Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Pink Floyd’un telif hakları
Pink Floyd’un telif hakları
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
123456789
Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Deniz Akkaya'ya 4 ay 27 gün hapis cezası
Pink Floyd’un telif hakları
Pink Floyd’un telif hakları
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Van Gölü'nde en Büyük Mikrobiyalit Tespit Edildi
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
Kafkas İslam Ordusu ve Enver Paşa
123456789

ŞERİF MARDİN’İN MAHALLE BASKISI KAVRAMI

Bilim adamı Şerif Mardin’in çalışmaları ve zengin teorik perspektifi üzerinde çalışmak.

Haber Merkezi

ANKARA - ŞERİF MARDİN’İN MAHALLE BASKISI KAVRAMI VE FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ

ERCAN ŞEN

Tarihin ve olayların gittikçe hızlandığı günümüzde anlamı bulabilmek için sosyal bilimcilerin analizine her zamankinden çok ihtiyaç duymaktayız. Ölümünün yedinci yılında Türk sosyal bilimler tarihinde iz bırakmış bilim adamı-düşünür Şerif Mardin’in çalışmaları ve zengin teorik perspektifi üzerinde çalışmak genç sosyal bilimciler için her açıdan ufuk açıcı olacaktır. Çünkü onun düşünce/yöntem akışını, analize sürekli yeni ögelerin katıldığı ve ana düşünceyi oluşturmaya devam ettiği agonistik bir süreç veya programatik bir yaklaşım olarak nitelendirebiliriz. Bu anlamda analizine katılmak veya eleştirmek de her zaman mümkün olmuştur.

Mardin’in yaklaşımları, onun Osmanlı-Türk modernleşmesi analizlerinde ve din sosyolojisindeki metodolojik tercihlerinde kendini göstermektedir. Bu çalışmaların ayırt edici özelliği olarak öne çıkan şey; din, toplum-siyaset-kültür ilişkilerinin tarihsel ve psikolojik temellere dayalı çok katmanlı bir okuma biçimiyle analiz edilmeye çalışılmasıdır.1

Şerif Mardin, “Eleştirel kültürel farklılıkları tanıyan, modern ile Batıyı özdeşleştirmeyen ve Batı-dışı toplumlarda modernleşme sürecinin özgün ve karmaşık niteliğini anlamaya çalışan bir toplumsal değişim anlayışına ve çözümlemesine sahiptir(...) Bu anlamda Mardin’i okumak ‘kültüralist modernite kuramı’ temelinde Türk modernleşmesini okumaktır.”2 Hem modern Türkiye tarihini kültüralist modernleşme kuramı içinde düşünmek hem de bu sürecin taşıdığı değişim ve gerilimleri yorumbilgisel yaklaşım içinde anlamak”3 Şerif Mardin’in özgünlüğünü oluşturmaktadır.

 O, Türkiye’de günümüze kadar dahi etkisi gittikce azalsa da hakim olan ‘normatif düşüncenin ezici hakimiyetine’ dayalı sosyal bilim paradigmasının yerine4 din olgusunu, aktörlerin eylemleri dolayısıyla tezahür ettiği toplumsallıkları, siyasallıkları üzerinden analiz etmek konusunda yeni bir sayfa açmıştır. Özellikle ‘Din ve İdeoloji’(1969) ve devamındaki “Bediüzzaman Said Nursi Olayı”(1992) çalışmalarında sosyal bir olguyu aktörleri üzerinden ideolojik/kültürel bağlamı içerisinde analiz etmeye çalışarak Türkiye için o yıllarda nispeten yeni bir metodun öncülüğünü yapmıştır.

Şerif Mardin, Türkiye’nin başına bela olan FG hareketini ideolojik/kültürel bağlamı içinde incelemek için de girişimlerde bulunmuş fakat bu konunun enteresan bir şekilde sosyolojik incelemeye müsait olmamasını da tarihe bir kayıt olarak düşmüştür. “Çünkü ona göre Gülen hareketini incelemek, onların, kendilerini sosyal bilimciye istedikleri gibi yansıtma konusundaki çabaları dolayısıyla, arkada hep karanlık bir alan bırakacak, dolayısıyla hiç mümkün olamayacaktı.”1 Takiyyeyle gizlenen bu karanlık alandan neyin ima edildiği o dönem için açık olmasa da bugünkü bilgilerimizle bu alanın, cemaatin kendi hiyerarşik iç yapısının tepesinde bulunan ve tamamı 15 Temmuz darbe girişiminden çok önce yurtdışına kaçmış (öncelikle ABD, Almanya ve İngiltere) yönetici grup ve onların ilişkileriyle örülü bir network’un örgüt bağı olduğu ortaya çıkmıştır.

