Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Taşa Dönüşen Şiir...

1870-1871 Savaşı'nın ardından yapılan Sacré-Cœur, Paris'in ikonik yapılarından biri olmasının yanı sıra taşın şiirleştiği bir anıt...

İlhan Deliktaş

Friedrich Von Schelling “Mimari donmuş müziktir” der. Çoğu zaman, eski bir mabede girdiğimizde yapının ihtişamına kapılıp içinde bizden öncekilerin göğe yükselen sesini işitiriz. Yeryüzünün tüm mabetlerinde örneklerine rastlanılabilecek güzelliklerin bütünü; insanın iyi duygularını, yaşama gayesini, onurlu bir ölümün kıymetini ve varlığın çıldırtan coşkusunu bırakmak içindir. Bizden yüzlerce yıl önce doğmuş, aşkı ve düş kırıklığını yaşamış, dostluğu ve ihaneti tatmış, başka insanların acısını içinde duymuş, büyük ideallere adanmış, kendine yer yurt bulamamış, nereye giderse gitsin sürgünde hisseden insanların geride ruhsal bir kucaklaşmayı bıraktığı yapılar, dünyanın neredeyse her yerinde vardır. Antik bir tiyatroda dolaşırken, binlerce yıl öncenin bir öğle sonrasında, kucağında içi meyve dolu bir sepetle festivalde görüp aşık olduğu kişinin arkasında oturan isimsiz gencin yüzünü, Kral Oidipus’un sesini, zaferin ve mağlubiyetin nefesini; geriye taşlarının pek azı kalmış bir zamanların ünlü kütüphanelerinde gezinirken bilginin ve belleğin eczası olan yazının sihrini, bir şifacının ellerini hissederiz.

Ne var ki bazı yapılar taşıdıkları büyüleyici güzelliğe rağmen kötü bir gücün, karanlığın adını değiştirmek için kurulurlar çünkü güzellik karşısında herkes yenilir. Sacré-Cœur da böyle bir yapı, ”Kutsal Yürek” anlamına geliyor. Paris’in en yüksek rakımlı yeri olan Montmartre’de beş beyaz mermer kubbenin yanında bir çan kulesinden oluşan ve neredeyse Paris’in her yerinden görülebilen heybetiyle konuklarını ağırlıyor.

1 Ekim 1872’de Paris başpiskoposu yapının kurulacağı tepeye ulaştığında “Buradalar, azizler burada yatıyor. Kutsal yürek burada saltanatını kurmalı, böylece herkesi kendine çağırabilir!” demişti.

1870-1871 Fransa-Prusya arasındaki savaşın ardından yapılan barış anlaşmasıyla Prusya ordusu Paris’e girdi. İşgalden rahatsız olan milis güçler karşı koymaya başladı. Öyle ki kısa sürede proletarya birleşti ve Paris Komünü iktidara geçti. Dönemin başbakanı Adolphe Thiers, kısa bir süre önce savaş halinde oldukları Prusya’dan yardım istedi. Bir kısmı sıcak çatışmada, bir kısmı yargılanıp idam edilerek altmış bin komün üyesi canından oldu. Binlerce sosyalist sürgün edildi. Piskoposun azizleri Ulusal Muhafızlar ile çatışan Prusya askerleri, burjuvazinin düzeni için proletaryayı ezen, kana susamış kişilerdi.

Tarih boyunca toplumsal belleği yeniden düzenlemenin en kabul gören yolu sanatı kullanmaktır. XIII. yüzyılda Giotto, perspektif algısıyla resim yapmaya başladığından beri kiliselerin duvarlarında heybetli resimlerle dini şahsiyetler yer alıyor. Eski dünyada okuma yazma bilmek bir ayrıcalıktı. Freskler (duvar resimleri) ile kutsal kabul edilen kişilerin hikâyeleri anıtlaştırılır, kiliseye giden kişiler vitraylardan süzülen ışığın yarattığı renk tayfının, sanatçıların elinden çıkmış resimlerin, sesi göğe taşıyan kubbe mimarisinin ruhani etkisiyle efsunlanırdı.

Toplumsal hafızayı yeniden oluşturmak için yapılan Sacré-Cœur, bu mabet mimarisinin temel niteliklerine sahip olmakla kalmıyor, Romano-Bizans mimarisini bünyesinde birleştiriyor. 6 Haziran 1875’te ilk taşı döşenen eserin tamamlanması, kırk yıldan uzun sürdü. Sacré-Cœur, altı mimarla tamamlanmış olsa da tasarımı Paul Abadie’ye ait.

Yapının dışı gibi içi de göz kamaştırıcı. Kubbenin başladığı yerde “sacratissimo cordi jesu gallia poenitens et devota at gratia” yazısı göze çarpıyor. Anlamı “Fransa, İsa’nın kutsal kalbine tövbekâr, ateşli ve minnettar.”

Minnettar sözcüğü, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra eklenmiş, tövbekâr kelimesinin de siyasi bir anlamı yok.

Tavan resminde İsa’nın görkemli bir tasvirine ek olarak XVI. Louis ve Kraliyet ailesi, tapınak yemini, kutsal kalp bayrağını taşıyan generaller Sonis ve Charrette’nin resimleri, kilisenin yapımı için yemin eden Alexandre Legentil ve Hubert Rohault de Fleury, Bazilika'nın inşasında ve süslenmesinde iş birliği yapan Paris Kardinalleri (Kardinaller Guibert, Richard ve Amette) ve azizler, Katolik kilisesine saygıyı göstermek için yerleştirilmiş.

Duvara kilisenin Papa IX. Pius’un döneminde 1870-71 Savaşı'nda ilk taşının kardinal Gubert tarafından konularak inşa edildiği yazılmış.

Yapının dışı yağmur yağdığında parlak beyaza dönüşen taşlardan oluşuyor. Böylece her yağmur sonrası şehrin ortasında, tarihin ve örtülmeye çalışılan gerçeklerin mezar yeri olarak yıkanmış, ilahi bir ihtişamla parıldıyor. Paris Komünü’nün sessiz gölgeleri adeta eserin taşlarında dolaşıyor...