Reza Zarrab, Miami'de evlendi
Reza Zarrab, Miami'de evlendi
Uludağ sömestir tatilinde doldu
Uludağ sömestir tatilinde doldu
Türkiye'nin dünyaya açılan penceresi
Türkiye'nin dünyaya açılan penceresi
Zahide Yetiş'in programındaki skandala inceleme
Zahide Yetiş'in programındaki skandala inceleme
123456789
Reza Zarrab, Miami'de evlendi
Reza Zarrab, Miami'de evlendi
Uludağ sömestir tatilinde doldu
Uludağ sömestir tatilinde doldu
Türkiye'nin dünyaya açılan penceresi
Türkiye'nin dünyaya açılan penceresi
Zahide Yetiş'in programındaki skandala inceleme
Zahide Yetiş'in programındaki skandala inceleme
123456789

“Ataerki, eşitsizlik ve şiddet yaratıyor”

Girne Amerikan Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu, kadına yönelik şiddetin ataerkil toplum düzeni ve cinsiyetçi güç ilişkilerinden kaynaklandığına dikkat çekerek “Erkeği kadına egemen duruma getiren, kadını da toplumda ikinci sınıf konuma düşüren ataerkil toplum düzeni, büyük bir eşitsizlik ve şiddet kaynağı yaratıyor. Bağımsız yaşayan kadınlar hâlâ cadılaştırılıyor” dedi.

Burcu Yıldırım

ANKARA- Girne Amerikan Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamuran Elbeyoğlu, kadına yönelik şiddetin ancak kadınların birey olarak var olma mücadelesi vermesi ve güçlerini birleştirmesiyle engellenebileceğini söyledi. Şiddet ilişkileri üzerinden kendini var eden eril sistemin dinamiklerine dikkat çeken Prof. Dr. Elbeyoğlu, “Kadına yönelik şiddet, özellikle ev içi ortamdan çıkarak toplumun tüm kesimlerine yansıyor. Erkeği kadına egemen duruma getiren, kadını da toplumda ikinci sınıf konuma düşüren ataerkil toplum düzeni, büyük bir eşitsizlik ve şiddet kaynağı yaratıyor. Bağımsız yaşayan kadınlar hâlâ cadılaştırılıyor. Çözüm öncelikle sorunu görmekle başlar. 'Bu sorunla mücadele etmeliyiz' demedikten sonra zaten bir çözüm yolu da bulamayız. İşte biz, bir erkeğin dolayımıyla var olmaya karşı 'Ben bir birey olarak var olacağım' mücadelesini verdikçe ve bu mücadelede saflarımızı birleştirdikçe bu sisteme karşı varlığımızı sürdürebileceğiz” diye konuştu.

Prof. Dr. Elbeyoğlu, şiddetin kaynağını oluşturan koşullara ve mücadele yöntemlerine ilişkin GAZETE DURUM'un sorularını şöyle yanıtladı:

Kadına yönelik şiddetin kaynağında neler var?

“Şiddet” dediğimizde, eşit olmayan ilişkiden söz ediyoruz bir yandan da. Egemen olanın tahakküm kurduğu kişiyi özne olmaktan çıkartıp nesneleştirmesi ve üzerinde güç ilişkisi kurduğu andan itibaren şiddet ortamı doğmuş oluyor. Kadına yönelik şiddet ise özellikle ev içi ortamdan çıkarak toplumun tüm kesimlerine yansıyor. Aile içi şiddetle birlikte erkek, kadın üzerindeki tahakkümünü araçsallaştırıyor. Aynı zamanda şiddet, sadece fiziksel olanıyla sınırlı değil. Kadını aşağılayan, onu hiçe sayan, emeğini-işini-sözünü küçümseme gibi yollarla “psikolojik şiddet” türü de son derece yaygın. Fiziksel, ekonomik, psikolojik, dijital şiddettin yayılmasını sağlayan ve bunu besleyen en önemli şeylerden birisi, içinde yaşadığımız ataerkil toplum düzeni. Erkeği kadına egemen duruma getiren, kadını da toplumda ikinci sınıf konuma düşüren bu düzen büyük bir eşitsizlik ve şiddet kaynağı yaratıyor.

