Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Özdeşleşmeyle anlam bulma: Apocalypse Now

Sinema tarihinin öne çıkan filmlerinden 1979 ABD yapımı, "Apocalypse Now" (Türkçe adı: Kıyamet), kaybedilen savaşın telafisini yeniden kazanılan bir eril erkeklik mitiyle telafi etmeyi amaçlayan bir Vietnam alegorisidir.

Gülara Subaşı

Godfather (Baba) üçlemesiyle ün kazanan İtalyan asıllı Amerikalı yönetmen Francis Ford Coppola'nın yönettiği Apocalypse Now, yönetmenin yetmişli yılların sonları ve seksenlerin başlarındaki diğer filmleri gibi, korporalif modernlikle çatışma halinde, feminizmden huzursuzluk duyan ve otoriter ataerkil ideallere meyleden psikolojinin yeni kanıtlarını taşır.


Filmin senaryosu, modernizmin öncülerinden kabul edilen Polonya asıllı İngiliz yazar Joseph Conrad'ın 1899'da yayımlanan romanı "Karanlığın Yüreği"nden (Orijinal adı: Heart of Darkness) John Milius ve yönetmen Francis Ford Coppola tarafından uyarlanır.

Apocalypse Now'ın bir erkek filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öyle ki, dönemin erkek filmleri ve Coppola filmleri özeline baktığımızda bu film de aynı sonla biter. Erkeklerin ya kadınlardan ayrı erkek grupları içinde yaşadığı ya da kadınları şiddetle reddettikleri filmlerden biri olan Apocalypse Now da finalini güvenilmesi mümkün olmayan ya da tehlikeli olduğu anlaşılmış bir dünyanın dışına çekilmiş yalnız erkek imgesiyle yapar.


Muhafazakâr bir Vietnam anlatısı olarak kabaca özetlenebilecek Apocalypse Now'ın o dönemde bu ideolojik bağlaşımda ortaya çıkmış olması tesadüfi değildir. Ufukta Amerika'yı, bekleyen günlerde, Reagan'lı 1980'ler vardır. Yeni Sağ'ın Amerikan siyasetinde itici bir güç olarak yükseleceği ve militarizmin taze bir güç kazanacağı ilerleyen yıllarda, Apolcalypse Now'da anlatı, eril iktidar ve sağ kanat şiddetin kadınlara ilişkin gerilemeci betimlemeleri eşliğinde öne sürülür.

Kaybedilmiş bir savaş, askerine güvenini kaybeden bir toplum, savaşa neden girildiğini anlamayan muhalif bir kesim, ailesindeki erkekleri kaybeden binlerce insan, Vietnam sonrası Amerika'yı kabaca özetleyebilir. Durum böyleyken geri kazanılması gereken bir itibar, yüceltilmesi gereken bir asker kavramı, yani bir erkek kavramı mevcut. Amerikan kültüründe karşılaşılan militer kahramanlığa ilişkin sinemasal temsillerle ulusal özgüven duygusunun iç içe geçmişliği buna bağlanabilir. Özellikle muhafazakâr bakış açısına göre, ulusal azamet, askeri güç kullanımından geçer. Savaş sırasında ulusal eril itibarı temsil eden askerlerin dayanıklılık ve cesaretlerinin sınanmasını bir güç pornografisine dönüştürmek, bir ideolojiye hizmet etmek için yapılır. Bu sebeple dönemin muhafazakâr Vietnam filmlerinin tarihi yeniden yazmak, hayal kırıklığına uğramış bir topluma umut olmak için güç gösterisi yapma gerekliliğine hizmet eder.


Muhafazakâr politik bakış açısıyla “Vietnam sonrası sendromu" ulusal özgüven kaybı, askeri tökezleme ve denizaşırı müdahalelere güç yetirememek anlamına geliyorduysa, bunun “sendrom sonrası” ulusal canlanma dönemindeki karşıtında, iradenin zaferi, güvensizliğin eylem yoluyla giderilmesi ve Birleşik Devletler’in ilk askeri yenilgisine yol açarak ulusal itibarı lekeleyen, ordunun erkekliğine gölge düşüren sınırlamalara kulak asmayacak müdahaleci bir askeri anlayış yer alır. Apocalypse Now da Vietnam yenilgisini öğretici bir deneyim olarak ele almaktansa, hatasını kabul etmeyen bir anlayışla, eril askeri kahramanlığı hikâye etmek için bir sıçrama tahtası yerine kullanarak söz konusu ulusal canlanmaya katkıda bulunmayı hedefler.


