benzer ama hiç kimse fişi çekemiyor, çünkü fişi çekmenin bir vebali var ama onu bitkisel hayatta yaşayacak ve öyle ölecek bilin, diyenler de var. Suriye’de böyle düşünenler de var ama Suriyeli milliyetçilerde Hatay meselesi canlıdır. Canlı tutmaya devam edeceklerdir.
Bugün tartışmaya açıldı bu mesele diyorsunuz. İlerde bu tartışma daha da derinleşebilir artabilir…
Nüfus oranındaki yüzde artarsa pek tabii ki bu konu da gündeme gelecektir.
“RUSYA'NIN TAVRI AÇIKÇA YAYILMACILIK POLİTİKASIDIR”
Suriyeli meselesinden çıkıp biraz güncel Ukrayna meselesine gelelim. Siz nasıl görüyorsunuz?
Rusya’nın tavrı açıkça yayılmacılık politikasıdır ve bundan önce Kırım'da yaptığını, Kırım’dan daha önce Osetya’da yaptığını şu anda Ukrayna’da yapmakta olduklarını ve hatta Transdinyester ve Moldova’da yapmakta olduklarını düşünürsek bu yayılmacılık devam ediyor.
Krizin en başından bu yana deniyor ki, NATO kışkırttı. Putin de kışkırttı. Dolayısıyla Ukrayna NATO’ya girerse, NATO Rusya sınırına dayanacak, jeopolitik kaygılar nedeniyle Rusya da müdahale etti. Benim anlamadığım şu, eğer dünya ülkeleri kendi jeopolitik kaygılarıyla hareket ederse, biz de hemen Batı Trakya’ya girelim, Kıbrıs’ı ilhak edelim, hatta Suriye’ye girelim, Irak’ta da Musul’a kadar gidelim, Süleymaniye’ye kadar gidelim. Siz nasıl bakıyorsunuz?
Ben de öyle düşünüyorum. Ukrayna’da Rusça konuşan insanların bulunması Rusya’ya, orası Rusya'dır, deme hakkını vermez. Tıpkı Bulgaristan’da nüfusun yüzde 10'u kadar... Filibe bölgesi tamamen Türklerle meskundur. Ona dayanarak biz nasıl, orası Türkiye'ye katılmalıdır, demiyorsak bunu dememek lazım. Batı Trakya için Kerkük için bunu söylemiyorsak Rusya’nın da söylememesi lazım. Şöyle düşün, Büyük Petro bizim deli Petro dediğimiz 1. Petro, 1703 yılında Leningrad'ı kurduğu zaman, hedefi, önce Rusya’yı Karadeniz kıyısına kadar uzatmaktı. 1703-1711 arasında Prut Savaşı ile onu sağladı. Prut Anlaşması ile Karadeniz’e ayaklarını bastı. 1711-1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile Osmanlının Kırım'dan himayesini çekmesini sağladı. Himayesini çekerken bir şart vardı, 1774 anlaşmasında, Rusya’da Kırım'ı işgal etmeyecek diye. 1783'te Kırım'ı işgal etti. Kırım da o zaman Rus yoktu tabi. Kırım Tatarlarındı. Sene 1783. 1945'te Stalin oradaki Tatarların tamamını Orta Asya’ya sürmek sebebiyle Tatar nüfusunu iyice azalttı. Şimdi de yüzde 90 nüfusunun Rus olduğunu söylemek suretiyle, Kırım'ı ben ilhak ettim, diyor. Bunu hangi kuralara tabi tutarsan tut, burada bir tek yönlü yaklaşım var, ben güçlü olduğum sürece o ülkeyi işgal ederim, sen benim tarafıma taşamazsın anlayışı var, bu yanlıştır.
"TÜRKİYE'NİN ÖNÜNE FATURA KONACAKTIR"
Türkiye'nin politikasına nasıl bakıyorsunuz? Tarafsızız, bir kolaylaştırıcı rol de üstlenebiliyoruz. Bir taraftan Ukrayna'ya insansız hava aracı satıyoruz. Bir taraftan da Putin'le en azından telefon trafiğimiz var, hava sahamızı kapatmadık.
Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya’ya yönelik politikasını, dengeli olmaya çalışan bir politika olarak görüyorum. Türkiye, şimdiye kadar en azından AK Parti döneminde böyle bir politika izleyemedi birçok konuda. Bu konuda izledi ama bu bizi bir yere götürür mü, sorusunun cevabı başka. Çünkü onun da bir bedeli olacak. Bugün, Yunanistan Girit civarındaki bir yerde Rus petrol tankerini limana bağladı. Yani onu zapt altına almış oluyor, bunu ne sayesinde yapıyor? AB ülkelerinin yaptırımları çerçevesinde yapıyor. AB çerçevesinde hareket eden bir şey, ondan mükâfat bekliyor tabi. O mükâfatı şu veya bu şekilde alacaklardır. Türkiye de NATO üyesi olmaktan ötürü bazı yükümlülükleri var. O yükümlülüklerden ötürü, Türkiye'nin önüne bir fatura konacaktır. o fatura ödenmesi gereken bir fatura olmaktan ziyade bazı şeylerden mahrum bırakılmak suretiyle bir fatura olacaktır.
