Cinsel istismar nedeniyle gözaltı
Cinsel istismar nedeniyle gözaltı
Yılmaz Erdoğan ve Cemre Ebüzziya
Yılmaz Erdoğan ve Cemre Ebüzziya
Sertab Erener: Sağlık sorunlarıyla boğuşuyordum
Sertab Erener: Sağlık sorunlarıyla boğuşuyordum
"Çağ dışı bir ahlak anlayışı"
123456789
Cinsel istismar nedeniyle gözaltı
Cinsel istismar nedeniyle gözaltı
Yılmaz Erdoğan ve Cemre Ebüzziya
Yılmaz Erdoğan ve Cemre Ebüzziya
Sertab Erener: Sağlık sorunlarıyla boğuşuyordum
Sertab Erener: Sağlık sorunlarıyla boğuşuyordum
"Çağ dışı bir ahlak anlayışı"
123456789

İnsan... Para... Tanrı ve ahlak...

Para ve ahlak ilişkisi üzerine neler söylenebilir? Birçok insan, paraya neden tapar? Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, para ve paranın ahlakı üzerine çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

AZE Haber Ajansı

Shakespeare, “Atinalı Timon” adlı ölümsüz eserinde parayı ve paranın dünyasını şöyle anlatır: “Altın! Sarı, pırıl pırıl, halis altın! / Yoo, tanrılar, içim başka dileğim başka değil benim. / Ben kök istedim sizden, cömert tanrılar, kök! / Altının bu kadarı karayı ak, çirkini güzel, / Yanlışı doğru, soysuzu soylu, yaşlıyı genç, / Korkağı yiğit etmeye yeter de artar bile. / Niçin yaptınız bunu, tanrılar? Nedir zorunuz?”diyor. Para, nasıl bir güçtür ki her şeyi tersine çeviriyor. Paranın, bu gücü nereden ve nasıl geliyor? Para ve ahlak ilişkisi üzerine neler söylenebilir? Birçok insan, paraya neden tapar? Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, para ve paranın ahlakı üzerine çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı.

İşte, o yazı:

“Para ve ahlak”

Anadolu halk bilgeliğinde dostluk ve para

"Paralar, paralar, paralar bozulmasın aralar!" diye ne anlama geldiğini bilmeden bağırıp çağırarak oynardık çocuklar olarak. Dostluk başka ticaret başka, denir gündelik hayat gözleminde. "Dostluk başka ticaret başka demek", ne demek öyleyse? Nedir dostluk? Kimdir dost? Peki ya ticaret? Ve ticaret neden uyuşmaz dostlukla? Aristoteles, dost olanların adalete ihtiyacı yoktur, demiş, ama adil olanların dostluğa muhakkak ihtiyacı vardır. Dost olmayanlar arasında adalet de olmuyor demek ki. Hakkaniyeti zaten hak getire. Ne yaman bir çelişki, ne büyük bir bilgelik!

Birbiriyle ticaret yapmak için bir araya gelenler dostlukta bir araya gelebilir mi? Dost olanlar birbiriyle ticaret yapabilir mi? Nedir ticarette çökertici ve çürütücü olan? Neden dost olunmadan adil olunamıyor?  Adil olmayı tercih edenler için ticaret nasıl bir anlam kazanıyor? Dost olanların adalete neden ihtiyacı yoktur?

Büyük soru

İnsanların birbiriyle para dolayısıyla ilişkilenmesi ne demek? Hep alışkanlıktan yaptığımız bu edim, yani diğerine para dolayısıyla, paranın gözlüğünden bakmak ne anlama geliyor? “Al sana 5 lira ver bana bir ekmek!” En temelde buna benzer olan tüm ilişkilerimizin anlamı nedir? Para güç, para nicelik, para şahsi olmayan genel soyut bir şey. Nedir herkesin ve her şeyin onun etrafında döndüğü bu para? Nedir herkese “para para para” diye çıldırtan bu şey? Nedir insanları, Nietzsche’nin “Tan Kızıllığı"nda kullandığı tabiri ile “sabırsızca” peşinden koşturtan ve onları “yasanın ihlalcisi” yapan parada erotik olan?

