Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Ali Babacan'ın basın toplantısı

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan gazete ve televizyon yöneticileriyle buluştu.

AZE Haber Ajansı

ANKARA - DEVA Partisi Genel Başkanı Ali BABACAN ve parti yönetimi Ankara Bilkent otelde gazete ve televizyonların Ankara'da bulunan üst düzey yöneticileriyle bir araya geldi. Parti yöneticileriyle birlikte, basın mensuplarıyla samimi ve diyalog içinde bir sohbet havası içinde medya toplantısı gerçekleştirildi.

Toplantıya AZE Medya Genel Yayın Yönetmeni Nuray BAŞARAN CADDE TV ve Gazete Durum adına katıldı.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali BABACAN konuşmasında şunları söyledi:

Hemen yanımda Celal Mümtaz Akıncı Bey var. Bizim DEVA Partimizin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı. Birazdan kendisi söz aldığında daha detaylı anlatır ama ben şöyle sadece ismen tanıştırmış olayım. Hemen solumda partimizin kurucusu, Genel Başkan Yardımcımız, Milletvekilimiz, eski Adalet Bakanımız Sadullah Ergin Bey var. Mümtaz Bey’in yanında İbrahim Çanakçı Bey bizim partimizin kurucusu, Genel Başkan Yardımcımız, Ekonomi ve Finans Politikaları ve Siyasi İşlerden Sorumlu yani partimizin bütün politika koordinasyonundan sorumlu Genel Başkan Yardımcımız. Kendisini Hazine Müsteşarlığı döneminden herhalde iyi tanırsınız. Nazlı Seda Hanım yine Partimizin kurucularından. Genel Başkan Yardımcımız. İnsan kaynaklarından sorumlu aynı zamanda Teşkilat İşleri Komisyon Üyemiz. Hemen solumuzda da Yılmaz Bey var, bizim Ankara İl Başkanımız.

Biliyorsunuz DEVA Partisi kurulalı 4 yıl oldu. 9 Mart tarihinde 4. yaş günümüzü kutlayacağız. Yaş günü kutlamasına vakit olmayabilir çünkü bütün arkadaşlarımız sahada, işte İbrahim Bey gece Elazığ’dan döndü. Herkes bir yerlerde koşturuyor ama dördüncü yaşımıza artık giriyoruz.

Bu süre içerisinde gerçekten siyasette farklı bir vizyon ortaya koymak için yoğun bir çaba gösterdik, Türkiye’de gerçek anlamda özgürlükler, insan hakları, demokrasi, tam demokrasi hedefiyle yola çıktık ve bu hedefimizi de parti programımızda çok açık ortaya koyduk. Bizim parti programımız ilk açıp bakarsanız özgürlüklerle başlıyor çünkü Türkiye’deki sorunların tam da temelinde özgürlüklerle ilgili sorunların olduğunu biz tespit ettik. Özellikle ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü parti programımızın ilk sayfaları bunlarla başlar. Daha sonra adalet, hukuk, tabii ki demokrasi ve daha sonra ekonomiyle devam eden bir programımız var. Ülkemiz için bu konuların halen çok öncelikli olduğunu görüyoruz ve bu sorunların çok büyük olduğunu biliyoruz. Tabii mesele hukuk adaletse, bu konuda da biz öncelikle Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği standartlarını esas alan bir siyasi partiyiz. Çünkü demokrasinin tanımını herkes kendince yapabiliyor, kendine “Demokratik Cumhuriyet” deyip de demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan çok ülke var dünyada. Dolayısıyla eğer hukuk adalet diyorsak, demokrasi diyorsak bunun referansı Avrupa Konseyi ile Avrupa Birliği’nin ilke ve değerleridir. Bunları esas almadığımızda çok geniş bir esneklik alanı oluşuyor ve maalesef çok kıymetli kavramların yanlış uygulandığını dünyanın her yerinde görüyoruz. Bir yandan bunları söylüyoruz ama şunun da farkındayız: Dünyada şu an bir akım var ve bu akım, otoriter popülizmin arttığı, popülist otoriterliğin gittikçe arttığı bir dönemdeyiz. Bu dönem ne kadar sürer bilemiyoruz ama baktığımızda Avrupa dahi, demokrasi, hukuk, insan hakları konusunda referans aldığımız Avrupa Birliği’ndeki birkaç ülkede dahi çok ciddi sıkıntılar başladı. Basın özgürlüğünü sınırlayan, basının tamamen tekelleşmesini beraberinde getiren, otoriterleşen ve tek kişinin kontrol denge sistemi olmadan ülkeyi yönettiği örnekler maalesef çoğaldı. Arjantin’deki son seçimlere bakıyoruz durum aynı, Almanya'daki son seçimlere bakıyoruz. Bu tür partilerin zemin kazandığını görüyoruz. Bunların hepsini görüyoruz ve farkındayız. Ama biz DEVA Partisi olarak asla bu yanlış gördüğümüz ve o ülkelerin vatandaşları için çözüm üretmeyecek, sonuç üretmeyecek akımlara kapılmayacağız. Siyasette iki usul olabilir kabaca. Birincisi; o anki toplumun duyguları, o anki toplumdaki rüzgarları görürsünüz, o rüzgarın üzerine binersiniz ve sörf yapabilirsiniz. Bu bir siyaset türüdür. Kimlik siyaseti zaten bunun önemli tanımlarından bir tanesidir. Yani “Ben şucuyum, bucuyum, ben falanım, filanım. E sen de şucusun, bucusun, sen de falansın, onun için bana oy ver.” Ama o tür siyaset yapanlara “Peki Türkiye'nin yarınları için sizin planınız nedir? Probleminiz nedir? Hayaliniz nedir? Hedefiniz nedir” diye sorduğunuzda çoğu zaman bir cevap alamadığınızı da görürsünüz. Oysa biz siyaseti tabii ki toplumu anlayan, toplumun o andaki hissiyatını iyi ölçen, bilen ama toplumla o duygu örtüşmesini sağladıktan sonra toplumu ve ülkeyi çok daha ileriye taşıma gayreti olan bir alan olarak görüyoruz. Yani siyaseti aynı zamanda ülkeyi bir dönüştürme çabası olarak görüyoruz. Ülke için somut hedefleri olan ve somut çözümleri olan bir çalışma alanı olması gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla farkımızın özellikle bu alanda gittikçe daha çok anlaşılması ve Türkiye için somut bir demokrasi hedefimiz, somut bir refah hedefimizin açıkça ortaya konması gerçekten bizi belki de pek çok partiden ayıran önemli bir özellik. 