Şerif Mardin kendi ifadeleriyle cemaati şöyle anlatır:

Cemaatleri yapıştırıcı bir tutkal vardır. Bunun bir iç organizasyona bağlı olması lazım. Amerika’da 4 ay kadar Türk öğrencilerin yüzde 80’inin Gülen cemaatine bağlı olduğu bir yerde kaldım. İç teşkilatlanmasını hiç çözemedim. Bu iç teşkilatlanma aslında tutkal şekli, bizim tanıdığımız bir tutkal şekli değil. O bir inanç, bir yakınlaşma, bir yardımla birlikte cemaatin çeperini kurma, bütün onların birlikte olduğu bir tutkal. Bu, yeni üzerinde durulması gereken ve iç teşkilatın yerini almış olan hakiki, yeni bir toplumsal tutkalın ortaya çıkmış olması meselesi. Ve dinîn nasıl bu fonksiyonu ifade ettiği veya dine benzer inançların böyle bir tutkalı ortaya çıkarttığını biliyoruz. Onun ben esrarını çözemedim. …Fethullah cemaatine bakıldığı zaman iç organizasyonuna bakmamak lazım onu bulamazsınız. Şimdiye kadar kullandığımız metotlarla araştırılmaya müsait bir tutkal değil. Bir taraftan da Hoca'nın ağlaması bence Türkiye'de çok tesirli olmuş bir şeydir. Çünkü samimiyetini gösteriyor. Türkiye'de yaptığınız bir şeyin samimiyetini gösterdiğiniz zaman karşılık alırsınız. Cemaatin içindekilerin ne dereceye kadar ideolojik bir eksen etrafında birleştirildiklerini çok iyi çıkaramıyorum. Bizim aletlerimiz, sosyolojik yaklaşımlarımız orada bir teşkilat arar. Cemaatin yapıştırıcısı olan şey neyse, ne sonuç vereceği, kimleri atacağı, kimlerin sonradan peşinden gidip 'sen bizim adamımızdın, çıktın' deyip kimleri araştıracağı şey değil. Cemaatin bulut gibi çalıştığını fakat bulutun içine giren uçakların da kolay çıkmadığını görüyoruz.2

Prof.Dr. Yüksel Taşkın da 2016 yılında darbe girişiminden hemen önce yazdığı bir makalede aynı probleme değinerek, “Gülen’le ve Gülen Cemaati’yle veya kendilerinin uygun gördüğü ifadeyle ‘Hizmet Hareketiyle’ ilgili akademik çalışmalarda da nesnellik ölçütünün çoğunlukla ıskalandığını söyleyebiliriz. Söz konusu dinî cemaatin, kendi algısına dair abartılı bir titizlik göstermesi ve halkla ilişkilere büyük enerji harcaması da, yapılan çalışmaların nesnelliğini zedeleyebiliyor.”1 demiştir.

Şerif Mardin’in, Fethullah Gülen cemaatini niçin inceleyemediğini bugünden geriye doğru retroperspektif bakarak söyleyebilmek, bir çok olayı ve en önemlisi 15-16 Temmuz gününü ve bugüne kadar olan gelişmeleri yakînen yaşamış bizler için artık nispeten kolaylaşmış durumdadır. Çünkü bilinçli bir yönlendirme çabasının2 FGH tarafından bir strateji olarak yapıldığı ve özellikle takıyye(tedbir) kavramının, davranışının tüm pratik sonuçlarıyla da uygulandığı defalarca görülmüştür. FGH’nin uyguladığı temel taktiklerinden biri tedbir adıyla takiyye3yapmak olmuştur. İronik bir biçimde Şia’nın yerleşmiş bir kavramı olan ‘takıyye’ yerine ‘tedbir’ kavramını kullanmaları da yerinde bir takıyye olmuştur. Gerçek niyetlerini sürekli gizleyerek gayelerine ulaşmak için pekçok şeyi mubah addetmişler, bizzat FG tarafından belirtilen “hizmetin bekası ümmetin bekasıdır, bundan dolayı hizmetin bekası için haramlar helaldir”4 prensibine göre hizmetin devamını sağlamak için haram olan alkol almak, zina yapmak, kılık kıyafette değişiklikler, lüks yaşam gibi sıradan insanın kabul edemeyeceği her türlü davranışı müntesipler rahatlıkla işleyebilmektedir. Burada amaç, örgüt mensubu bürokratların, memurların, subayların kısaca mahrem hizmetler olarak adlandırılan üyelerinin deşifre olmasının önüne geçmektir. Fakat hem ahlakın hem de dinin araçsal kullanımı aynı zamanda din ile ahlak arasındaki mesafenin de büyümesine sebep olmaktadır.