Fakat, Coppola'nın ve bu gibi filmlerin belirlediği bu tarz, aslında niyet edilmeyen ülkenin içinde bulunanların ona dair çarpık fikirlerini de dışa vuran bir anlamın da örtük olarak oluşmasına sebep olur. Savaşın tarihselliğini reddederek onu askeri bir erkeklik alegorisine dönüştürme arzusu, kendi içinde, bu filmlerin benimsediği sağaltım biçimleriyle iyileşebilecek gibi görünmeyen bir yaranın, bir utanç duygusunun belirtisidir. Bu filmler yalnızca, Amerikan iradesinin dünyadaki mutlaklığını tesis etmeye yönelik bir arzuyu tekrar tekrar üretmekle kalırlar ki bu arzu ne kadar abartılı ve histerik biçimlerde ortaya çıkarsa, Amerika’nın diğer halklarla olan dizisel ve bitişik, bütünleştirilemez bir ilişkiler ağı içinde yatan kendi sorunsalını o ölçüde açığa vurur.

Coppola'nın beyaz eril erkek üzerinden liderliği işlediği Apocalypse Now, bireycilik ve kahramanlık özdeşleşmesinin ustaca kurulduğu ve izleyiciye verildiği filmlerdendir.


Savaş sırasında başına buyruk hareket ettiği gerekçesiyle "sapkın" addedilen Kurtz, başka bir tek adam tarafından yakalanıp, öldürülüp yok edilmelidir. Burada başına buyrukluğun cezalandırmasının yine tek bir kişi tarafından yapılıyor olmasındaki eril liderlik arzusu; bireyciliği kutsayan ve genellikle otoriter liderliğe dayalı politik modellere doğru sağlam bir yönelim sergileyen küçük işletmecilik ya da küçük burjuva psikolojisi gibi okunabilir.

Apocalypse Now, Vietnam Savaşı sırasında ordunun kurallarının dışına çıkıp kendi zalim birliğini oluşturup, savaş bölgesinde kendi alanını yaratan ve kendi kurallarına göre yaşayan subay Kurtz'ü bulup öldürmekle görevli ordudan evine gönderilip bu görev için yeniden çağrılan Willard'ın başarıyla sonuçlandırdığı suikast girişimini anlatır.


Vietnam'ın dar kanallı ırmaklarında bir gemiyle hareket ederken küçük ekibiyle yol boyunca savaşın farklı yüzleri izleyiciye gösterilerek, Amerika'nın haklılığı ve azmi kanıtlanmaya çalışılır. Vietkong denetimindeki bir köyün hava baskınına uğramasından filmde nadir olarak görülen ve bir meta olarak işlenen USO kadınları gösterisine, bir yavru köpeğin silah sanılması sebebiyle yanlışlıkla öldürülen sivil halktan kuşatılmış ve lidersiz kalarak kontrolü kaybetmiş bir ABD karargâhına kadar.


Sonunda Willard, kendisiyle birlikte iki kişi kalan ekibiyle Kurtz'ün özerk bölgesine geldiğinde izleyiciye ilkel bir kabilenin yaşam alanına geldiği hissini uyandıracak egzotiklikte, kesik kafalar ölü bedenler, kul köle olmuş bir halk görür. Bu grotesk manzara eşliğinde gerilimin yükseldiği dakikalarda Kurtz, bir kabul ritüeli süreciyle Willard'ı gizlerine ortak eder. Nihayetinde kabul aşamasını tamamlamış olan Willard, yerlilerin bir boğayı kurban etme ayininin karmaşık görüntüleri içinde Kurtz'ü öldürür.


Burada anlatının kilitlendiği nokta, Willard ve Kurtz'ün süreç içinde özdeşleşmesidir. Savaşın psikolojisi ve zaten post travmatik bir sendrom yaşayarak, savaştan başka gerçekliği kalmayan Willard, hayata dair anlam arayışı olan bir askerdir. Yol boyunca karşılaştıkları, sonrasında Kurtz'ün kurduğu bu kamp, onun zayıf psikolojisinde bir destek noktasıdır. Willard, Kurtz olmaya başladıkça gerçek bir savaşçıya dönüşecektir. Willard’in lidersiz orduya duyduğu giderek artan öfke ve Kurtz’e beslediği hayranlık aracılığıyla, savaşın düzensizliği üzerinde denetim kurabilecek Kurtz gibi otoriter savaşçı liderlerin gerekliliği vurgulanır.