Evet yerel seçimlere gidiyoruz. Yerel seçimlerle ilgili çok yoğun bir hazırlık içerisinde olduk. Biliyorsunuz bizim Yerel Yönetimler ve Şehircilik Eylem Planı ki bunların hani önünüzü çok kalabalık etmeyelim diye bunları böyle set halinde de koymadık ama bu 6 nolu eylem planımızın herkeste olması lazım. Biz aslında seçimlerden iki sene önce yerel yönetimler ve şehircilik vizyonumuzu ortaya koyduk. Yani seçim geliyor diye apar topar bir seçim beyannamesi değil. Bu komple bir bakışta hazırlanmış, muhtarlara kadar tanımlanmış bir çalışma. Bunun hemen yanında da depremle ilgili bir doküman göreceksiniz. O da özellikle depremin ülke üzerindeki etkisini bu 6 Şubat depremlerinin ülke üzerindeki etkisini ve depremin oluşturduğu travmadan çıkışla alakalı neler yapılması gerektiğini yazdığımız bir rapor. Tam 6 Mart'ta yayınladık. Yani depremden bir ay sonra yayınladık. Hatırlayacak olursanız 99 depremlerinden sonra Devlet Planlama Teşkilatı'nın bir raporu yayınlanmıştı. Bir değerlendirme raporu. O raporun koordinasyonu da o zaman Devlet Planlama Teşkilatı'ndayken İbrahim Bey yapmıştı. Dolayısıyla bu da böyle derli toplu, hem durum tespit ve “Bu kriz nasıl atlatılacak?” Onunla ilgili somut öneriler içeren bir rapor. Bu aynı zamanda önümüzdeki süreçte Türkiye'yi deprem konusunda daha hazırlıklı hale getirmeyle alakalı da işin finansmanından tutun ki en önemli sorun biliyorsunuz. Hani Napolyon demiş “Barut yoksa bitti.” Dolayısıyla para yoksa bitiyor. Yürümüyor işte TOKİ'nin yaptığı işler. 310 bin kadar hedef ilan edilmişti geçen sene Mart'ta. “Bir yılda 310 bin konut yapacağız” diye. TOKİ Başkanı'nın söylediği anahtarı teslim edilmeye hazır 46 bin konut falan dediler ama teslim edilen konut sayısının çok daha az olduğu, örneğin Kahramanmaraş’ta planlananın, söz verilenin yüzde onun bile altında olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla para olmayınca bu işler olmuyor. Bunun parasını da nereden nasıl bulunacağı da var bu raporlarda ama tabii anlayıp uygulamak bir uzmanlık işi. O uzmanlık da olmayınca maalesef uygulamada sıkıntıları görüyoruz şu anda. Bunlarla da yetinmedik. Bir de ayrıca bizim belediyelerimiz için Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdik ve bir Etik Kurallar Bildirgesi yayınladık. Bu da bir ilk. Yani belediye başkanlarımızın yönetirken hangi ahlaki kurallara göre belediyeleri yöneteceklerini de burada yazılı hali getirdik. Bizim bütün adaylarımız bunu imzalıyor. Ondan sonra adayımız oluyor. Bu da bir ilk. Hatta arkadaşlarımıza söylediğimde “Ya bir araştırın bakalım kim daha önce nasıl bir çalışma yapmış”, yok. Böyle bir şey olmamış. Bunu da ortaya koyduk ve bu, şunun için önemli; şu andaki yasal düzenlemeler çok esnek. İşi kitabına uydurup da belediyecilik yapmak kolay. Mevzuat sündürdükçe sündürülebiliyor. Çok boşluklar var. Dolayısıyla bu geniş alanın tam da ortasına bir ahlaki çerçeve çizelim ve bizim belediye başkanlarımız bu ahlaki çerçeve içerisinde işlerini yapsınlar istedik. Onun için de bunu açık bir şekilde ortaya koyduk. Eğer 2023’te Mayıs seçimlerini kazansaydık biz bunları yasal düzenleme haline getirecektik. Yasal düzenleme haline getirileceği de zaten bu 6 partinin ortak dokümanında var. Yasal düzenleme haline getiremedik ama en azından partimizin bir ahlaki düzenlemesi, bir etik düzenlemesi haline getirdik. Bunun da denetimi için ayrıca genel merkezimizde bir yapı, bir sistem şu anda oluşturuyoruz. 81 ilde adaylarımızla seçime giriyoruz. Adayımızın olmadığı hiçbir ilimiz yok ve bir iki ilde böyle lokal iş birliği halinde seçime giriyoruz ama bunlar çok sınırlı. Zaten hatırlarsanız ben ilan ederken demiştim ki “Biz kendi adaylarımızla, kendi ismimizle, kendi logomuzla bu seçime giriyoruz” diye. Ancak yerelden gelen talepler üzerine istisnai olarak ve münferiden iş birliği tekliflerine de açığız” demiş idim. İki ilimizde böyle lokal iş birliği oluştu. Bunlar Tekirdağ ve Malatya. Farklı modeller, ikisi birbirinden bayağı farklı model ama bizim teşkilatımızdan ve yerelden gelen talep aynı zamanda ilişkili diğer partilerin teşkilatından da gelen talep üzerine bu oluştu. Tekirdağ’da bir belediye başkan adayı, büyükşehirde belediye başkan adayı var. Gelecek Partili ama daha önce AK Parti’de siyaset yapmış öyle bir arkadaş. Dolayısıyla büyükşehirde biz ona destek verdik ama pek çok ilçede de sadece bizim adayımız var. Saadet'in ve Gelecek’in adayı yok. Dolayısıyla öyle bir iş birliği Tekirdağ'da lokalde. Arkadaşlarımız istedi. Biz parti teşkilatları olarak oturduk. “Böylesinin uygun olduğunu düşünüyoruz” dediler. Biz de “Tamam” dedik ama diğer partilere dedik “Siz genel merkezlerine sorun.” Çünkü bizim genel merkezlerle bu konuda bir diyalog yok bu seçimde maalesef. Hiçbir partinin genel merkezinde hiçbir şekilde diyalog yok. Dolayısıyla oradaki teşkilatlar da kendi genel merkezleriyle diyalog kurdular. O diyalog da tamamlandıktan sonra orada öyle oldu. Yine Malatya'da da bizim kurucu arkadaşımız İbrahim Bey bağımsız aday olarak seçime giriyor. Ama biz de kendisine destek veriyoruz. Saadet Partisi kendisine destek veriyor. Gelecek var galiba destek veren. O da orada yine yerelden gelen bir talep üzerine oldu. Onun haricinde dediğim gibi Türkiye genelinde biz kendi adaylarımız, kendimiz doğrudan DEVA Partisi olarak seçime giriyoruz.

İbrahim Gezer bizim parti kurucumuz. DEVA Partisi'ni ilk kuran kurucular kurulu heyetinden idi. Kendisi Malatya'da sevilen, tanınan bir insan. Sonra bir gün geldiler partilerin il başkanlarıyla beraber Ankara'ya. Bütün il başkanları dediler ki biz İbrahim Bey'i ortak aday olarak görmek istiyoruz ama bağımsız olursa bizim işimizi kolaylaştırır. “Tamam” dedik “Eğer Malatya'nın talebi buysa hay hay” dedik. Dolayısıyla şimdi İbrahim Bey bağımsız ama gerçek bağımsız yani şey değil. Bizde kayıt dışı hiçbir şey yok. Dolayısıyla gerçekten partiden ayrıldı. Gerçekten bağımsız oldu. Seçildiği zaman da belediye başkanı olarak bağımsız olacak, çalışacak. Yani tekrar seçilip de DEVA’ya dönecek falan öyle bir şey yok yani. Gerçekten bağımsız oldu. Ama Türkiye coğrafyasına baktığımızda bunlar gerçekten münferit ve istisnai şeyler. Başka illerde de böyle benzer modeller vardı fakat diğer illerde biz “Tamam” dedik ama diğer partilerle ki başka partiler de vardı o modellerde. Diğer partilerin genel merkezlerinden kabul görmeyince dedik “Bizim için sorun yok. Gidin diğer partilerin genel merkezleriyle konuşun.” Bir iki ilde daha sanırım. Çok az. Şimdi isimlerini söylemeyelim. Onlar çünkü olmadığı için olanın üzerinden gitmemiz lazım. Durum böyle.

Dolayısıyla kampanyamıza başladık. çok yoğun bir şekilde adaylarımızla beraber çalışıyoruz. Genel merkezimizden arkadaşlar Türkiye'nin dört bir yanına dağılmış durumdalar ve vatandaşlarımıza hem DEVA Partisi'nin genel politikalarını anlatmak için hem de adaylarımızın kendilerini vatandaşlarımıza anlatması için yoğun bir çaba ve çalışma içerisindeyiz diyelim. Ben burada durayım ve sözü hemen Mümtaz Bey'e vereyim. Belki onun da açılışta söylemek istediği şeyler vardır. Daha sonra soru cevapla devam edeceğiz.