Ne tadı olan ne de tuzu olan, ama herkesi kendisine göre dans ettiren, bu bin bir türlü şekil almış, gelecekte ancak fantezide olabilecek olan paraya dahi değer ve güç atfedilmesi nereden kaynaklanıyor? Blockchain oraya bitcoin buraya… Aman ha bilgisayarları kapatmayın! Yatağın yolunu bile unutturdu birçoklarına…

En büyük orduları da dize getirebiliyor, en büyük devletleri de bir anda çökertebiliyor. En güçlü kimyasaldan daha güçlü çürütücü gücü olan para, gücünü nereden, kimden alır hangi kurumdan alıyor?

Gelmiş geçmiş tüm tanrıları karşısında hazır ola geçiren, hepsini kendi girdabına çekip çözmediği tek bir kutsal dahi bırakmayan bu modern kutsalın gücü hangi evrenden akan enerjiyle beslenir acaba?

Hobbes ve Nietzsche ile soralım!

Para denilen ve yaratıcısını insafsızca kendisine taptıran bu araç üzerinden ilişkilenmek ne anlama geliyor? Para genel değer ölçüsü olarak herkesi herkesle niceliğe indirgeyip ilişkilendirir. Böylece ünlü İngiliz filozofu Thomas Hobbes’un “Leviathan” adlı eserinde kullandığı tabir ile belirtecek olursak: Her insanın bir “fiyatı” oluşmuş olur ve bu fiyat bir insan olarak onun “değeridir”. Herkesi herkes ile bir nicelik olarak özdeşleştirmekten başka bir şey yapmaz para. Bu eylemiyle herkesi herkese eşitler de. Bu bakımdan modern para sisteminin, imtiyaz haklarına dayanan feodal toplumun çözülmesinde tarihsel olarak devrimci bir işlevi olmuştur. Nietzsche, bunu çok iyi gözlemlediği için eski imtiyaza dayalı tabakaların artık olmadığını, ilişkilerin para dolayısıyla kurulmasıyla artık herkesin yalnızca “birey” olduğunu ileri sürüyor. Nietzsche’nin bireyi temel alan bu gözlemi elbette herkesin herkesi meta sahibi birey olarak karşısında bulduğu piyasa ilişkileri için geçerlidir, yani onun tabiri ile “yüksek toplumun dörtte üçünü” dikkate alan bir gözlemdir. Üretim ilişkilerine yakından bakınca modern toplumda yaşanan tabakalaşma sorununu ile karşılaşırız. Para pul ilişkilerinde herkes herkesi nicel bir büyüklüğe indirger. Bu çok büyük bir şeydir. Bu ilişkilerde herkes herkesi para gücüyle ölçer. “Paran kadar konuş” denir günlük hayatta. Bildiğin kadar değil! 

Sorumuzu Friedrich Nietzsche’nin Hobbes’tan hareketle modern toplumsal ilişkilere dair özetlediği ile soracak olursak: Para güç demektir; para ün, şan ve şöhret anlamına gelir; onur, imtiyaz ve nüfuz demektir para. Nietzsche ile “Tan Kızıllığı” adlı eserinde dile getirdiği bir gözlemi ile soralım. Eskiden, diyor Nietzsche, her şey “Tanrı uğruna” yapılırdı. Şimdilerde ise her şey “para uğruna” yapılıyor. Eş deyişle bugün artık her şey en yüce güçlülük duygusu ve huzurlu vicdan kazandıran para için yapılıyor. Para güç, para vicdan. Para vicdanımızı dahi satın alacak bu gücü nerden, kimden, hangi süreçlerden ve kurumlardan alıyor?