Ne gibi olabilir?
F35'lerden mahrum kalmak bir faturadır. Çünkü F35'ler 2070 yıllarına kadar olan dönemde önümüzdeki kırk yıl içinde NATO semalarını kontrol edecek olan uçaklar bunlar. Düşünün ki NATO’nun üyeleri arasında bu uçağa sahip olmayan tek ülke Türkiye kalacak, bu büyük eksikliktir fatura nasıl olacak diyorsunuz ya, fatura bu.
Hemen bu bağlamda Erdoğan’ın Putin’le yakın ilişki içinde olması, bu da bir fatura olarak gelebilir mi Türkiye'nin önüne. S400 aldık ama paketinde duruyor, açılmadı paketi öyle duruyor.
O da bir fatura tabi. Batı sana ne yapıp edip onu kullandırtmıyor. O bir faturadır.
AB ilişkilerine gelirsek, bu göçmen meselesinde sayın Erdoğan kaldıraç olarak kullanıyor AB'ye karşı. Merkel kayıtsız koşulsuz Erdoğan’ı destekledi. Ülkede demokrasi yoksunluğu var, insan hakları sıkıntısı var buna rağmen AB, kendi standartlarını bile bir kenara bırakıp Erdoğan’ın arkasında durdu. 3 milyar avro vereceklerdi, ne oldu bilmiyoruz.
Onu verdiğini tahmin ediyorum. Türkiye'deki algı, bizim cebimize bir şey konmadığı yaklaşımı var. Halbuki AB o parayı verirken, o parayı Türkiye hükümetinin bütçesine katkı için değil, onlar için kullanılmak üzere verilmişti ve onlar için galiba kullanılıyor sonuna kadar. Suriye’deki adamların çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için.
Bu çifte standarda nasıl bakıyorsunuz? Her şeye karışırlardı. Milli Güvenlik Kurulu'ndaki nerdeyse koltukların yerine kadar karıştılar zamanında. İnsan hakları dediler, demokrasi, azınlık hakları, dediler. Sonra birden bire unuttular onları, sen içerde ne yaparsan yap yeter ki göçmenleri bana gönderme.
Ülkelerin dış politikalarında öncelikler var tabi. AB'nin önceliği de göçmenleri Türkiye'de tutmak, öteki önceliklerin önüne geçti ve Türkiye'den buraya adam gelmesin de ne olursa olsun. Öncelik sırasını zaman zaman değiştirme imkânı var, ülkeler bunu yapabilir. Ülkeler bunu yapabilir, AB de bunu yaptı. Şimdiki öncelik, aman Türkiye'de tutulsun, biz elimizden geleni yapalım, Türklere destek olarak yapalım ama bizim ülkelerimize gelmesin. Onlar mühendis, doktor, bilgisayarcı... O tip insanları alıp geri kalanları bırakmak eğiliminde. Bu da her ülkenin izlediği akıllı politikalardan biridir aslında.
Buna karşı bizim politika geliştirmemiz lazım oysa ki.
Afganistan’dan gelenler arasında ben sadece doktorları alırım, mühendis. bilgisayarcı alırım geri kalanı ise İran’da kalsın, bunu yapabiliyorsak ne ala. AB'nin Türk sınırlarında yapmaya çalıştığı şeyi Türkiye İran’da yapabiliyor mu? Yapamıyorsa Türkiye o beceriyi ortaya koyamıyor demektir.
Eskiden dış politika ile iç politika arasında sınır daha belirgindi. Dış politikadaki meseleler iç politikaya malzeme olarak gelmezdi, hatta ayıp sayılırdı. Bunu iç siyasete alet etmeyelim denirdi. AK Parti ile bu çizgi belirsizleşti, dış politikadaki meselelere ideolojik gözlükle bakıldığı için daha fazla içerde malzeme olarak kullanılmaya başlandı.
Dünyada iç politika ile dış politika sınırları belirsizleşmeye başladı. Bu trend eskiden beri var. Vaktiyle dış politika başka bir ekibin elindeyken iç politika ile karıştırılmazken şimdi yavaş yavaş karıştırılmaya başlandı, çünkü devlet başkanları doğrudan doğruya telefonla konuşabiliyorlar.
Sağlıklı mı bu durum? Popülizmin önünü açmaz mı?
Bu önüne geçilemez bir süreçtir. Dünyadaki telekomünikasyon imkanları, insanların doğrudan doğruya muhataplarına ulaşma imkanları hızlandıkça, kolaylaştıkça yani cep telefonundan arayıp da sorup, görüntülü telefonla konuşup iş yürütmeye başladığın zaman bunun önüne geçilemez. Bu trend devam edecektir ama bunun iç politikaya malzeme yapılması başka bir şey. İkisinin birbirinden ayrılması bir iş, dış politikanın iç politikaya malzeme yapılması ayrı bir şey. Orada da başka bir çizgi var.