Celal Mümtaz Akıncı: Teşekkür ediyorum Sayın Genel Başkanım. Görsel ve yazılı medyamızın seçkin temsilcileri davetimize hoş geldiniz. “Celal Mümtaz Akıncı kimdir?” İsterseniz kısaca onu size arz edeyim. 1957 yılında Afyonkarahisar'da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimi Afyon'da tamamladıktan sonra 1982 yılında Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun oldum ve akabinde Afyonkarahisar'da avukatlık stajımı yapıp avukatlığa başladım ve kısa bir süre sonra Baro Yönetim Kurulu üyesi oldum. İlerleyen süreçte, yılında Afyonkarahisar Baro Başkanı seçildim. Önceki başkanımızın istifası üzerine yapılan olağanüstü genel kuruldu ve Baro Başkanlığım esnasında sürekli hukuktan yana tavır sergileyerek meslek hayatımı sürdürmeye gayret ettim. 2010 yılda yapılan Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesi'nde bir avukatın temsili gündeme geldi malumunuz. Anayasa Mahkemesi üyesi sayısı on beşten 17’ye çıkartıldı. Bir avukat bir de Sayıştay kontenjanı konulmuştu o dönemde. Ve Baro Başkanı arkadaşlarımız, meslektaşlarımız oy kullandılar ve o seçimde Türkiye Barolar Birliği'nde yapılan seçimde en çok oy alan üç aday içerisine girme imkanım söz konusu oldu ve akabinde Türkiye Büyük Millet Meclisi üç kişiden en çok oyu alan Celal Mümtaz Akıncı'yı tercih ederek Anayasa Mahkemesi üyesi olarak seçmiş oldu. Dolayısıyla 2010 Anayasa değişikliğinden sonra parlamento tarafından bir Sayıştay, bir de baro temsilcisi seçiliyor malumunuz. Daha öncesi itibariyle tüm üyeler Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyordu. Yine tabii şu anda da 2017 anayasa değişikliğinde askeri mahkemelerin kapatılması üzerine Anayasa Mahkemesi'ndeki Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerinin görevleri sona erdikten sonra üye sayısı tekrar 15’e düştü. Bu 15 üyenin yine baro temsilcisiyle Sayıştay temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçiliyor. Diğer üyelerse Sayın Cumhurbaşkanı tarafından seçilmekte. Anayasa Mahkemesi üyesi olduktan sonra burada size dağıtılan evrakta da görüldüğü üzere yine haktan, hukuktan yana tavır sergilemeye devam ettik. Can Dündar, Erdem Gül, meslektaşlarınız ilk zaten ifade ve basın özgürlüğüyle ilgili Anayasa Mahkemesi'nin vermeye başladığı kararların hemen hemen ilki sayılabilir. Arkasından Cumhuriyet Gazetesi'yle ilgili verilen kararda yine oy kullandım. Keza yine Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Kadri Gürsel Bey'in davasında, bireysel başvurusunda… Yani aslında tabii bir hukukçu olarak yapılması gereken şey Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı neyse ve Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi neyi emrediyorsa o yönde karar vermek gerekiyor da ama maalesef Anayasa Mahkemesi siyasetten etkilenen bir makam hepimizin bildiği gibi çünkü zaten üyelerinin çok az bahsettiğim gibi Sayın Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor. İki üye sadece parlamento tarafından seçiliyor. Dolayısıyla bu siyasetin etkisinden kurtulmak suretiyle özgürlükçü kararlar verebilmek bize nasip oldu diyelim oradaki arkadaşlarımızla beraber. Belki bunda şunun da etkisi olabilir diye düşünüyorum, bu benim şahsi saptamam, tespitim: Avukatlık malumunuz serbest meslek. Meslek ifa ederken kimseden emir ve talimat almamışsınız. Ama diğer arkadaşlarım çoğunu tenzih ediyorum ama orada mesela bürokrasiden gelen üyelerimiz var. Yargıtay'dan, Danıştay'dan üyelerimiz var. Aynı şekilde dikkat ederseniz karar skalasında YÖK’ten gelen hocalarımız, iki tane anayasa hukuku profesörümüz var şu anda Anayasa Mahkemesi’nde. Bir de Engin Yıldırım hocamız var, o anayasa hukuku profesörü değil ama onlar da üniversitelerin özerkliğindne olsa gerek onlar da özgürlükçü kararlar alma noktasında rahat hareket edebilen meslek grubu olarak nitelendirilebilir. Bu süreçte ifade ettiğim gibi özgürlükten yana tavırlarımız devam etti ve 2022 yılında 65 olduğu için anayasa gereği yaş haddinden emekli olduktan sonra Sayın Genel Başkanımızdan ve DEVA Partisi'nden siyasete atılma noktasına teklif gelince ülkenin bu gidişatı karşısında “Ya emekli oldum artık emekli hayatı süreyim, rahat edeyim” deme lüksüm olmadığını düşündüğüm için ben de taşın altına elimi sokayım ve ülkeye hakikaten layık olduğu müreffeh seviyeyi birlikte getirelim düşüncesiyle DEVA Partisi'nin davetine icabet ettim ve geçen hafta da hızlı bir şekilde gelişen bir süreç sonucunda Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak karşınızdayım. Tekrar teşrifinizden dolayı teşekkür ediyorum dedi.

Medya yöneticilerinin sorularıyla programa devam edildi.

Soru: Efendim ben izninizle iki kısa soru sormak istiyorum. Birincisi siyaset bilimcisi hassasiyetiyle çalıştınız, ona tanık olduk. Bu yerel seçimlerde bunun karşılığını almayı umuyor musunuz? İkincisi, ekonomiyle ilgili doğal olarak ülkemiz korku tüneline döndü. Yerel seçimler sonrası için bir devalüasyon beklentisi ve doların 43-48 lira bandına gelmesinin noktasında birtakım iddialar var. Siz de kaygılı mısınız?

Ali Babacan: İbrahim Bey de belki buna yanıt vermek isteyebilir. Şöyle yapalım. Birinci soruya ben cevap vereyim. İkincisine İbrahim Bey cevap versin.

Yerel seçimlerle ilgili bizim tüm Türkiye genelindeki stratejimiz şu: Biz vatandaşlarımızın karşısına pırıl pırıl bir kadroyla çıkıyoruz ve seçildikleri takdirde de belediyeyi mevcutlardan veya diğer adaylardan daha iyi yöneteceğine inandığımız bir kadroyla, aday kadrosuyla vatandaşlarımızın karşısına çıkıyoruz. Bu son derece önemli. Bazı yerlerde destek partimize yüksek olacaktır. Bazı yerlerde belki daha orta halli kalacaktır. Belediyeyi kazanacağımız çok yer olacağına inanıyoruz. Şu anda Türkiye'nin pek çok yerinde farklı farklı yerlerden arkadaşlarımız sürekli güzel haberler oluşturuyorlar bize. Dolayısıyla seçim sonuçlarını 31 Mart akşamı, gerçi yerel seçimlerde biraz saymak uzun sürüyor, bilemedik işte 1 Nisan sabahı önemli ölçüde öğrenmiş olacak. Sonuçları o zaman göreceğiz ama bizim şu andaki en önemli vicdani sorumluluğumuz ve aynı zamanda ahlaki sorumluluğumuz bu ülkenin hukuk ve adalet çerçevesinde, temel insan haklarına saygılı bir şekilde ve rasyonel bir ekonomi yönetimiyle yönetilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yerel yönetimlerde gerçekten işi bilen yerel yönetim ve şehircilik nosyonu, politikaları tam oturmuş ama aynı zamanda da bunu etik kurallar çerçevesinde yapacak bir iddiayla ortaya çıkıyoruz. Dolayısıyla bu iddiaların varlığı bile tek başına ülkemizin demokrasisi için son derece kıymetli iddialardır. Seçilen belediye başkanlarımızın biz genel merkez olarak sürekli yanlarında olacağız, arkalarında olacağız, onlara sürekli teknik destek vereceğiz ve aynı zamanda onların bizim ülke ve kurallarımıza uygun çalışıp çalışmadıklarıyla ilgili de denetim mekanizmamızı yoğun bir şekilde çalıştıracağız. Bizim parti olarak tabii ki en önemli hedefimiz bu ülkenin merkezi hükümetinde söz sahibi olmak, bu ülkede iktidar olmak. Dolayısıyla 2028'de veya daha erken yapılabilecek genel seçimler bizim en önemli hedefimiz. Bu bir maraton koşusu, bu maraton koşusunda bizim uzun vadeli hedeflerimiz var ve uzun vadeli hedeflerimizden asla vazgeçmiyoruz. Uzun vadeli hedeflerimiz sapasağlam yerinde duruyor ama bu yerel seçimlerinde çok önemli bir kilometre taşı olduğunu biliyoruz, çok önemli bir safha olduğunu biliyoruz. Bu önemli safhayı da son derece ciddi bir şekilde ve somut hedeflerle şu anda gerçekleştiriyoruz.

