ANKARA- Kastamonu Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Unat'ın, "Tarih Boyunca Evren Anlayışları ve Tanrı" başlıklı yazısının üçüncü bölümü:
Kopernik (Nikolaus Copernicus) 1473 yılında Torun kasabasında doğdu. Cracow Üniversitesi’nde felsefe, astronomi, coğrafya ve astroloji derslerine devam etti. 1501 yılında Padua’da rahiplik görevine başladı. 1506’da da memleketine döndü ve Frauenburg Katedrali’ne papaz olarak atandı. Bu katedralin kulelerinden birine yerleşti.
Çalışmalarını gizli, ama sürekli olarak geliştirdi, otuz yıla yakın bir süre sistemini ortaya koymak için çalışmalar yaptı. Güneş’i merkeze alan, Yer’i de bir gezegen gibi Güneş çevresinde dolandıran bir sistemini de Revolutionibus (Gök Kürelerinin Hareketi, 1543) adlı yapıtında açıkladı. Ne var ki Kopernik Güneş’in neden merkezde olduğuna ilişkin doyurucu yanıt veremiyordu. Hatta kuramını desteklemek için Pythagorasçı anlayıştan etkilenerek Güneş’e kutsal bir anlam atfetmeyi yeğlemişti. Güneş adeta evrenin feneri, aklı ve hükümdarı gibiydi.
Kopernik bir din adamıydı. Dolayısıyla evren yine Tanrı tarafından şekillendirilmişti. Ancak Kopernik’in evreninde insan ayrıcalıklı bir yere sahip değildi. Yeryüzü alelade bir gezegen insan ise alelade bir gezegen üzerinde yaşayan alelade bir varlıktı. Kopernik kuramının doğruluğu yaşadığı çağda kanıtlanamadı. Bunun için Kepler, Galileo ve Newton’u beklemek gerekti. İlk önemli gelişme Kepler’le ortaya atıldı ve Kepler dairesellik hipotezini ve gezegenlerin kürelere bağlı olduğu düşüncesini yıkmayı başardı.
Kepler’in Harmonik Evreni
Kepler (1571-1630) 1571’de Almanya’da doğdu. İlkin teoloji eğitimi aldı, daha sonra astronomi ve matematiğe yoğun ilgi duydu ve matematik profesörü oldu. 1599’da Brahe’nin daveti üzerine, Brahe’ye yıldız tablolarının hazırlanışında yardım etmek üzere Prag’a geldi ve 1601’de Brahe’nin ölümü üzerine saray astronomu olarak göreve başladı. Brahe ölmeden önce, o güne kadar yapmış olduğu bütün gözlem kayıtlarını Kepler’e bırakmış ve Kepler’den kendi gözlemlerini basmasını ve ortaya koyduğu sistemi (Tychonik Sistem) hesap yapacak bir hale getirmesini istemiştir. Brahe’nin gözlem kayıtlarını inceleyen Kepler astronomik tablolardan bir anlam çıkarmaya çalışmış, ancak bütün bu çalışmalarında Kopernik sistemini temele almıştır. Kepler, bilinen her şeyi kapsayan ve bunlar arasında mutlak bir uyum sağlayan bir sistemin var olması gerektiğini düşünmüş ve Brahe’nin gözlemlerinden yararlanarak, bıkıp usanmadan, tekrar tekrar yaptığı hesaplar sonucunda, gezegenlerin dairesel yörüngeler üzerinde ve muntazam hızla dolandıkları temel prensibini terk etmiş, gezegenlerin elips yörüngelerde dolandığını ve gezegenlerin kürelerinin var olmadığını kanıtlamıştır. Bu nedenle Kepler, modern gök mekaniğinin kurucusu olarak bilinir.