Ayrıca şiddeti sadece erkekler, kadınlara uygulamıyor. Yaşlı erkekler, kadınlar ve genç erkekler üzerinde de tahakkümünü sürdürerek şiddet uyguluyor. Genellikle evinde karısına şiddet uygulayan bir erkek, aynı zamanda çocuklarına da şiddet uyguluyor. Bu, bir sarmal olarak devam ediyor. Erkek egemen sistemin kökenleri, Mezepotamya'daki kent devletlerinin ortaya çıkmasıyla kadın ve erkeğin ortak olarak paylaştığı toplumsal rollerin ayrışmasına dayanıyor. Asker ve ruhban grubunun doğması ve bu statünün erkekler tarafından paylaşılması, kadını kamusal alandan çıkarıp ev içi ortama hapsediyor. Kadın sadece doğurduğu çocuklara bakmasıyla bir anlamda kendi hapishanesini oluşturuyor.

İnsanın var olmaya başladığından beri gerçekleştirdiği üç büyük devrim vardır; tarım, endüstri ve dijital devrim. Tarım devrimin ortaya çıkışı, kadının kamusal alandan çekildiği ve aynı zamanda doğanın da tahakküm altına alındığı dönemdir. Toprağı kendisinin malı yapan insan; bitkilerin yetişmesini, hayvanların özgürce dolaşmasını engellerken; evcilleştirildiği biçimde de kendisine hizmet eder hale getiriyor. Dolayısıyla erkeğin egemenliği, doğanın ve kadının tahakküm altına alınması ile aynı döneme rastlar. Doğaya hakim olan erkek, aynı zamanda kadına da hakim olmaya başlıyor. Dikkat ederseniz doğaya şiddet arttıkça kadına da şiddet artıyor. Bu ataerki, modern toplum ideolojisiyle de birleştiğinde tek tanrılı dinlerin getirdiği ve Orta Çağ'da şeytanlaştırılan kadın figürü, daha karmaşık şiddet biçimleriyle karşı karşıya geliyor.


Modern dünyada şiddet sarmalı içerinde kalan kadınların mücadelesi nerede duruyor? Bu sarmalın içerisinde kadınlar şiddetle nasıl karşı karşıya geliyor ve nasıl bir çıkış yolu izlenmeli?

Sizinle şu anda bu konuşmayı yapıyor olmamız, bizlerin sürekli bu konuları tartışıyor olmamız, birçok kadın derneklerinin kuruluyor olması ve birbirleriyle artık uluslararası bağlamda da eşgüdümlü çalışıyor olması, iyi yolda olduğumuzun işareti. Yoksa bu konu ne sizi ilgilendirirdi ne de ben bunları dert edip konuşuyor olurdum. Demek ki biz artık şiddeti ve eşitsizliği bir sorun olarak görmeye başladık.

Çözüm, öncelikle sorunu görmekle başlar. "Bu sorunla mücadele etmeliyiz" demedikten sonra, zaten bir çözüm yolu bulamayız. Onun dışında çözüm, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlamasıyla hayata geçecektir. Çözümün çok önemli bir ayağı da dilde başlıyor. Dilimiz çok eril ve şiddet içeren söylemlerle dolu. Bunu temizlemeye çalışmalıyız. Örneğin “insanoğlu”, “bilim adamı”, “Bir taşla iki kuş vurmak” “Derenin kurbağasını derenin taşıyla vurmak” gibi deyim, atasözü ve sözcükler sıkça kullanılıyor. Bunların hepsi cinsiyetçilik ve şiddet içeriyor. Dilimizin alışkanlıklarına karşı da mücadele etmeliyiz. Bilincimizden bu ögeleri temizlemek gerekiyor.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde cinsiyetçilik nerede başlıyor ve kendini nasıl var ediyor?

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, evden iş yerlerine kadar uzanması ve hayatımızın her alanında yer edinmesi, “Saldırgan cinsiyetçilik” olarak tanımlanıyor. Bir de bunun “koruyucu cinsiyetçilik” dediğimiz bir şekli var. Bu, kadınlara kendini çok masum bir yüzle gösteriyor. Mesela kadınlara “Cennet kadınların ayakları altında”, “ Kadınlar bir çiçektir” diyor ve bu kimi kadınların hoşuna gidiyor. Ancak cennet, ne tür annelerin ayakları altına seriliyor? Kadın kimliğini de yaşayan, çocuklarının ve kendinin bağımsızlığını önemseyen, kendisini kocasına-çocuklarına-evine adamamış, saçını süpürge etmemiş ama onlar için her zaman var olmuş bir anne mi yoksa hiç kendisi için yaşamamış ve var olmamış bir anne mi? Hangi annenin ayakları altında o cennet? Kocası izin vermeyince evden zor dışarı çıkan bir kadın, bana şöyle bir şey söyledi: “Hocam Allah'ın 99 hikmeti var. Biz sadece burada birisini biliyoruz. Gerisi öbür tarafta.” Kadın, bugün ölmeye hazır, yeter ki o hikmetlere kavuşsun. Çünkü kadın, yaşadığı şiddet sarmalı içinde zaten bu dünyadan vazgeçmiş. İşte kadınları hatta toplumu, ne yazık ki şiddet sarmalı içinde bu hale getirdiler.