İbrahim Çanakçı: Sertaç Bey biliyorsunuz biz bu döviz kuru ile ilgili seviye olarak çok bir rakam telaffuz etmiyoruz. “Döviz kuru şuraya gider, şu seviyede olur, şu seviyeye çıkar” şeklinde hiçbir zaman bizim bir değerlendirmemiz olmadı. Ama şunu çok net bir şekilde söylemek isterim ki şu ana kadar uygulanan ekonomi politikaları Türk lirasına güveni sağlama noktasında yeterli bir mesafe kat edemedi, bir başarı elde edemedi. Dolayısıyla mevcut politikalar altında Türk lirasının değer kaybetmesi ve Türk lirasının aslında istikrar ve güven kazanması tabi ki çok zor gözüküyor. Şimdi baktığımız zaman aslında ekonomi politikası diye adlandıracağımız tek şey faizleri artırmak oldu. Dolaylı vergi artışları gündeme geldi ve zamlar gündeme geldi. Seçim sonrası için baktığınızda da yine hem özellikle temel girdiler noktasında zamlarla karşı karşıya kalınacak hem vergi artışlarıyla karşı karşıya kalınacak. Dolayısıyla zaten özellikle bütçenin harcama tarafında kapsamlı bir adım atılmadan Türkiye'de özellikle kur korumalı mevduat gibi işte kamu özel iş birliği projeleri gibi konulardaki kanamalar durdurulmadan yani ekonomi politikası bu unsurlarla desteklenmeden ve tabii çok çok daha önemlisi hukuk güvenliği alanı, hukuki öngörülebilirlik noktasında adımlar atılmadan tabii ki Türkiye'de hem yurt içi yatırımların hem doğrudan yabancı yatırımların artması mümkün değil. Dolayısıyla hani sadece dolaylı vergi artışlarına kamu mal ve hizmetlerine yapılan zamlara ve işte kısmen de olsa ürkek sıkı para politikası adımlarıyla Türk lirasına olan güveni ve Türk lirasının istikrarını sağlamak mümkün değil. Yani bu çerçeveyi, ben özellikle bunun altını çizmek istiyorum. Hani rakamsal olarak şu olur, bu olur, o biraz bizim açıkçası bugüne kadar olan çizgimizin de dışında ve çok da doğru olmadığını düşünüyorum ben hani. Ama burada kritik olan şey, uygulanan politikalar enflasyonda, enflasyon beklentilerinde kalıcı bir iyileşme sağlar mı? Sağlamaz mı? Türk lirasına güveni tesis eder mi, etmez mi? Bu konularda da çok net gözüküyor. Yani geçmiş dokuz aylık uygulamalara baktığımız zaman, seçimden sonraki atmosfere baktığımız zaman özellikle hani kamu maliyesi noktasındaki bir takım sıkıntılara baktığımız zaman bu atılacak adımların dediğim gibi bu Türk lirasına güven noktasında çok ciddi bir yetersizlikle karşı karşıya kalacağını düşünüyorum.

Ali Babacan: Küçük bir ekleme yapayım. Şu anda ekonomi yönetimindeki birkaç isim bizim eski yakın çalışma arkadaşlarımız. Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz. İşte İbrahim Bey'le beraber, başka arkadaşlarla beraber uzun süre yakın çalıştık. Arkadaşlarımızdan ben şunu beklerdim. Tabii ki güçlerinin son derece sınırlı olduğunu, ellerindeki imkanlarının son derece dar olduğunu, son derece bozulmuş bir sistemin, bir iki ismin münferit çabasıyla düzeltilemeyeceğinin de farkındayım. Ama arkadaşlarımızın iyi niyetli olduğunu da biliyorum. Fakat en azından şunları beklerdim. Bir, TÜİK'in acilen bağımsız çalışması, tarafsız çalışması ve acilen gerçek enflasyon rakamlarını açıklayan bir kurum hale getirilmesi. Çok önemli bir konu bu. Birincisi bu. İkincisi de Merkez Bankası'nın eskiden olduğu gibi şeffaf çalışması. Şimdi herkesin bildiği yüzde 120, yüzde 130’a varmış bir enflasyonu siz sürekli olarak yüzde 60’larda, 70’lerde açıklarsanız güven oluşturmanız mümkün değil. 16 milyon emekli var bu ülkede. Sorun “Sence enflasyon kaçtır” diye gerçek enflasyonu, gerçek alışverişte karşılaştığı fiyat artışını söyleyecektir. Herkesin bildiği şeyi saklamak, gizlemek, farklı bir rakam olarak açıklamak Türkiye'ye yakışmıyor. Yani güvenden bahsediyoruz. Dakika bir, gol bir. TÜİK'in açıkladığı enflasyona kimse güvenmiyorsa iş bitti. Merkez Bankası “Ben enflasyonu düşüreceğim” diyor. Ya hangi enflasyon? Yani TÜİK'in açıkladığı enflasyonsa zaten bunun formülünü çoktan buldular. TÜİK düşürdüğünce düşürüyor. Merkez Bankası'nın çabalamasına ihtiyaç yok bu konuda yani. Birincisi bu, ikincisi de Merkez Bankası'nın kendi işlemleriyle ilgili şeffaflık. Şimdi Merkez Bankası sürekli olarak piyasaya müdahale ediyor. Sürekli olarak döviz satıyor. Şu anda kadar sattığı dövizin dört yüz milyar doların üzerinde olduğunu biz hesap ediyoruz. Hani o meşhur o yüz yirmi sekiz milyar dolar nerede hikayesi vardı ya. Bu rakam 400 milyar doları geçti şu anda. 2019’un Ocak'ından bu yana 400 milyar doları geçti bu rakam. Şimdi bizim dönemde ben ekonominin başında olduğum 13 yıl Dışişleri Bakanlığı dönemi dahil çünkü İbrahim Bey o dönemde hazine müsteşarıydı. Merkez Bankası'nın toplam piyasaya müdahalesi 13 yılın toplamı sadece 8,5 milyar dolar. Yani Merkez Bankası'nın döviz satışı 13 yılın tamamında 8,5 milyar dolar. Bunun hepsi şeffaf. Hepsi açık. Bugün gidin girin bakın Merkez Bankası'nın web sitesinde hepsi var. Şu tarihte şu kadar sattı. Diyelim. Şu anda bunun tamamı gizleniyor. Ve 400 milyar doları biz dolaylı hesap edebiliyoruz. Bu bilgi devri daim. SWAP’larla geliyor, ihracatçının dövizinin bir kısmını zorla sattırıyorlar. Bizde öyle bir şey yoktu ya. İhracatçı döviz getiriyor. Zorla şurayı satacaksın diyor. Bizde öyle bir şey yoktu. Borçlanarak ya da ihracatçının dövizini alıp ondan sonra o dövizi arka kapıdan satma operasyonu sürün diyor şu anda. Şu çok önemli. Mesela döviz kurundan bahsettiniz. Mesela bugünkü döviz kuru ne kadar? Diyelim ki 31 lira mı? Bu 31 lira acaba piyasanın kendi dengesinde oluşmuş bir kur mu? Yoksa acaba bugün Merkez Bankası örneğin bugün sabahtan 2 milyar dolar bir müdahaleyle mi ancak o döviz kurunu 31 lirada tutabiliyor? Bu herkesin bilmesi gereken bilgi. Eğer bunu bilen bir avuç insan varsa, bilmeyen milyonlar varsa bu bilgiye sahip bir avuç insan haksız para kazanır. Üstelik öngörülebilirlik de olmaz. Şimdi döviz kurunun ne olacağını öngörüyorsunuz derken şimdi Merkez Bankası'nın resmi açıklamasına göre mi? Yoksa fiili arka kapı satışlarına göre mi söyleyeceksiniz? Fiili arka kapı satışlarını kimse bilmiyor ki ne gün ne kadar satacağını. Dolayısıyla piyasa oyuncuları açısından da tahmin yapmanın, öngörmenin son derece zor olduğu bir dönemdeyiz. Ancak şunu biliyoruz, Sayın Şimşek'in açıklamalarından: Geçen sene Mayıs seçimlerine giderken döviz kurunu bastırdılar. Kendi ifadesi. Bastırmışlar. Yani seçime giderken döviz kurunu olması gerekenden düşük göstermişler. Kaldı ki seçimlerden hemen sonra patladı gitti. Mazot fiyatını seçimden önce bastırmışlar. 18 lira şimdi çıktı 45’e. Merkez Bankası faizini seçimlerden önce düşük gösterip 8,5, şimdi 8 ayda 8 kere faizi 45’e çıkarttılar. Dolayısıyla seçime giderkenki tabloyla seçimden sonraki tablonun farklı olması hiç sürpriz olmaz. Çünkü Mayıs seçimlerinde geçen sene gördük. O metodu uygulayanlar bu seçimde niye uygulamasın diye insanın aklına gelir. Dolayısıyla gördüğümüz her şey bir pembe tablo, gördüğümüz her şey olduğundan daha iyi gösterilmeye çalışan bir tablo olabilir ekonomiyle alakalı. 