Aristotelesçi hareket düşüncesine göre, gezegenleri yöneten güç aynı zamanda onları ileriye doğru sürükleyen güçtü. Bu güç gezegenlerin küreleri ile sağlanıyordu. Yunan mitolojisine, yani bir savaş arabası ile atlarla donanmış Apollon (Güneş) tasarımına dayanan bu inanç Hıristiyan mitolojisi tarafından da benimsenmiş, ancak atların yerine meleklerin gücü geçirilmişti. Onları hareket ettiren küreler ve melekler olmadığına göre gezegenleri hareket ettiren güç neydi?
Kepler gezegen hareketlerinin dinamik yönü üzerine de çalışmıştır. Gezegen Güneş’ten uzaklaştıkça hareketi azalıyor, yani Güneş’in hareket ettirici gücü azalıyordu. Bunun nedenini vermeye çalışan Kepler, Güneş’teki güç ışıması kavramına ulaştı ve buna “anima motrix (hareket ettirici güç)” adını verdi. Kepler’in anima motrix adını verdiği bu güç Güneş’ten çıkıyordu.
Kepler’e göre gezegenler dev birer mıknatıstır. Yer de bir gezegen ve her gezegen manyetik bir eksene sahiptir. Böylece bu manyetik kutuplar sayesinde gezgenler hareket ederler.
Kepler doğayı canlı bir varlık olarak değil bir makine olarak görmekteydi. Eğer gezegenlerin hareketleri ruh yerine bir güce atfedilirse bu onların cansız cisimler olarak görülmek istendiğini gösterir. Cansız cisimler ise mekanik kanunlara maruz kalırlar. Bu gezegen hareketlerinin mekanik kanunlar yardımıyla anlaşılabileceği yönünde atılmış bir ilk adımdır. Bu noktadan sonrası, gezegen hareketlerinin ne türde güçlerle yönetildiği ve hangi yasalara uyduğunun belirlenmesidir.
Ne var ki Kepler bunun ötesine geçememiştir. Zira Kepler, bir gezegenin hareketini sürdürmesi için sabit bir gücün olması gerektiğine inanıyordu. Kepler'in öne sürdüğü bu varsayımın olgusal bir temeli yoktu. Gezegenlerin devinimlerinin mekanik açıklaması hala yanıtlanamamıştı. Bu sorunun yanıtını arayan bir başka önemli kişi de Descartes'dır (1596-1650).
Descartes’ın Evreni
Descartes, mekanik oluşumları maddenin madde üzerindeki etkisiyle açıklamak gerektiğini düşünerek, uzayın boş olmadığını ve bir cismin devinebilmesi için gerekli olan kuvvetin başka bir cisim tarafından sağlanması gerektiği görüşünü ileri sürdü. Hareket vardı; ancak hareketin arkasındaki neydi? Mekanikçi felsefe, bütün doğa olaylarının hareket halindeki madde parçacıkları tarafından meydana getirildiğini iddia ediyordu. 17. yüzyılda hareketin nedeninin Tanrı olduğunda herkes hemfikirdi. Başlangıçta Tanrı maddeyi yaratmış ve harekete geçirmişti. Peki, maddeyi harekette tutan neydi? Eylemsizlik ilkesi bunu çözmüştü. Zira hareket bu ilkeye göre bir durumdu. Maddeyi hareket halinde tutmak için bir şey gerekmiyordu. Çünkü bir cisim hareket halindeyse hareketine devam ediyor, sükûnet halindeyse sükûnetini koruyor, yani durumunu koruyordu. Hareket çarpma ile bir cisimden diğerine aktarılabilir ancak kesinlikle yok edilemezdi. Descartes eylemsizlik ilkesini temele alarak problemi çözmeyi denedi.