FGH’nin bu zaman zaman açık /demokratik örgüt izlenimi veren fakat kapalı, kurgusal özelliğinin geleneksel/organik bir dinî/sosyal yapıya ait olmadığını daha sonraları bir çok gözlemci saptamıştır.1 Bu hareketin zaman içerisinde birçok karakteristik dönüm noktaları olmuştur. Türkiye’deki İslâmi cemaatlerin, grupların hemen hemen hepsi Batı ve İsrail siyasasına karşı ortak tutumlar geliştirmişken, FGH ise Batı siyasası doğrultusunda tavırlar göstermiştir.2 Atlantik paktının/Amerika’nın siyasal hegemonyasına Türkiye’nin lehine olmasa dahi rıza veren ve üreten FGH bu özelliğini defalarca açık olarak göstermiştir. Türkiye merkezli değil ABD merkezli bir tavır ve tutum alış bütün sosyal ve siyasi olaylarda FGH’nin ayıredici bir özelliği olmuştur.

Şerif Mardin’in şu tespiti çok önemlidir:

Aslında, Türkiye’de dine dönüşün iki şekli vardır biri Ortodoks, Sünni, Ulema-yı rusumun3 fikirlerini devam ettirenler. Bunlar İslâm dininin icaplarına toplum içinde daha geniş bir anlam tanımak istemişlerdir. İkinci dincilik, geniş halk tabakalarının ‘hurafelere’, ‘volk İslâm’a dönüşü istemesidir. Bu ikiliğin farkına varmayan veya laikler kadar küçümseyen, ilerici dindarlar, durumun karşısında laikler kadar şaşırmışlardır. Zira zaman zaman karşılarına hiç tanımadıkları bir İslâmın şekilleri çıkmıştır.

Fakat tarihin ironik cilvesi olarak bu ifadeler bir kehanet gibi, yıllar sonra yine Şerif Mardin’in Ruşen Çakır ile yaptığı bir söyleşide kullandığı “Mahalle Baskısı” kavramı üzerine Binnaz Toprak ve ekibinin Açık Toplum Enstitüsü adına yaptığı saha araştırmasında karşımıza çıkmıştır.5 Araştırmanın alt başlığı “Mahalle Baskısı Araştırma Raporudur”. Araştırmanın amacı, Anadolu kentlerinde farklı kimlik ya da yaşam tercihleri olan kişilerin din ve muhafazakârlıktan kaynaklanan baskı ve ötekileştirme ile karşı karşıya kalıp kalmadıklarını saptamaya çalışmaktı.6 Saha araştırmasında FG cemaatinin tahmin edilemeyecek ölçüde baskı kuran cemaat olarak tanımlanması araştırmacılar tarafından da beklenmeyen bir sonuç olarak hayretle karşılanmıştır. Örgüt ilk defa sahada yapılan bir sosyal araştırmada beklenmedik şekilde ifşa olmuştur. İktisadi hayatın, halk İslâmı’nın ve sosyal ağların iç içe geçtiği FG hareketi muhafazakâr toplum içerisinde yerleşiyor, büyüyor ve hakimiyetini baskı ve dışlama yoluyla tesis ediyordu. 1 Araştırmanın sponsoru olan Açık Toplum Enstitüsü araştırma sonuçlarını yayımlamak istemese de araştırmacılar bu sonuçları paylaşmıştır. Bu konu aslında daha önce değindiğimiz PR ve takıyye kavramlarının kullanımına da örnektir. Demokrat ve şeffaf olduğuna dair PR çalışmaları yürüten FGH bu saha çalışmasında kötü yakalanmıştır, üstelik dinî söylemle alakası olmayan ve muhafazakâr Ak Parti hükümetine antipatileri olan araştırmacılar tarafından yakalanmıştır. Hatırlayacak olursak Şerif Mardin’in mahalle baskısı kavramını kullandığı 2007 yılında gündemi meşgul eden tartışma konusu Türkiye’nin Malezyalılaşacağı idi. Ak parti iktidarının İslami bir yöntemle Malezya tipi bir İslami demokrasiyi hakim kılacağı konusunda laik çevrelerin endişesi vardı. Fakat bu endişenin kaynağı Ak parti olarak kabul edilmişken söz konusu araştırmanın beklenmeyen sonucu Fethullah Gülen cemaatini göstermişti. Büyük bir ihtimalle araştırma ekibinin içinde olan gazeteci Nedim Şener’in grubun geri kalanından farklı olarak bugüne kadar taşıdığı cemaat hakkındaki keskin kanaatleri; bu dönemde belirginlik kazanmıştı.