Her şey gider Mersin’e para gider tersine

Karl Marx, her şey gider Mersin’e para gider tersine, diyor. “Grundrisse” adlı eserinde paranın çok farklı işlevlerinden bahseder. Bunlardan birisi de “paranın para olarak” işlev görmesidir. “Kriz dönemlerinde” tüm metalar, metaların ucuz olduğu ülkelerden pahalı olduğu ülkelere doğru hareket eder. Ama para, metaların göreli olarak ucuz olduğu ülkelere doğru hareket eder. Böylece meta ve para sahibi, tutturduğuna göre bir verir iki, bir verir beş alır. Neden acaba, para mı akılsız yoksa sistem mi çarpık? Neden para tersine gider? Bir verip iki alırken, nicelerinin evini barkını yıkar bu para denen, ne kokan ne de tadı olan, ama herkesin tanrı diye taptığı ‘hareket etmeden hareket ettiren’ şey. Oysa para, mal mülk satın almak için icat edilmemiş miydi? Neden öyleyse insanın belli bir amaç için ürettiği şey sanki canlıymış gibi kendi başına alıp başını istediği yere gider ve yaratıcısını sanki tanrıymış gibi peşinden istediği yere sürükler? Sanki Shakespeare, “Windsor'un Şen Kadınları” adlı oyununda dile getirdiği “eğer para önden giderse tüm kapılar açılır” sözleri sanki tam da bu durum için söylenmiştir. Paranın önden gidebilmesi için, Marx’ın “Ekonomi Politiğin Eleştirisi” adlı eserinde gösterdiği gibi “satış ve alış” eylemlerinin birbirinden koparılması gerekmektedir. Ancak bu ayrım, yani “meta üretenler” ile “meta tüketenlerin” birbirinden ayrılması sayesinde ticaret denilen süreç oluşur ve bu süreçte sayısız görünüşte “alış-veriş” olur. Böylece, Marx’ın tabiri ile bir “parazitler kitlesi” sürece dâhil olur ve işçinin emeğinden beslenir.

İtalyan halk bilgeliği ne der?

Bir İtalyan halk bilgeliğinde, para her kapıyı açar ama, cennetin kapısını açamaz, denmiş. Burada sanki Shakespeare’in paraya tanıdığı sınırsız gücü bir eleştirisi vardır. Üzerine düşünmeli! Her şeyi satın alan, uzayda bile parsel sahibi yapmaya yeten paranın gücü cennetin kapısını neden açamaz? Soru, büyük ve anlamlı bir soru. Günlük inanışa göre cennetin kapısını iyi huyluluk, dürüstlük, samimiyet, erdemlilik, yardım severlik, hümanizma gibi ahlaken iyi ve doğru olan şeyler açar. Bu durumda bunla para ahlakı, yani insan onurunu satın alamaz mı denmek istenmektedir? Öyleyse paranın ahlaken iyi olmadığından mı hareket etmeliyiz? Parayı hayatımızdan çıkarınca, parayı reddedince veya para dünyasını bugünkü işleyişinden farklı bir şekilde düzenleyince veya biçimsel bir düzenlemeyle parayı hayatımızdan çıkarınca sorun çözülecek mi?

Bu büyük soru Karl Marx ile Joseph-Pierre Proudhon arasında yaşanan büyük tarihsel tartışmanın içeriğini oluşturmaktadır. Proudhon, “Sefelatin Felsefesi” olarak daha çok alt başlığı ile bilinen eserinde metalar dünyası karşısında zamanla oluşan para dünyasını düzenleyerek ortadan kaldırırsak bu sorunu çözeriz, diye düşünür. Nietzsche’nin sosyalistlere yönelik eleştirilerinin önemli düşünsel kaynaklarından olan Proudhon, insanlar arasında eşitliğin sosyalistlerin istediği gibi dayanışma ile değil, “çalışmanın eğilmez yasasıyla, değerlerin orantısıyla, dürüst değiş-tokuşla ve üretken etkinliğin eş değerliliği ile; kısacası: tüm antagonizmaların matematiksel çözümü ile.”

Fakat Friedrich Engels, değiş-tokuş ilişkilerinin analizi sonucu satıcının erdeminin iyi yalan söylemek olduğunu göstermiştir. Maddi-toplumsal çelişkilerin formel matematiksel düzenlemelerle çözülmesi mümkün müdür? Adam Smith, Napolyon için bir nevi “İncil” işlevi gören “Ulusların Zenginliği” adlı devasa eserinde parayı tüm tarihiyle ortaya koyar ve geçmişte bugün para olarak bilinen ve para olarak işlev gören tuz gibi, sığır gibi çok farklı nesnelerin para olarak kullanıldığına dikkat çeker.

Çok ilginç bir şekilde Heinrich Böll, “Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru” adlı uzun öyküsünde Almanya’da II. Dünya Savaşından sonra kahve ve sigaranın sanki para olarak işlem gördüğünü anlatır. Smith, incelemesinin sonunda, zenginliği maddi üretimde de değil de biriktirilmiş parada göre Merkantilistlere karşı, ticaret para olmadan da yapılabilir, ama üretim olmazsa insanlar yaşayamaz, der.