Descartes’e göre, Tanrı tüm uzayı maddeyle doldurmuş ve bu da hareketi başlatmıştır; Tanrı evrene bir hareket vermiş ve bu hareket, kendi içerisinde kapalı çevrimler oluşturmuştur. Tüm evren akışkan madde ile doluydu ve boşluk yoktu. Bütün gezegenler, akışkan maddeyle dolu olan bu uzayda oluşan çevrimlerin, yani girdapların veya hortumların merkezinde bulunur. Evren sonsuz sayıda çevrimlerden oluşan bir yapıdır; çevrimlerden ve bu çevrimlerin çarpışmasından oluşur. Güneş sistemi de merkezinde Güneş’in bulunduğu kendi başına çevrim hareketi gösteren bir yapıya sahiptir. Yer de dâhil olmak üzere bütün gezegenler, etrafımızı çevreleyen bir çeşit ince ve berrak bir madde içerisinde yüzerler. Gezegenler, Güneş’in etrafında bir girdap gibi dönen bu madde sayesinde hareket etmektedirler.
Göksel olgulara mekaniksel bir açıklama getiren bu kuram çok akıllıca ve ilk bakışta çok çekiciydi. Descartes’ın varsayımının güçsüzlüğü, matematiksel olarak işlenememesi ve bu nedenle yeterli düzeyde denetlenememesi ve sorgulanamamasından kaynaklanıyordu. Bu yüzden bu açıklama fiziksel olmaktan öte metafiziksel olarak kalıyordu. Gezegen devinimlerinin dinamiksel açıklaması Galileo Galilei (1564-1642) tarafından ele alınacak ve son nokta Newton tarafından konulacaktır.
Galileo Galilei ve Evrenin Mekanik Yorumu
Evrenin mekanik yorumunu açıklamaya yönelik en önemli adımlardan birini Galileo Galilei atmış ve böylece klasik mekaniğin temelini kurmuştur. Galilei İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Konuşmalar (1632) adlı eserinde Batlamyus ve Kopernik sistemini tartışır ve Kopernik sisteminin kanıtlarını verir. Kitapta ayrıca hareket konusu ele alınır. Diyaloglardan birinde, konuşmacılardan biri topun eğimli bir düzleme konulması durumunda ne olacağını sorar. Aristoteles'e göre, her hareket onu hareket ettiren bir kuvvet sonucu meydana gelmeliydi ve cisim bu kuvvet kendisini hareket ettirdiği sürece hareket etmeliydi. Galilei, günlük gözlemlere uyan bu Aristotelesçi yaklaşımı eylemsizlik prensibi ile yıkmıştır.
Galilei İki Yeni Bilim Üzerine Diyologlar (1638) adlı eserinde ise düşen bütün cisimlerin aynı ivmeye sahip olduğunu göstererek, serbest düşmenin sabit ivmeli bir hareket olduğunu saptamıştır. Böylece Galilei mekanik konusunu matematikselleştirmeyi başarmış, düzgün ve sabit ivmeli hareketleri tanımlamış ve matematiksel formüllerini vermiştir. Problemin gök mekaniği kısmı ise Sir Isaac Newton (1642-1727) tarafından çözülecektir.
Galilei’nin bulguları, doğaya ve evrene nicesel bakışın önünü açmıştır. Ancak bu bakış Aristoteles, Platon ve Pythagorasçılar gibi matematiği gizemli ve tanrısal olarak yorumlamaktan faklıdır. Ona göre matematik doğanın anlaşılması için bir araçtır. Bu araç aynı zamanda doğadaki fenomenlerin neden-sonuç ilişkisini ortaya çıkarır. Evreni ve doğayı tanrı yaratmış olabilir ancak evren mucizeye dayalı olmadan neden-sonuç bağıntısıyla bilinebilir. Bunun için en önemli araç matematiktir. Öyleyse doğa gözlemlenebilir bir düzenliliğin matematiksel bağıntıları aracılığı ile anlaşılabilir.
SÜRECEK...
Joeby Ragpa
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyAlexander Samokhin
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
ReplyChris Root
This template is so awesome. I didn’t expect so many features inside. E-commerce pages are very useful, you can launch your online store in few seconds. I will rate 5 stars.
Reply