Soru: Dediniz ki bu yerel seçimler çok önemli. Elbette buna katılıyorum. Ve Türk halkından sarı kart göstermesini bekliyoruz dediniz. Aslında bir önceki yerel seçimlerde Türk halkı bir sarı kart gösterdi. Üç büyük şehri de iktidar partisinden alıp ki bir tanesi zaten muhalefetteydi ama muhalefete teslim etti. Fakat siz de biliyorsunuz ki başarısız bir iktidarın karşısında aynı zamanda başarısız da bir muhalefet var demektir. Başarılı bir muhalefet, iktidarı iktidardan eden bir muhalefettir. Yani bunu herkes bilir. Fakat hemen sonrasında bir önceki yerel seçimlerden sonra tam oldu derken 6’lı masa bu başarıyı gösteremedi. Bugün başarılı bir iktidar görüyor musunuz? Yani Türk halkı yeniden sarı kart gösterdiğinde başarılı bir iktidar var mı? Nasıl değerlendiriyorsunuz? Neden geçen seçimde Türk halkı sarı kart göstermesine rağmen muhalefet başarılı olamadı?

Ali Babacan: Başarısızlığın mazereti olmaz ama şunu da teslim etmek lazım ki şu anda Türkiye'de siyaset fırsat eşitliği içerisinde adil bir düzende yapılamıyor. Hükümet iktidar olmanın kendisine sağladığı her türlü imkânı, her türlü gücü muhalefete karşı ama aynı zamanda da geniş kitleleri aldatarak götürüyor. Nasıl aldatıyor? Biraz önce örnekler verdim. Enflasyonu gerçeğinden düşük göstererek. Seçimden önce döviz kurunu, mazotu, faizi düşük gösterip seçimden sonra artırarak. Ben onun için şu ifadeyi de çok kullanıyorum. “Evet, Sayın Erdoğan kazandı ama helalinden kazanmadı” diyorum. Çünkü ticarette bir helal kazanç tanımı vardır. Bizim çıkrıkçılar yokuşunda bildiğimiz bir tanım. Nedir? Ölçüde, tartıda hile yapmazsınız. Söylendiğiniz zaman doğruyu konuşursunuz. Söz verdiğiniz zaman yaparsınız. Şimdi ticarette helal kazancın bunlar temel şartlarıdır. Onun için “kazandı ama helalinden kazanmadı” seçimi diyorum. Dolayısıyla evet bize destek yüzde 48’de kaldı ama bütün bu şartlara rağmen vatandaşlarımızın yarıya yakın bir kitlesinin vermiş olduğu destek de bizim bütün bu çalışmalarımızın tamamen karşılıksız olmadığını gösteriyor. Yani bunca baskıya rağmen medya üzerindeki bunca hâkimiyet ve baskıya rağmen bu noktaya gelmiş olmamız, hukukla adaletle ilgili bu kadar yanlışa rağmen ve insanların korkutularak sindirilerek korku salarak yönetildiği bir ülkede bu noktaya gelmemiz yani az bir şey de değil yani onu da teslim etmek lazım. Evet kazanamadık. Doğru. Ama şu var ki o yüzde 48 orada duruyor. Ve o yüzde 48 değişim istiyor, talep istiyor. Kaldı ki gerideki yüzde 52’nin durumunu da biz sahada şu anda görüyoruz. Kaç tane örnekle karşılaşıyoruz. “Ya destekledim ama desteklemez olaydım” diyor. “Ya oy verdim ama artık yeter. Dene dene artık olmuyor, artık yapamıyorlar” diyor. Yani zamanındaki Türkiye'nin iyi bir noktaya geldiğini de herkes görüyor. Hele beni görünce yani o işte daha iyi günlerde biraz da özdeşleştiriyorlar, ekonomideki daha iyi günlerde. Onlar da söylüyorlar. “Ya o günler iyi günlerdi ama şimdi olmuyor, yürümüyor.” Bu hissiyat da gittikçe çoğalıyor. Dolayısıyla bu yerel seçimlerin artık kredi açan, açan, açan milletimizin bir miktar “Y a dur bakalım artık biraz aklını başına al. Ben memnun değilim” hissiyatını ifade etmesi için de çok önemli fırsat olduğunu ben düşünüyorum. Kaldı ki pek çok şehirde de bunun örneklerini göreceğimize ben inanıyorum. Onun için hep beraber 31 Mart sabahını bekleyelim. Milletimizin nihai sözünün ne olduğunu hep beraber görelim diyorum.

Soru: Sayın Genel Başkan tüm il ve ilçelerde adaylığınızı koydunuz ve 81 ilde şimdi seçime giriyorsunuz. Hangi il ve ilçelerde kendinizi daha güçlü hissediyorsunuz? Yani bu 30 gün içerisinde enerjinizi daha çok hangi il ve ilçelere vereceksiniz? Çünkü orada seçilme imkânı daha fazla diye düşünüyorsunuz. İkincisi hangi Adalet ve Kalkınma Partisi'nin seçmenleri şu anda işte durumdan memnun olmayanlar ya da ilk işte Millet İttifakı’nda olduğunuz dönemlerde size destek vermeyenler acaba yavaş yavaş sizin yaptığınız anketlere göre sizin seçmeniniz haline dönüştü mü? Ne kadarı dönüştü? Bunun bir ölçümünü yaptınız mı? Üçüncüsü de İdris Bey'le ilgili İdris Şahin'le ilgili soracağım. Ankara'yla ismi çok özdeşleşmiş burada ticaret yapan, avukatlık yapan, siyaset yapan ve Ankara milletvekili olan ve hepimizin tanıdığı kesinlikle kalitesinden hiçbir şekilde şüphe duymadığımız kişiyi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak gösterdiniz. Bunun gerekçesi neydi ya da ne gibi gerekçeler buna neden oldu?

Ali Babacan: Evet teşekkür ediyorum. Şimdi bizim Türkiye coğrafyasına baktığımızda yani herhangi bir bölge yok ki bakın bu bölgede hani çok iyi sonuç alacağız ya da şu bölgede çok olumsuz öyle bir şey yok. Çok şükür Türkiye coğrafyasının tamamına yayılmış bir destek tabanımız var. Dolayısıyla Türkiye coğrafyasının tamamında ilçe olarak veya il olarak şansı çok yüksek olan seçilme ihtimali çok yüksek olan arkadaşlarımız var. Bu her bölgede var. O bizim için büyük bir şans. Ama nokta atışı söylersem o bugünden doğru olmaz çünkü diyelim ki ben size 10 il saysam 71 ildeki arkadaşlarımızı çok üzmüş olurum. Motivasyonları kırılır. Dolayısıyla tabii ki bizim iç değerlendirmemiz var ama bunu hiçbir zaman olmuyor yani kendi iç motivasyonu açısından arkadaşlarımız doğru olmaz. Ha 10 il değil 20, 30 il sayabilirim o ayrı. 10 rakamı da örnek olarak verdim, bu birincisi. İkincisi bizim şöyle bir destek tabanımıza ve özellikle üye tabanımıza baktığımız zaman çok enteresan bir durum var. Yani genel algıdan farklı olarak bizim üyelerimiz üzerinde biz üç tur anket yaptık. Ve şunu gördük. Bizim bunlar resmi üyemiz artık. Yani ıslak imzalı, başvuru formlu vermiş işte partimizin üyesi. Bunların yüzde 30’u bir önceki seçimde AK Parti'ye oy vermiş insanlar. Yüzde 30’u. Yüzde 20’si bir önceki seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy vermiş insanlar. Yüzde 10 civarında İYİ Parti var. Yüzde 10 civarında HDP var. Çünkü o gün HDP vardı bugün DEM ama. Yüzde 5 civarında MHP var. Dolayısıyla bizim üye kitlemiz böylesine farklı farklı damarlardan gelen insanlar. Ama bunları birleştiren ne? Demokratlık ve bizim hukuk adalet vurgumuz. Ve bizim rasyonel ekonomi yönetimi iddiamız. Bizim de bir bakıma ortak faydamız bu. Dolayısıyla seçmen tabanında da böyle bir şey görmeyi bekliyoruz. Yani bu seçimlerden sonra yapılacak seçim sonrası araştırmalarda bize oy veren insanlar da böyle bir tabloyu biz bekliyoruz. Ancak adayın kişiliğine ya da adayın siyasi kimliğine bağlı olarak farklı il ve ilçelerde de farklı eğitimler olabilir. Diyelim ki bir ilde örnek veriyorum bizim sosyal demokrat çizgiden gelen bir adayımız varsa onu destekleyen insanlar da kompozisyon farklı bir noktada olabilir. Bir başka ilde hani milliyetçi damardan gelen bir adayımız varsa onu destekleyen kompozisyon daha farklı olabilir. Ama bizim için önemli olan şu anda üç tane hedef var bizim üç tane birbirinden önemli hedefimiz.

