6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6. İstanbul Uluslararası Halk Müzikleri Festivali
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
6 sanduka mezar gün yüzüne çıkarıldı
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Mazhar Alanson'un kızı hayatını kaybetti
Künhü'l Ahbar basıldı
Künhü'l Ahbar basıldı
123456789

Yakup Kadri'nin Gözünden: Ankara

Kurtuluş Savaşı'ndan 1942'ye kadar Batılılaşma sürecinin ve milli kimlik bilincinin Ankara tahayyülüyle verildiği roman.

İlhan Deliktaş

Ankara, Sakarya Savaşı öncesinden 1930’lu yıllara dek Ankara’nın şahsında, Türk toplumunun değişim sürecini anlatan Yakup Kadri romanıdır. Bunu da Selma Hanım’ın yaşadığı çevre ve hayatındaki değişiklikler çerçevesinden yapmaktadır.

Üç bölümden oluşan romanın ilk iki bölümü Yakup Kadri’nin gözlemlerinden, son bölümüyse hayalindeki Türkiye’den ilhamla yazılmıştır. Bu üç bölümde de Selma Hanım’ın Ankara’daki hayatının üç farklı penceresinden manzaralar gösterilir.


Birinci bölümde banka şefi eşiyle Tacettin Mahallesi’nde bir konağa taşınan Selma Hanım’ı görürüz. İstanbul dışında daha önce İzmir ve Bursa’yı görmüştür, Ankara da onun zihninde aynı doğrultuda bir beklenti oluşturur. İstanbul’un işgali sonrası adeta değer kazanan Anadolu ve özellikle Ankara, Selma Hanım başta olmak üzere pek çok İstanbullunun “umudu” konumundadır. Fakat Tacettin Mahallesi’ndeki Anadolu, Selma Hanım’ın romantize ettiği gibi bir yer değildir. Burada cahil, tutucu haliyle, sokaklarının bakımsızlığıyla, altyapısının yetersizliğiyle fakir ve sefil Anadolu’nun bir küçük örneğidir Ankara. Üstelik İstanbul’dan gelen “yabancılar” da Ankara halkının çok içselleştiremediği, yakınsayamadığı insanlardır. Kocası Ahmet Nazif Bey ve Selma Hanım, bu yabanlığın içine düşer. Her gün biraz daha yabancı ve yalnız hissettiği bu şehirde katıldığı bir davet, Selma Hanım’ın kaderini değiştirir. Davette tanıştığı Binbaşı Hakkı Bey, vatanseverliği, Milli Mücadeleye olan bağlılığıyla idealist bir askerdir. Bu tanışmadan sonra eşi Ahmet Nazif Bey'in milli duygulardan uzak, korkak ve Batıcı zihni Selma Hanım’ı rahatsız etmeye başlar. Nitekim Anadolu’ya günbegün yaklaşmakta olan savaş Ahmet Nazif Bey’i korkutur. Şehri terk etme teşebbüsü nedeniyle aralarındaki bağ tamamıyla kopar.

Selma Hanım, romanın ikinci bölümünde artık Binbaşı Hakkı Bey’le evlidir. Bu bölümde Anadolu’nun ortasında sıradan bir yer olan Ankara, Başkent unvanını alır. Hakkı Bey’le olan evliliği zihninde yeni bir pencere aralamış, Selma Hanım Anadolu’ya, milletine ve Cumhuriyet’e duyduğu sevgiyle adeta yeni bir ruh edinmiştir. Fakat Selma Hanım’ın ruhsal gelişimi çevresindeki insanlarda gözlemlenmez. Artık Hakkı Bey emekli askerdir. Bir şirket meclisinde idare reisi olarak çalışmakta, Yenişehir’de şık bir apartmanda Selma Hanım’ın yabancıladığı lüks bir hayat yaşamaktadır.

Eserde adeta esef ve kınamayla bahsedilen balolar, partiler, Selma Hanım’ı ve üsluptan anlaşıldığı üzere Yakup Kadri’yi epeyce rahatsız eder. Daha önce Batı'yla ilgili fikirlerinden etkilendiği adamın dönüştüğü bu yeni kişi onu buhrana sürükler. Bu duruma karşı duyduğu rahatsızlığı ve Hakkı Bey’deki değişimi şu sözlerle dile getirir. “Yarabbi bundan üç dört yıl evveline gelinceye kadar o derece mutaassıp, Avrupalı düşmanı olan bu adam ne değişmiş, ne kadar o eski adamın tamamıyla aksi, zıttı bir insan olmuştu… Bu Hakkı Bey ‘Şunlara gavur deyin. Avrupa medeniyeti; bu, Avrupalıların uydurduğu yüz bin yalandan biridir.’ diyen kimse midir? (...)” s.155.