Başlangıçta Willard’in kendisi de Amerikan ordusunun Vietnam’daki düzensizliğine ilişkin bir metafordur. Savaştan dönen Willard dört duvar arasında tüm günü içki içerek, ağlayarak geçirir ve sakat eliyle sembolik olarak iğdiş edilmişliği akla getirir. Willard’in görüntünün üzerine bindirilmiş anlatıcı sesi, Vietnamlıların kendisini kat kat aşan sertlik ve dayanıklılığına gıpta eder. Daha sonraları Willard’in öne eğik başıyla, Buddha’nın, anlamı çarpıtılarak Uzak Doğu ırklarının amansızlığını temsil eden bir metafora dönüştürülmüş yukarı dönük başı arasındaki karşıtlık önem kazanacaktır. Buddha’nın dimdik başı, Willard’in Kurtz sayesinde edineceği güç ve cesaretin habercisidir.

Filmin sonunda, Willard, Kurtz’ün gizlerine vakıf olup kendisine geldikten, savaşla acımasızca öldürmenin neden kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu anladıktan sonra bu iki baş -bu sefer her ikisi de dik olarak- bir kez daha yan yana görünür, ardından iki görüntü birleşerek tek bir baş haline gelir. Bu birleşme, Willard’in da artık Kurtz kadar güçlü olduğu, onunla özdeşleştiği anlamını taşır.


Bu özdeşleşmeyi yansıtmak için filme yerleştirilen biçimsel olarak görebileceğimiz başka noktalar da vardır. Adamlarından birini öldürmeden önce yüzüne siyah boya süren Kurtz'e karşılık, Willard filmin o ünlü sahnesinde bataklıktan çıkarttığı ve çamura bulanmış simsiyah yüzüyle Kurtz'ü öldürmeye gelir. Her ikisi de sembolik olarak, filmin başında bir generalin “insanlığın karanlık yüzü” diye söz ettiği şeyin rengine bürünmüştür.

Kurtz’ü öldürmesini izleyen sahnede Willard’in yüzü ışıkla ikiye bölünür. Yüzünün yarısı karanlıkta yarısı aydınlıkta olan Willard, insanlığın iki yüzünün -aşırı bürokratik, akılcı ve vicdan sahibi Batı ile amansız, akıldışı ve ilkel Doğu’yu- bir araya getirildiği, değme bir savaşçıya dönüşür.


Willard ve Kurtz'ün diyaloglarının yer aldığı kurgusunun biçimsel yöntemi sebebiyle deneysel olarak nitelendirilebilecek sahnelerde Kurtz'ü canlandıran Marlon Brando'nun karanlıklar içinden gelen sızılı sesi, erkek çocuğun disiplinci babanın gücüne duyduğu öfkeyi akla getirir. Bu anlamda psikanalitik bir açımlamaya da olanak veren Apocalypse Now'da babanın erkinden kurtulup onun yerini almak isteyen çocuğu net biçimde gözlemleriz. Bu iktidardan kaçıp kurtulmanın yolu, kişinin kendisini aynı güçle donatmasından, babanın koyduğu sınırları reddetmeye ve kendi başına buyruk hareket etmeye dönük bir benlik modeli benimsemesinden geçer. Bu bağlamda, Apocalypse Now'da aslında Willard, Kurtz'ün tacını kuşanmak için onu öldüren oğludur. Kurtz, daha güçlü olanın hayatta kalması ve heteroseksüel erkekliği olumlaması için verilmiş bir kurbandır.


Filmde kadın temsilinin anti feminist olduğunu söylemek şaşırtıcı değildir fakat, final sahnesinde bir kadın tarafından onaylanmamanın narsistik ataerki için önemine vurgu yapılan bir sahne yer alır. Willard, Kurtz'ü öldürürken, Vietnamlı bir kadın sessizce onu seyrederek liderliğe yükselişini doğrular. Buna benzer marjinal anlar erkeğin sahneye koyduğu “başarılardan” fazlasını söyler. Çünkü erkek çocuğun oynamakta olduğunu, yalnızca kadının verebileceği bir şeyin peşinde koştuğunu, olmaya çalıştığı ya da olduğunu hayal ettiği şeyin gerçekten kendisi olduğunu onaylayan o bakışı aradığını bu anlarda sezeriz. Eril benliğin dayatılması bu bakışa kavuşmanın bir yolu olduğu kadar, erkeğin ona olan bağımlılığını saptırma görevini de üstlenir.