Bu, bir Alman halk deyiminde ifade edilen “para yenmez” sözlerini hatırlatır. Oysa Marx sorunun sadece formel bir sorun olmadığını, bunun aynı zamanda maddi bir sorun olduğunu düşünür. Dolayısıyla, “Das Kapital” adlı eserinde soruna ilişkin maddi çözüm önerileri geliştirir.

Dünya halk bilgeliğine dönelim

İtalyan halk bilgiliğinden aktardığımız soruya tekrar dönelim: Para cennetin kapısını neden açamaz? Para her şeyi satın alamaz, denir birçok dilde rastlanan bir halk bilgeliğinde. Örneğin bir Alman halk deyiminde daha somut olarak "Sevgi/aşk satın alınamaz" denir. Başka birçok dilde de aynısı olmasa da benzer deyişlere rastlamak mümkündür. Ve zaten Haluk Bilginer’in “Baba” dizisinde Anne Garborg’dan okuyup ünlendirdiği şiiri bu tür halk deyişlerine dair gözlemlerden kazanılan bir derlemedir.

Para, Adam Smith’in tabiriyle “ticaretin evrensel aracı” olarak belki her şeyi, örneğin insan onurunu satın alamaz. Ama hem satın aldığı şeyleri satın alırken insanları birbirlerine karşı suç işlemeye iter hem de satın alamadığı şeylerin kendisine çizdiği sınırı sürekli ihlal ederek insanları ahlaken suç işlemeye zorlar.

İşte, kanaatimce İtalyan halk dilinde "Para cennetin kapısını açamaz" derken söylenmek istenen budur. Para ile çalıştığımız, hayatımızı para ile düzenlediğimiz için ve bu nedenle işlediğimiz ahlaki suçlardan dolayı hâlihazırda bu dünyada "cennete giden yolu" kapamış oluruz. Bu nedenle para cennetin kapısını açamaz. Kısacası para asıl mutluluğun kaynağı değildir.

Marx, Simmel ve bilimsel çözüm

Nasıl çıkacağız bu cendereden? Yaygın güncel tartışmaların yanında bu tartışmalar kaynaklık eden iki eser var bu konuda iddialı olan. Biri yukarıda da işaret ettiğim Karl Marx’ın “Das Kapital” adlı eseridir. Diğeri Gerorg Simmel’in “Paranın Felsefesi” adlı eseridir. Simmel’in eserinin kalınlığı karşısında hayrete düşüldüğü gibi yüksek talepli adı karşısında da hayran kalmamak mümkün değildir. Son 30 yılda Marx’ın itibarı sarsılmış olsa da aklı başında kimse ona bilimci olarak saygıda kusur etmez. Bunu zaten kamuoyuna sorulan ‘insanlığa hangi bilimciler en çok katkıda bulunmuştur?’ sorusuna verilen ve Einstein’dan sonra Marx’ı ikinci sıraya taşıyan yanıttan görüyoruz.

Bu iki büyük filozofun bu eserlerinde paraya dair ortaya koydukları düşünceleri arasındaki fark nedir? İlk büyük fark Simmel’in paranın tarihsel ve mantıksal kökenini açıklamayı reddetmesiyle başlar. Paranın kökeni ve kaynağına dair soru, Immanuel Kant’ın “Ahlakın Metafiziği” adlı eserinde Adam Smith’ten hareketle sorduğu ve yanıtlanmasını istediği sorudur. Simmel bu soruyu yanıtlamaktan kaçınır. Simmel’e göre paranın tarihsel kökeni açık değildir.

Oysa 20. yüzyılın başında eserin yayınladığı yıllarda paranın tarihine ilişkin bazı kesin şeyler söylemek için yeterince bilgi mevcuttur –ki hâlihazırda 18. yüzyılın son çeyreğinde Adam Smith’in konuyu ilişkin yayınladıkları bunu kanıtlar.

Bundan farklı olarak Marx, paranın hem tarihsel kökenini hem de mantıksal-sistematik kaynağını açıklamaya girişir. Bu yaklaşım farkı iki filozofun konuya yaklaşımı bakımından önemli içermelere sahiptir.

Georg Simmel ne der?