“GÜVENLİK SAĞLANIRSA, MUHALEFET SEÇİMİ KAZANIR”
Biraz da iç politika. Erken seçim bekliyor musunuz?
Yani şöyle, erken derken 2023'e sarkacak gibi görünüyor. 2023 içinde ne kadar zamanında olur o belli değil. Çünkü bütün mesele AK Parti'nin seçimleri kazanması taktikleri üzerine yoğunlaşmış durumda. Onun için Cumhurbaşkanımız, bu kamuoyu yoklamalarının sonuçlarını çok iyi okuyan bir insan. Çok dikkatli takip eden bir insan. Ve muhtemelen öteki siyasetçilerden daha iyi sonuç çıkarabilen bir insan. Onun için o kendi hesabına göre nasıl yaparsam daha fazla oy alabilirim, onun hesabını yapacaktır.
AKP seçimi kazanır mı, sizin tahmininiz nedir?
Yani eğer AK Parti, seçimin başarılı veya kurallara uygun şekilde yapılmasını önlemek için önlem almazsa şimdiye kadarki şeylere (oranlara) bakıyoruz yüzde 25 civarında. AK Parti'nin kararsızlar dağıtılmadan önceki oyları var. O biraz artsa yüzde 30 a çıkar. MHP'nin yüzde 7 den dahi aşağı düşeceği hesap ediliyor. Kürtlerden oy beklenemez. Bir kere Kürtleri gözleri kapalı oy veren insanlar olarak görmemek lazım. En iyi politize olmuş, en organize olmuş kitle olarak bakmak lazım ve Kürtlere de şimdiye kadar yapılan muameleyi göz önünde bulundurursak, Dolmabahçe masasında kimin hangi sandalyede oturacağı dahi belirlenmişken, sonradan böyle bir masa yoktur denilerek, Diyarbakır’da kale içinde yerleri yerle bir etmek, bütün bunları unutacak olanlar var, unutmayacak olan çok büyük bir kitle var. Halen, AK Parti'ye göbek bağıyla bağlanmış Kürtler var. Partinin içinde önemli yerlerde olan Kürtler var. Bakanlıklarda var her yerde var. O Kürtlerin onların yakınlarının Kürt büyük kitlesinden yani yüzde 12-15 arasında tahmin edilen İçinde cüzi bir kısmı öyle zannediyorum hükümete her şeye rağmen oy verir. Tabi MHP'nin de AK Parti ile birlikte hareket edeceğin varsayarak. Çünkü şimdiye kadarki MHP, politikasında zikzaklar çok oldu. Onun için kurallara imkân ölçüsünde uyulduğu takdirde seçimin muhalefet partilerinin kazanması lazım. Yalnız muhalefet partileri de çok parçalanmış durumda. 6'lı masanın dışında da …. Onların bir oy olarak değeri sandığa nasıl yansıyacağı meselesi var. Bir de dağılmış halde olmalarının kamuoyunda düz seçmende, ortalama seçmende yaratacağı, bunlardan bir şey olmaz, algısı var.
Seçimde eğer güvenlik sorunu olmazsa, seçim mevzuata uygun yapılırsa, muhalefet seçimi kazanır mı diyorsunuz?
Evet.
Ciddi bir ekonomik kriz var. Çok fakirleşti toplum, günde bir öğüne kadar indiren insaflar tanıyorum ben mesela. Siz, bugünkü ekonomik politikada bu zeminin bilerek mi bu hale getirildiğini, yoksa beceriksizlikten mi olduğunu düşünüyorsunuz?
Ben beceriksizliğin rolünün daha çok olduğunun kanaatindeyim. Yönetim bilmeme sonra, ekonomik kararlarda saplantı sayılan faiz sonuçtur bilmem nedir o gibi formüllerle... Ekonominin kabul etmediği, ekonomi biliminin kabul etmediği varsayımlardan hareket ederek ekonomi politikası izlemenin sonucunun bu olduğunu düşünüyorum. Bilerek, isteyerek ben şunu şöyle yaparım, ondan sonra halk biraz fakirleşsin, biraz fakirleşince emek ucuza geliyor. O emek ucuzlayınca daha fazla mal satalım, oradan döviz kazanalım gibi hesaplarla yapıldığını zannetmiyorum.
“DEMOKRASİDEN UZAKLAŞTIK”
Peki ya demokrasi, demokrasiden uzaklaştık mı?
Uzaklaştık kesinlikle.
En kritik ne var sizin kafanızda? Yani demokrasiden şu nedenle uzaklaştık diye?
Yargı.
Osman Kavala Davası mı?
Osman Kavala ve ötekiler. Osman Kavala üzerinde yoğunlaşıyoruz ister istemez, kilit isim olduğu için ama haksızlığa uğrayan yüz binlerce insan var. Yüzbinlerce insan bugün hapishanelerde. Hiçbir gerekçesi olmayan kanıtlanmamış şeyler için hapiste yatıyor.
Joeby Ragpa
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyAlexander Samokhin
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyChris Root
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
Reply