İkinci bölümde Cebeci, Yenişehir, Kavaklıdere yolları boyunca uzanan Batılı mimari örneklerinin tasviri yapılır, bunun yanında Tacettin Mahallesi köhneliğini korumaktadır. Elektrik, su tesisatı gibi medeniyet unsurları şehirde var olsa da yoksul halk, bu olanaklardan pahalı olduğu için yararlanamaz. Buna rağmen, Selma Hanım içinde bulunduğu hayattan kaçıp yeniden Tacettin Mahallesi’ne dönmek ister ancak orada da kabul görmez.

Üçüncü bölümse Yakup Kadri’nin hayalindeki Ankara’yı ve Türkiye’yi anlattığı ütopyasıdır. Bölüm, Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nu coşkun bir kalabalığa okuduğu sahneyle başlar. Artık bir kız müessesesinin yöneticisi olan Selma Hanım, İçtimai Mükellefiyet Teşkilatı üyesi yazar Neşet Sabit ile evlidir. Topluma karşı duyarlı, Anadolu'yu, halkı seven ve güzel bir vatan için canla başla çalışan idealist bir çifttirler. Sık sık Anadolu'nun çeşitli yerlerini ziyaret ederler, öğretmen olan Selma Hanım ülkenin gençliği ve geleceği için çabalarken, aradığı huzur ve mutluluğa kavuşmuştur.

Şehirde sanat önemli bir ögeye dönüşmüş durumdadır, sık sık tiyatro, sinema etkinlikleri yapılır. Kadın ve erkek eşitsizliği ortadan kalkmış, Harf Devrimi'nin de etkisiyle okur-yazarlık ve eğitim topluma yayılmaya başlamıştır. Neşet Sabit’in yazdığı ve prömiyerine Atatürk’ün de katıldığı “Kaltabanlar” (şarlatanlar, namussuzlar) adlı tiyatro oyununda, esere Yakup Kadri’nin hayalindeki gençliğin figürü olan bir genç kız, Yıldız da katılır. Yeni gençliği aydın, eğitimli, sanata ve edebiyata düşkün, parlak kimseler temsil etmektedir. Hatta Neşet Sabit’in bu gençliği kendi döneminin gençliğinden üstün tutması, Selma Hanım’la aralarında bir tartışmaya neden olur. Neşet Sabit, onları kendilerinden daha kutsal, daha önemli bir görevin parçası olarak görmektedir. Adeta “Türk istiklalinin, Türk Cumhuriyeti'nin muhafaza ve müdafaası” onlara emanettir.

Roman Cumhuriyet’in 20'nci yıl kutlamalarında, Atatürk’ün bayram konuşmasını dinledikten sonra Neşet Sabit ve Selma Hanım’ın evlerine dönmesiyle son bulur.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun üçüncü baskı için yazdığı önsöz şöyle:

“Otuz yıl önce yazdığım bu romanı üçüncü baskıya vermek üzere gözden geçirirken bir düş görüyor gibi oldum ve bana öyle geldi ki, burada hikaye ettiğim devri bir sonnambül (uyurgezer) hali içinde geçip gitmişim.

Fakat bu halim çok sürmüyor; uyanıyorum ve kendimi toparlayarak etrafıma bakıyorum, o devirden bu yana ne kalmış diye. Kitabın birinci bölümünde belirtmeye çalıştığım Milli Mücadele ruhundan hemen hiçbir iz bulamıyorum.

Ya son bölümde hayalini kurduğum Türkiye’nin gerçekleşmesine doğru bir gelişme olmuş mudur? Ben, o zamanlar, bir gün gelip öleceğini aklımdan bile geçirmediğim Atatürk’ün öncülüğü ve rehberliğiyle bu ideal Türkiye’ye yirmi üç yıl içinde varacağımızı umuyordum. Şimdi o yirmi yıl üstünden bir yirmi yıl daha geçmiş bulunuyor. Fakat biz, sosyal, kültürel ve ekonomik devrim şartları bakımından hala romanımın ikinci bölümünde verdiğim ve karikatürünü yaptığım Ankara’nın içinde tepinip durmaktayız."

Bu önsözün üzerinden elliyi aşkın yıl geçtikten sonra, romanın anlattığı hangi Ankara’da olduğumuzun takdirini okurlara bırakıyoruz.