Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

"Toplumsal şiddetin önlenemez yükselişi"

Alper Sezener

Toplumsal şiddetin doruğuna ulaştığı bir dönemden geçiyoruz. Kadınlara, yaşlılara, çocuklara, sağlık çalışanlarına, sanatçılara, farklı siyasi düşünceye, farklı inanca, farklı dış görünüşe sahip olanlara karşı şiddet aldı başını gidiyor. 

Farklı olana karşı öfke sadece yazılı ya da sözlü değil; fiziksel saldırının ötesinde yok edici bir öfke var. “Öteki” ortadan kaldırılması gereken bir obje gibi görülüyor. Bu hastalıklı bir zihin ama ne yazık ki toplumsal koşullar, ekonomik zorluklar ve siyasi çekişmeler sonucu ortaya çıkan kutuplaşma, toplumsal şiddetin oluşmasına, artmasına zemin hazırlıyor, yardımcı oluyor. 

Her gün trafikte yaşanan tartışmaları, fiziksel şiddeti ve ölümle sonuçlanan kavgaları medyadan takip ediyoruz. 

Kadın cinayetleri üstüne sayfalarca yazılıyor, çiziliyor. Konu üstüne filmler yapılıyor.

Kadına yönelik şiddetle mücadele faaliyet planları gündemde olmasına, bazı kanun ve yönetmeliklerin yenilenmesine, yürürlüğe girmesine rağmen kadına yönelik şiddet azalmıyor. 

“Öteki” olana, yani farklı düşünen, görünen, eyleyen kişi ve gruplara yönelen şiddet ise bir diğer önemli husus. 

Bazı çevrelerde farklı olana tahammülsüzlük sanki onurlu bir duruş olarak görülebiliyor. Toplumsal uzlaşı, kavramsal olarak unutulmuş, unutturulmuş gibi görünüyor.

Sosyal medya ise şiddetin sözlü üretim mekanı haline gelmiş; herkes beğenmediği, sevmediği bir konuda ya da kişi ile ilgili oldukça zalim, anlayışsız, öfke dolu. Sosyal medyada tam anlamıyla zehirli bir dil egemen.

Dahası, kültürel olarak arada kalmış toplumlar eleştiriyi sevmiyor, eleştirmeyi bilmiyor. Bu toplumların üyeleri, bir şeyler istekleri doğrultusunda gerçekleşmediğinde, işler onların istediği gibi yolunda gitmediğinde, iyisiyle kötüsüyle eylemlerinin sonuçlarına katlanmayı ve durumu sahiplenmeyi kabullenemiyor, kaçınmayı tercih ediyor, başkalarına yansıtmayı, dış güçleri sorumlu tutmayı yeğliyor.

Dolayısıyla, dördüncü sanayi devriminin, yapay zekâ çağının hızlı, çevik ve yaratıcı insanı, beklenilenin aksine daha öfkeli, daha bencil ve daha narsist. Bu insanın kendi konfor alanı, güç sınırları daha muğlak ve belirsiz. Öz benliğine saldırı tanımı daha geniş. Arzularına ket vurulmasına ve kendini gerçekleştirme duygusuna itirazı daha keskin. 

Yorumum, postmodern insanın varoluş bunalımı, toplumsal genişleme alanı bulduğunda şizofreniye dönüşüyor.

Bireysel öfke ve toplumsal şiddet üstüne daha ciddi düşünmeliyiz. 

*

2 Ekim akşamı Ankaralı bir müzisyen sahne aldığı eğlence mekanında üç kişi tarafından vahşice saldırıya uğradı ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. 

İddialara göre, eğlenmek için mekana gelen üç kişi, müzisyenden şarkı isteğinde bulunuyor, istedikleri şarkı çalınıp söylenmeyince karşılık atışmalar meydana geliyor. Bu durumu kendine yediremeyen arkadaş grubu, mekan çıkışında müzisyene vahşice saldırıp ölümüne neden oluyor.

Sözün bittiği yer.

Olay tüm yönleriyle kolluk kuvvetlerinin denetiminde, yargının değerlendirmesinde artık.  

Olayın toplumsal boyutu ise tartışılmalı. 

Dikkati çeken nokta, saldırıyı gerçekleştirenlerin üçünün de yükseköğrenime sahip, saygın kuruluşlarda çalışan kişiler olmaları.

Açıkça görülüyor ki öfke, hastalıklı bir hal aldığında milliyet, din, öğrenim durumu, meslekî kariyer fark etmiyor. Önüne geleni tarumar ediyor. 

Sonuç herkes için yok edici ama ne söylenirse söylensin boş.

2 Ekim akşamı ahmakça bir öfke yüzünden bir müzisyen öldü. Buna neden olanlar, cinayetin failleri ise düzeltilmesi artık mümkün olmayan bu mutlak kötülüğün hesabını vermek durumunda kalacaklar. Onlar için de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Diğer yandan, hep söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz: Bireye yönelik şiddet ile ilgili atılması gereken hukukî adımlar bir an önce atılmalı. Caydırıcı önlemler alınmalı. Toplumsal farkındalık üstüne çalışmalara daha fazla kaynak ve bütçe ayrılmalı. Bu tür olayların bir daha yaşanmaması için sorumlu olan kurum ve kuruluşlar gerekeni yapmalı. 

*

Sağduyu eksikliği, saygı yitimi, sevgisizlik, çağımızın en büyük problemlerinin başında geliyor.

Doğru, şiddet dünyanın her yerinde var. Hatta artan bir şekilde devam ediyor. İnsanlar arasındaki sosyal, ekonomik, kültürel farkların altının kalın bir şekilde çizildiği, siyasi olarak kutuplaşan bir dünyada şiddetin artması kaçınılmaz.

Fazla mekanik bir dünya bu. İnsanî değerlerin kolayca kamufle edilebildiği, hızlı maddî ilişkiler üstünden kurulan, yüzeysel ilişkilerin dünyası...

Sınırlı kaynakların küçük bir azınlık tarafından tüketildiği ve geri kalanların umut içinde sırasını beklediği bir simülasyondayız. 

Ekonomik olarak kalkınmış ülkelerin hali ortadayken onlara yetişmeye çalışan ülkelerin insanı, toplumsal şizofreninin kıyısında dolanıyor.

*

Çok boyutlu bir konu.

Toplumsal şiddet meselesi; hukukî, siyasî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yönleriyle irdelenmeli ve bu meseleye bir çözüm aranmalı elbet. 

Ama en çok toplumun bireyleri olarak kendimize sormalıyız: “Bu kadar büyük öfke niye, kime?”

Üstüne ciddi bir biçimde düşünmeliyiz.