Bir, Türkiye genelindeki toplam destek yüzdesi, iki, toplam çıkaracağımız belediye başkanı sayısı ve toplam çıkaracağımız belediye meclis üyesi sayısı. Yani üç tane kendimize biz performans kriteri koyduk. Üç ayrı hedef için çalışıyoruz. İdris Bey'le ilgili konuya gelince biliyorsunuz İstanbul çok büyük bir metropol. Ya ben İstanbulluyum diyen ben İstanbul'un yerlisiyim diyen nüfusun şu andaki nüfusun yüzde kaçıdır bilmiyorum. Dolayısıyla İstanbul'da çok Türkiye'nin çok farklı yerlerinden gelen vatandaşlarımız var. 80 vilayet şu anda İstanbul'da temsil ediliyor. Dolayısıyla bizim için buradaki kriter şuydu, bir, hem Türkiye genelinde partimizin değerlerini ve partimizin duruşunu temsil eden bir arkadaşımız olsun ki sözcü yani parti duruşunu herhalde en iyi temsil eden insanlardan birisi o partinin sözcüsüdür. Hem de bizim bu hukuk ve adalet vurgumuz çok önemliydi. Biliyorsunuz, Mümtaz Bey siz 5 dönem baro başkanlığı yaptınız değil mi Afyon'da?

Celal Mümtaz Akıncı: 10 yıl.

Ali Babacan: İdris Bey Çankırı'da baro başkanlığı yaptı. Dolayısıyla hukukçu olan ama hukukun hür ve özgür alanından gelen insanlar bunlar. Dolayısıyla eğilip bükülmeyen, doğru bildiğini rahatça konuşan ve tekrar ediyorum seçildiğinde de en iyi şekilde yöneten insanlar. Belki bu dediğiniz başka bir Anadolu ya da Trakya ili için önemli olurdu. Yani işte “Bu ilde niye başka bir ilden insan geldi” diye ama özellikle başta İstanbul hatta bir ölçüde Ankara hani memleketlilik kavramının çok daha farklı olduğu bir yer. Dolayısıyla bizim için kriter bir dünya şehri olan hani Türkiye'nin en büyük ili olan ve büyük bir metropol olan İstanbul'da gerçekten en iyi yönetecek ve en iyi tanınan partimizde değerlerini temsil etme noktasında da bir eksikliği olmayacak bir arkadaşımız olmasıydı. Onun için biz İdris Bey'i görevlendirdik demeyeyim ama teklif ettik. O da sağ olsun kabul etti. O şekilde oluştu.

Soru: Efendim iktidara sarı kart çıkarttığınız seçimlerde bu seçimlerde de hem Mansur Yavaş hem Ekrem İmamoğlu'na sarı kart çıkartıyor musunuz? Yani öncelikle bu iki ismi başarılı buluyor mu DEVA Partisi? Bunu soracağım. Bir de demin bahsederken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçmene yönelik tehditleri işte “Size yatırım getirmeyiz bize oy vermezsiniz.” Siz de uzun yıllar hükümette görev aldınız. Böyle bir talimatı olmuş muydu size göreviniz döneminde veya hani toplantılarda veya işte bilginiz var mıydı? Yani CHP'li herhangi bir belediyenin bir talebi varsa “Karşılamayın, bekletin durdurun” gibi bir talebi sizden olmuş muydu Cumhurbaşkanının? Tabii o zaman Başbakan iken.

Ali Babacan: Öncelikle hem İstanbul hem Ankara yani Mansur Bey ve Ekrem Bey için şunu söylemem lazım. Her şeyiyle olumlu ya da her şeyle olumsuz diye bir değerlendirme yapmak mümkün değil. Ancak bir karne hazırlarsınız. Farklı farklı kriterleri ve farklı performans ölçülerine göre bir karne çıkartırsınız. Hem Ankara hem İstanbul için. Dolayısıyla hangi konuda nasıl sorusu ama bizim bir iddiamız var. Adaylarımızın seçildiği takdirde hem mevcut belediye başkanlarından hem de diğer adaylardan daha iyi yöneteceğine inanıyoruz. Çünkü bizim adaylarımızın ilkeli hukuk çerçevesinde ve bizim açıkladığımız etik bildirge çerçevesinde belediyeyi yöneteceğini iyi biliyoruz. Kaldı ki bizim yani yönetim iddiamız test edilmiş şeyler. Yani biz hani devlet görevleri yapmışız işte şöyle baktığımızda Sadullah Bey 5 yıla yakın Adalet Bakanlığı yaptı. Ben 13 yıl hükümetteydim. Mümtaz Bey 12 yıl Anayasa Mahkemesi üyeliği. İbrahim Bey 11 yıl Hazine Müsteşarlığı. Şimdi biz sorumluluk üstlenmiş ve üstlendiğimiz sorumluluğu da çok iyi bir şekilde yerine getirmiş insanlarız. Dolayısıyla sınavlardan geçmişiz, imtihanlardan geçmişiz. Bu ve her alanda da çok iyi sonuçlar elde etmişiz. Yani Türkiye'de ekonominin zirve yaptığı yıllar bizim ekonominin başında olduğumuz yıllardır. Yine Anayasa Mahkemesi'nin daha güvenilir bir kurum olduğu yıllar ağırlıklı olarak işte Mümtaz Bey'in ve Mümtaz Bey gibi üyelerin ağırlıklı yapıda yer aldığı ve Anayasa Mahkemesi'nin kararlarının güvendir, tarafsız kararlar olduğu ile ilgili kanaatin daha yaygın olduğu dönemlerdir. Dolayısıyla biz test edilmiş bir kadroyuz. Dolayısıyla bizim belediyecilik anlayışımızda inşallah test edildiğinde görülecek ki kazandığımız belediyelerde sonuçlar hemen ortaya çıkacak. Dolayısıyla bu iddiamız var. Yani bizim şöyle bir görevimiz yok. Yani bizim mevcut belediye başkanlarını hani onları desteklemek ya da onlara karşı çıkmak.. Yani biz şimdi Mümtaz Bey Ankara'da. Şimdi Mansur Bey'e karşı olduğu için ya da Mansur Bey'i desteklediği için aday değil. Mümtaz Bey kendi iddiasıyla aday. Ve biz seçilen yerlerde bu işi daha iyi yapacağımız iddiasıyla ortaya çıktık ve bu şekilde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Benim bakanlık dönemimde benim kendi kontrol ettiğim alanda asla asla hiçbir örneği yoktur. Yani tamamen böyle bir talimatı yerine getirmeyeceğimi çok iyi bildiği için bana söyleyememiştir bile. Başka bakanlıklarda başka işler olabilir. Ama bizde olmadı. Bakın ilk göreve başladım Süreyya Serdengeçti Merkez Bankası Başkanı. Merkez Bankası'nın bağımsızıyla ilgili kanun düzenleme yeni yapılmış. Daha bir yıl, bir buçuk yıldır görevde. O 2001 Şubat krizinden sonra zaten göreve getirilmişti. Dolayısıyla bir ile bir buçuk yıl arası bir süredir. Ve bana dedi ki daha ilk günler çünkü. “Kurtul bundan at at.” Niye? “E bizden değil.” Ya dedim “Bu bakın 5 yıllığına görevlendirilmiş, Merkez Bankası bağımsız. Eğer biz yeni bir hükümet olarak yeni bir iktidar olarak daha ilk günden bağımsız bir Merkez Bankası'nın 5 yıllığına atanmış bir başkanını görevden alırsak” ki hukuken görevden almak mümkün değil. O gün hukuk yolları kapalı. Ancak çağırıp istifasını isteyebilirsiniz. E 363 milletvekiliyle seçilmiş yeni bir iktidar yani hani baskı yapınca bırakabilirdi Süreyya Bey ama ben dedim “Asla böyle bir şey olmaz.” Ve 5 Yılı doldurana kadar ben Süreyya Bey'le çalıştım. Arada ne örnekler, neler neler? İşte İbrahim Bey hazineye eleman alma komisyonunu da sen var mıydın yoksa Cavit Bey miydi komisyonda?

İbrahim Çanakçı: Cavit Bey.