Şerif Mardin düşüncesinin çok ilginç bir temel özelliği var ve bu özelliği mahalle baskısı kavramında da ortaya çıkmıştır. Bilimsel analizlerinde ortaya koyduğu sonuçlar genel olarak kendi siyasi, ideolojik tercihleriyle çelişik durumdadır. Örneğin İslami söylemin Türkiye serüvenindeki genel gidişatının Batı tarzı bir renge bürüneceğini söylerken 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte aslında bu Batı tarzı söylemin sadece F.Gülen hareketine mündemiç olduğu görülmüştür: Batı ile dolayısıyla İsraille (siyonizmle) ittifak içerisinde ve onunla uyumlu fakat İslami olan diğer cemaat ve gruplarla çatışma içerisinde...

‘Din ve İdeoloji’nin sonuç paragrafında, şöyle der Şerif Mardin: “Toplumun sorunları, hiçbir yerde entelektüel seviyede vazedilmiş soyut problemler olarak ortaya çıkmaz. Halk bu sorunları ihtiyaçlarının tatmini olarak görür. Türk aydınları bu hakikatlerden hareket etmedikçe bir taraftan toplumdan uzaklıklarını sürdürecekler, diğer taraftan da sürprizlerle karşılaşmaya devam edeceklerdir.” 11960’lı yıllarda yazılan bu satırların üzerinden yaklaşık 60 yıl geçti. Bu altmış yılın 40 yılına ise O’da şahitlik yaptı. 1989 yılında İngilizce yayımladığı 1992 yılında ise Türkçeye çevrilen ‘Bediüzzaman Said Nursi Olayı’ isimli eserinde ‘Din ve İdeoloji’ye nazaran daha sofistike bir sonuç ortaya çıkmakta ve yeni koşullara geleneğin yanısıra yeni cevaplar üretmiş Müslüman bireylerin varlığını şaşkınlıkla keşfetmektedir.2Bu aslında ‘Din ve İdeoloji’de ortaya koyduğu bir çok yargının yanında daha kâmil bir safhayı işaret etmektedir ki kendisi de yeni baskıya yazdığı önsözde davranışçı ekol aleyhine olacak şekilde ifadelerini tashih etmişti.3Şerif Mardin’e göre daha da enteresan olan bulgu şudurki merkez-çevre ayrımına dayalı çatışma, Osmanlı’da merkez ile çevre arasına giren unsurların (din, cemaatler, tarikatler gibi) ortadan kalktığı oranda ve bürokrasinin merkezileştiği ölçüde daha bir sarsıntı ile hissedilir olmuştur. Bu düşünceden ve bulgudan devam ederek şunu diyebilirizki bu ara mekanizmaların, tampon mekanizmaların 1950’li yıllardan sonra Türk siyasi hayatında tekrar görünürlük kazandığı bir vakıadır ve Şerif Mardin’in, Said Nursi incelemesi aslında bu vakıanın sosyal bilimler yönünden bir vaka kaydıdır.

Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin jakoben yönü hakkında eleştirilerin sofistike bir öncüsü olan Mardin, Batılı kavramlar ve Osmanlı toplumu hakkında bilgiler arttıkça ve çalışmalar ilerledikçe ‘sivil toplum’ kavramının Osmanlı’yı anlamada ancak bir dereceye kadar elverişli bir analitik araç olduğunu vurgulamıştır4 O, modern dünyanın getirdiği örüntülerin bu topraklarda yol açtığı sarsıntıları doğru analiz etmede Cumhuriyet dönemi sosyal bilimlerinin aklî sayfalarından biri olarak temayüz ederken kanaatini de izhar ederek kendisinin modern dünyaya ait bir figür olduğunu da bilmekte ve tercihini de belirtmektedir. 2003 yılında yazdığı bir makalede Şerif Mardin uzun vadede Cumhuriyetin tüzel kişiliğe verdiği meşruiyet ve ona yarattığı alanda din de ancak dernekler statüsünde bir meşguliyet halini alacaktır demektedirki bu yargısını ‘Din ve İdeoloji’ eserinin sonuç bölümünde eserin ilk baskısı olan 1969’da da ve 2021 yılındaki 28. baskısında da söylemektedir. Nihayetinde dinîn artık devletin dışında gelişmek imkanlarını kazandığını belirterek Türkiye’yi Batılı manada bir geleceğin beklediğini öngörmektedir.1 Son tahlilde bu cümle Şerif Mardin’in Batıcı modernleşme lehine olan yargılarından biri olarak görülmelidir.