Simmel tüm insan ilişkilerini ilkesel olarak bir çeşit alış-veriş ilişkisi olarak görür. Bu nedenle diğer ilişkiler arasında çok özel bir yeri ve anlamı olan para ile gerçekleşen alış-veriş ilişkisini basit bir şekilde insanların diğer alanlarda kurduğu ilişkilerle ile eşleştirir, belki de özdeşleştirir. Hatta dört dudağın öpüşmesi sonucu ortaya çıkanı dahi bir çeşit alış-veriş ilişkisi olarak görür. Bununla ne yapar öyleyse Simmel? Ticari ilişkiler de herhangi başka bir ilişki gibi ilişkidir ona göre. İtici olarak görülmesi için bir neden yoktur. Bu bağlamda Simmel parada ifadesini bulan değere ilişkin tüm nesnel ve öznel açıklama çabalarını birbirine karıştırır. Simmel’in yukarıda göstermeye çalıştığımız ve hâlihazırda dünya halk bilgeliğinde ifadesini bulan çelişkiye ilişkin eserinde önerdiği çözüm önerisi budur. Zor okunan ve çözümlenen cümlelere yakından bakınca ortaya çıkan çözüm önerisi çok daha basittir.

Karl Marx ne önerir?

Buna karşın Marx, önce paranın sistematik kökenini açıklar. Eş deyişle meta üreten kapitalist toplumda paranın kaynağı nedir? Marx paranın kökenini metanın gereksinim gidermeye tekabül eden nitel yanını öne çıkaran kullanım-değeri ile üretim sürecinde gerekli olan genel toplumsal zamandan oluşan nicel yanı olan değişim-değeri arasındaki çelişkiden kaynaklandığına işaret eder. Buna şöyle de denebilir: Kapitalist toplumda nicel zenginlik biriktirmek için yapılan üretim ile gereksinimleri gidermek için yapılan üretim arasında ters orantılı işleyişin çelişkisinde yatar paranın kökeni. Toplum ha bire zenginlik biriktirir ama bununla insanların gereksinimlerini giderme becerisini gösteremez.

Sonra Marx, ekonomik değerin genel ifadesi olan paranın giderek metalar dünyası karşısında bağımsızlaştığını gösterir. Bir metada kullanım-değeri ile değişim-değeri arasında gözlenen çelişki, metaların birbirleriyle olan ilişkide de gözlenir. Bundan dolayı metaların arasından bir meta (altın vs.) giderek evrensel bir meta olma özelliğini kazanmaya başlar. Böylece para dünyası kendisini meta dünyasının karşısında göreli bağımsız bir dünya olarak inşa eder. Para artık evrensel alım gücü olan bir metaya dönüşmüştür. Paranın alım gücü onun tarihsel ve sistematik olarak oluşmuş olan bu alım gücünden kaynaklanır ve paraya Tanrı’ya tapar gibi tapma da bu durumdan kaynaklanır. Marx bu durumu toplumun kafası üstüne gitmesi olarak betimler, çünkü bu şekilde biçimlenen tüm ilişkiler tersine dönmüş ilişkilerdir.

Öyleyse Marx, niceliği değil niteliği, nicel zenginlik biriktirmeyi değil, insanların gereksinimlerini gerçekten gideren yeni bir üretim sistemi önerir. Nicelik bu temelde nitelik ile uyumlu hale getirilebilir. Marx’a göre tüm insan ilişkileri, sevgi ve aşk da dâhil olmak üzere, öncelikli olarak ortak üretim ilişkileridir. İnsanlar birbirleriyle ilişkilendikleri ve beraber eyledikleri tüm ilişkilerde ortak eserler ve değerler yaratırlar ve bunlar herkese tam olarak gelmektedir. Ortak üretim, hâlihazırda Seneca’nın gösterdiği gibi, herkesin üretileni kendisi için tam olarak edinmesini mümkün kıldığı oranda gereksinimin giderilmesini mümkün kılacaktır. Aşk ve sevgiyi de mümkün kılacak olan budur.

Bu yaklaşım Marx’ı, Platon’a ve çağdaş sosyalistlere karşı toplumsal tabakaların gerekliliğini savunan ve Avrupa işçilerini dünyayı sömürgeleştirmeye çağıran, yani sömürgeciliği savunan Nietzsche’den de ayırır.