Ali Babacan: Cavit Bey değil mi? Komisyon kurduk. Hazineye bizim dönemde alınan asla siyasi görüşüne bakmadık. Yani çocuklar başarılıysa, sınavlarından geçtiyse girdiler. Ve yükseldiler. Yani sadece kuruma girmekte değil, yükseldiler. O işi kim iyi yapıyorsa biz görevi ona verdik. Onun için başarılı olduk zaten. Yoksa böyle adam kayırmacılık yapsak, devlet yönetiminde particilik yapsak o başarıyı elde edemezdik ki dolayısıyla o ilk birkaç ay mesela Hazine Müsteşarlığı'yla da ilgili bir başka isim gündeme gelmişti İbrahim Bey'den önce. Bana ısrar ediyor. “Ya bu işte belediyede para işlerine bakıyordu. Bu anlar bunu koy, müsteşar yap.” Bir baktım, mümkün değil yapabilmesi. Sonra İbrahim Bey'le tanıştık, oturduk. Dedim “Ben dedim İbrahim Bey'le çalışmak istiyorum.” Ya dedi “İşte bizim şu var.” Dedim “Eğer onu müsteşar olarak istiyorsanız onunla çalışacak da bir bakan bulun” dedim. “Onunla çalışın ama ben çalışmam, bu olmaz” dedim yani. Şimdi ilk birkaç ay bu denemelerden sonra hani benim duruşumu anladığı için artık bu tür ne talep olduğunu ne bir şey. Mesela bir örnek daha vereyim. O zaman ilçelere doğal gaz götürülmeye başlandı. Taner Bey'in Enerji Bakanlığı dönemi ama yılını şu anda tam hatırlayamadım. Ve baktım meydanlarda ilçe açıklıyor. Gidiyor bir ilçeye “Size doğal gaz getireceğim.” İkinci gün baktım başka ilçe hemen aradım. “Ya siz ilçelere doğal gaz sözü veriyorsunuz”, “Evet” dedi. “Neye göre veriyorsunuz bunu?” İşte “İstiyorlar” dedi. “Bir kriter var mı? Neye göre yani?” “Yok.” “O zaman dedim bir daha açıklamayın böyle bir şey. Biz bunu çalışalım. Böyle olmaz” dedim. Sonra ne yaptık? Doğal gazın ilçelere gitmesiyle ilgili kriterler oluşturduk. İlçenin büyüklüğü, abone sayısı. Mesela bir ilçeden muhtemel abonelerin belli bir yüzdesi kadar imza toplanır ve o aboneler o günün parası da küçük bir şey değil ve o aboneler abonelik bedelini öderse yani o ilçeden yeteri kadar talep geleceği kesinleşirse ancak bundan sonra o ilçeye doğal gaz gidecek diye kriterini koyduk, açıkladık ve o kriterleri tutturan ilçelere gitti doğal gaz. Belediyesine falan bakmadık yani. O ilçe belediyesi hangi parti demedik. Kriteri tutturan bütün ilçelere gittik. Benim kendi ilçem Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesi. Yani en son gidenlerden birisi oldu. Dedim “Kusura bakmayın. Ben götüremem.” “Niye?” “Çünkü kriter koyduk. Kriteri tutturun. Gidin imzaları toplayın. Paraları yatırsın millet ondan sonra.” Kriterleri tutturdular, paralar yatırıldı ondan sonra gitti oraya doğal gaz. Yani biz böyle yönettik işi. Dolayısıyla o dönemde olmadı yani. Benim kontrol ettiğim, benim bilgi sahibi, bilgi sahibi olduğum demeyeyim de çünkü bakanlıklar, diğer bakanlıklarla ilgili bilgi sahibi olduğumuz yanlış işler oluyordu. Benim kontrol ettiğim alanda böyle bir şeye izin vermedik kısacası.

Soru: Şimdi “DEVA Partisi dördüncü yaşını kutluyor” dediniz ama DEVA Partisi'nin bu dört sene içinde iktidara, (AK Parti'den kopmasına karşın) sesini çok da yükseltmediği, daha düşük seviyeli, düşük profilli bir muhalefet yürüttüğü, aslında AK Parti'yle birlikte çalıştığına dair iddialar var. Gerçekten sesinizi yükseltemediniz mi? Bir öz eleştiri yaptığınızda DEVA Partisi çok daha iktidara yüklenemez miydi? Yapıyor musunuz öz eleştiri? Bu konuda ne diyeceksiniz?

Ali Babacan: Şimdi bu konuda eğer iktidarın yaptığı her şeyi eleştirmek, siyah dediğine beyaz, beyaz dediğine siyah demek sonuç alsaydı, farklı bir şekilde muhalefet eğer sonuç alsaydı, herhalde Cumhuriyet Halk Partisi'nin çok farklı sonuçlar alarak bugüne kadar geliyor olması lazımdı. Şimdi burada biz şunu çok önemli görüyoruz siyasette; Doğruya doğru yanlışa yanlış dememiz lazım. Yani iktidarın yaptıklarına bakıyoruz, doğrulara doğru diyoruz, yanlışlara yanlış diyoruz ama yanlışların sayısı çok olduğu için de daha çok yanlışlarını konuşmuş oluyoruz. Ve yanlışların da nasıl düzeltileceğini de tavsiyelerimizi ortaya koyuyoruz. O da bizim en önemli farkımız. Şimdi bizim yaptığımız çalışmaların herhangi bir şekilde yani iktidara yardımcı oluyor olması ya da iktidara destek anlamına gelmesi, böyle bir şey söz konusu değil. Yani şunu herhalde herkes biliyor ki yani muhtemelen Sayın Erdoğan'a içten içe en çok rahatsızlık veren en çok kafasını kurcalayan siyasi parti biziz. Eğer öyle olmasa seçimi kazandıktan hemen sonra evinin önünde kısıtla yaptığı ilk konuşmada daha ikinci, üçüncü dakikada benden bahsetmesi, DEVA’dan bahsetmesi... Hızını alamayıp o gece Ankara'da benden bahsetmesi, DEVA’dan bahsetmesi herhalde aklının bir köşesinde böyle sürekli kendini rahatsız eden bir unsur olarak, olduğumuzu gösteriyor. Ama biz o rahatsızlığı vermeye devam edeceğiz. Bir de şunu çok iyi biliyor; Yani bizi ne havuçla ne de sopayla değiştiremez. Bunu iyi biliyor. Biz çünkü ne tehdide boyun eğeriz ne de teşviklerin cazibesine kapılırız. Yani on üç yıl yakın çalışmış olduğu birisinin ne olduğunu, ne olmadığını gayet iyi bilir. Onun için rahatsız oluyor. Onun için ileriye doğru kendisi için en büyük riskin ve tehlikenin DEVA’dan çıkacağının da gayet iyi farkında. Onun için bizim yaptığımız mücadele çok çok önemli. Ha yaptığımız bu muhalefet etkili olmasa, yaptığımız muhalefet ve varoluşumuz duruşumuz etkili olmasa herhalde ekonomiyi batırdıktan sonra tutup da Ali Babacan'ın en yakın çalışma arkadaşlarından birisini alıp ekonominin başına koymaz. Yani demek ki az çok farkında ne olup bittiğinin. Ama şunu da biliyor ki; Bizim bu ülke için ideallerimiz var. E bu ideallerin artık kendisinin iş başında olduğu bir yönetimle, partiyle olmayacağını da biz kesin biliyoruz. Çünkü güç zehirlenmesi denen bir gerçek var. Üç dönem kuralını biz boşuna koymadık ki. Ben AK Parti'nin ilk tüzüğünü yazan, redakte eden 3-5 kişisinden birisiyim. En son biz bitirdik matbaaya verdik. Üç dönem kuralını niye koyduk? Çünkü uzun süre devlet yönetimini elinde tutmak insanları bozuyor. Güç yozlaştırıyor. Mutlak güç mutlaka yozlaştırıyor. Böyle olmasın dedik. Nitekim hem kendiyle ilgili sorunlar hem de Türkiye'yle ilgili sorunlar Sayın Erdoğan üçüncü döneminden sonra çoğalmıştır. Gittikçe de artmıştır. 2014-2015 yıllarında üçüncü dönemi doldu. Üçüncü dönemi doldu. Ve o noktada bırakması gerekiyordu. Gerçekten bırakması gerekiyordu. Ve tatlı bir dönüşümle insan kaynağı dönüşümüyle ilkelerin değerlerinin korunduğu ama insan kaynağının tatlı bir devri daimle yürüyen bir sistemle AK Parti'nin devam etmesi gerekiyordu. Bunu yapmadı. Onun için de sorunlar gittikçe büyüdü. Türkiye'nin sorunları da bunun için büyüdü. Dolayısıyla durumu öyle.