Şiddet nasıl üretiliyor?

Kapitalizm, kendi içinde şiddeti üretir. Eril kapitalist sistem, tamamen şiddet ilişkileri üzerine oturur. Çünkü rekabetçilik ve sömürü üzerine dayanır. Bu, şiddeti besler. Sadece kadının değil emekçinin de sömürülmesi gerekir. Burada emek ilişkileri açısından da baktığımızda, sermaye üreten ve sermaye biriktiren emeğin "değerli" olduğunu görürüz. Bu bağlamda kadının ev içindeki çok değerli emeği, küçük çiftçinin ürettiği organik ürünler, küçük esnafın sunduğu daha kaliteli ürünler, kapitalist üretim sistemi içerisinde değersizleştirilir. Değersizleştirildiği ölçüde şiddeti daha fazla hisseder. Kadın olduğunda ise bu şiddet kendini bir adım daha ileriden gösterir. Bir iş yerinde, eşit iş yapan kadın ve erkek eşit yükselme olanaklarına sahip olamıyorlar. Ben 43 yıllık üniversite hocasıyım. Hem devlet hem de özel üniversitelerde çalıştım ve çalışmaya da devam ediyorum. Akademide, profesör olan kadınların sayısı çok daha fazla olduğu halde yönetici olan kadınların sayısı, erkeklere nazaran dörtte birden bile azdır. Üstelik bu üniversite koşullarında böyle. Kadınlar giydikleriyle, yaşadıklarıyla değerlendirilir. Özellikle koruyucu cinsiyetçiliğe karşı kadınların bir araya gelmesi çok önemlidir. Çünkü bu aşılmazsa, kadınlar da yönetici olduklarında aynı sarmalın içine düşebiliyorlar.

Nedir o sarmal? Kadınlara neyi dayatıyor?

Eril sistem kadına, “Sen bu sitemin içinde bir yere geleceksen, benim koşullarımda geleceksin. Eril değerleri benimseyeceksin. Ancak o zaman burada olursun” diyor. Eril sistemin içerisinde olmak demek, tamamen o sarmalın içine girerek kendin gibi olmayanları ötekileştirmek demektir. “Kadın, kadının kurdudur” anlayışı ve algısı “Kadın, kadının yurdudur”a dönüşmeli ve bu sadece söylemde değil eylemde de hayata geçmeli. Bunu, eyleme geçirmenin yolu, koruyucu cinsiyetçilik mekanizmalarına karşı mücadele etmektir. Koruyucu cinsiyetçilikte sistem; kendine uyan kadınları yüceltiyor, her türlü olanağı veriyor ve kadına yalancı bir güç sunuyor. Bundan faydalanan kadın da kendisi gibi olmayan kadını, kendisine tehdit olarak görüyor. O zaman, "cennetlik" annelere uymayan anneler, "kötü" oluyor. Bağımsız yaşayan kadınlar hâlâ cadılaştırılıyor. Dikkat edin, biz hâlâ "cadı kadın" masallarıyla büyütülüyoruz. Kolektif bilinçdışımız bu masallarla besleniyor. Bütün o masallardaki kadınlar, nasıl kadınlardır? Bağımsız, bir erkeğe tabi olmamış, toplumsal normlara aykırı yaşayan kadınlardır ve onlar cadıdır! Ama topluma uyan bütün o kadınları ya bir erkek öperek kurtarır ya da saçlarına tutunur çıkar. Bir erkeğin dolayımıyla var olan kadınlar... İşte biz bir erkeğin dolayımıyla var olmaya karşı, “Ben bir birey olarak var olacağım” mücadelesini verdikçe ve bu mücadelede saflarımızı birleştirdikçe, bu sisteme karşı varlığımızı sürdürebileceğiz. Duygu Asena'nın “Kadının adı yok” söylemi ne yazık ki hâlâ güncelliğini koruyor. Kadınlar kocasının karısı, babasının kızı, oğlunun anası olarak sürdükçe, kadın da bunu benimseyip sürdürdükçe biz, bu mücadelede zayıf kalacağız. Çünkü ne yazık ki biz, sistemin içerisinde sisteme karşı bir mücadele yürütüyoruz.

SON