Bu arada bugün sanırım yetmişinci yaş günü. Pasta maliyetlerine baktık bu vesileyle. Sadece maliyetlerini ölçmek için bu arada. Pasta gönderme niyetimizden değildi yani. Sadece bir baktık, sırf malzemesi 600 lira tutuyor bir yaş bir yaş günü pastasının. O da küçüğünden yani. Doğru hatırlıyorum değil mi? Bugün yetmişinci yaş günü değil mi? Öyle olması lazım. Evet evet. Dolayısıyla insan olarak biz tabii ki ‘Allah hayırlı, sağlıklı ömürler versin’ deriz. ‘Nice yaşlara’ deriz. Onu tabii ki deriz ama yani ülkeyi yönetme konusunda anlaşamıyoruz. Ayrı ayrı noktalarda siyaset yapmak da insanlıktan çıkmak anlamına gelmiyor. Bunda farklı olmamız lazım.

Dolayısıyla, gerçekten bu üç dönemden sonrası yaramadı. O günden sonra Türkiye'deki şeffaflık endeksi hızla azaldı. Dünyada hızla hukukun üstünlüğü endeksinde geri geri düşüyoruz. Şeffaflık endeksinde geri geri düşüyoruz. Milli gelirimiz 2013'te zirveye ulaştı. Hala o zirveyi göremedik. Yani bu yönetim ilkesi çok önemli bir ilkedir. Yani yöneticilerin belli bir süre sonra görevinin değişmesi lazım. Bugün en başarılı banka şubesi müdürü en fazla beş yıl görevde tutulur. Daha fazla tuttuğunuz anda artık bankanın ilkelerini, kurallarını değil de şahsi ilişkilerini ön plana almaya başlar. Olmadık kişilere kredi vermeye başlar. En başarılı sandığınız şube müdürü bunu yapar yani. Dolayısıyla ne yaparlar? Bankalar hemen değiştiriyorlar. Dolayısıyla en başarılı yöneticilerin dahi süre sınırına uyması lazım. Ve ülkeyi yönetenlerin süreyle ve hukukla sınırlanması lazım. Yani ülkeyi yönetenlerin iki tane önemli sınırlı olması lazım. Süre ve hukuk. Bu her iki sınır da olmayınca maalesef ülkenin geldiği yanlış yeri hep beraber görüyoruz. 

Soru: KRT yayınında DEVA Partisi olarak grup kurmaya çok yakın olduğunuzu söylemiştiniz. Şimdi İdris Şahin Bey de adres göstermiş Demokrat Parti diye. Baktığınızda orada 3 milletvekili olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla 20 sayısı da iç tüzük gereği söz konusu olduğu için Galip Ensarioğlu, Ayşe Yanık Ömeroğlu gibi isimleri mi bağımsız vekillerden DEVA Partisi'ne alacaksınız? Direkt isimle sorayım çünkü sizden açık bir yanıt kalmak mümkün olmuyor. Ben açıkça sorayım. Demokrat+2 bu iki isim midir? Teşekkürler.


Ali Babacan: Evet. O yayında da siz sormuştunuz, ben de söylemiştim. Bizim seçimlerden hemen sonra grup kurmayla ilgili böyle aktif bir çabamız olmadı. Bize teklifler geldi ama Saadet ve Gelecek partisinin kendi grubunu kurması bizim de münferiden devam etmemiz konusunda bir kararımız o zaman oluştu biliyorsunuz. Şu anda bizim artık somut bir hedefimiz ve gayretimiz var grup kurmayla alakalı. Çünkü aradan 9 ay geçti, 10 geliyor. Partinin duruşları değişti. Siyasi partilerin çizgileri değişti. Dolayısıyla bu yeni duruşlardan, yeni çizgilerden memnun olmayan milletvekilleri oluştu mecliste. Onların parti aidiyetleriyle alakalı durumu çok yakından izliyoruz, takip ediyoruz. Ama bizim için esas olan nedir? Bizim kendi partimizin ilkelerine, değerlerine uygun isimler. Yoksa sırf sayı yirmiye ulaştıralım diye herkesle yapabiliriz diye bir şeyimiz yok. Çünkü sürdürebilen olması lazım. Fıtri olması lazım. Bizim milletvekillerimizle bu yeni gelecek milletvekillerinin böyle uyumlu bir şekilde çalışmaya devam ediyor olabilmeleri lazım. Bunlar bizim için çok çok önemli. Ben o gün size söylemiştim bu grup kurmak, münferit katılımlarla veya stratejik iş birlikleriyle olabilir demiştim. Dolayısıyla burada ben herhangi bir adres göstermeyi bugünden çok doğru görmem. Tabii ki bu konuda arkadaşlarımızın temas ettiği siyasi partiler vardır. Stratejik iş birliği zaten partiler arası görüşmelerle olur ama münferit katılımlar da olabilir. Bu seçimlerden sonra şöyle biraz ortalık sakinleşsin. Meclisteki tabloya tekrar bakacağız ve umarız ki makul bir zaman içerisinde kendi grubumuzu oluşturacağız. Yani bizim 31 Mart öncesiyle alakalı bir gayretimiz yok. Zaten meclis kapalı. Yani kurup kursak da kurmasak da ama hani kendinden gelişir, bir şey olur, makul bir tablo önümüze gelirse bakarız. Ama biz şu anda yerel seçimlerle ilgili yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Zaten meclis şurada ne kadar daha çalışır bilmiyorum kaç gün sonra kapanır. Yani bütün milletvekilleri de gidip bir an önce kampanyaya katılmak için yerinde duramıyor. Bütün milletvekillerinin gidip kendi partilerinin adaylarına destek vermesi gereken bir dönemdeyiz. Dolayısıyla böyle bir ortamda zaten grup olsa da olmasa da fiili bir sonucu olmaz. Meclis kapalıyken grup toplantısı olmaz. Meclis kapalıyken bir şey olmaz. Ama hani kendiliğinden oluşursa tamam. Ama bizim asıl gayretimiz seçim sonrasına dönük. Bir takvim vermiyorum. Bakın bu işler hiç belli olmaz. Takvim vermiyorum. İşte şu gün, şu saat falan filan öyle bir şey yok. Gayretimizin yani hedefimizin olduğunu ve gayretimizle devam edeceğimizi söylüyorum. Konu bu. 

Soru: Sizin de katılacağınız genel programınız nedir, bu seçime yönelik?

Ali Babacan: Bizim şu anda hedefimiz adaylarımızla beraber milletimizle buluşmak. Programımız ağırlıklı olarak gittiğimiz illerde eğer ihtiyaç varsa daha önce yapılmadıysa bir yerel basında buluşmak. Ondan sonra caddelere, sokaklara çıkıp milletimize gitmek. Milletimiz bize gelsin demiyoruz, biz milletimize gidiyoruz. Bu dönemki seçim programımız tamamen milletimize gitmek şeklinde. Biz burada duralım, millet bize gelsin yapmayacağız bu seçimde. Biz insanlara gideceğiz, biz onlara selam vereceğiz. Geçen hafta Sakarya'nın altı ayrı ilçesindeydim, Kocaeli'nin altı ayrı ilçesindeydim. Sadece merkezlerde yapmıyoruz bunu. Mümkün olduğu yerlerde, güzergah uygun olduğu yerlerde, ilçelere de gidiyoruz. Otobüste geçerken doğaçlama, bir kahvenin önünde iniyoruz, bir esnafla konuşuyoruz. Dolayısıyla programımız bu şekilde, program içeriği ama Türkiye'ye gelince benim gideceğim illerle ilgili şu anda komple bir program hazırlıyoruz. Henüz netleşmedi. Bütün bölge koordinatörlerimizden ve il başkanlarımızdan önerileri aldım. Gün gün bizim 31 Mart tarihine kadar hangi gün, nerede, hangi ilçede, hangi ilde adaylarımızla beraber olacağımızın programını birkaç güne kadar inşallah netleştirmiş olacağız. Sadece ben değil, genel merkezimizden bütün arkadaşlarımız, kimisi beş ile, kimi on ile, kimi yirmi ile, böyle herkesin görevi olacak. Ve bütün genel merkez, tüm Türkiye sahtında yoğun bir şekilde adaylarımızla beraber programlar yapacak.

Evet, başka bir soru yoksa. Tamam, çok teşekkür ediyorum. Sağ olun. Hepinize iyi haftalar diyorum. İyi çalışmalar diliyorum. Sağ olun. Kapıdan sizleri uğurlayacağım diyerek Ali BABACAN medya mensupları ile birebir fotoğraf çektirdikten sonra kendilerini yolcu etti.