Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Yazarımız Gülsüm Bilgehan'dan flaş 14 Mayıs yazısı

Yazarımız ve siyasetçi Gülsüm Bilgehan, Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği 14 Mayıs’ta Gazete Durum'a o günleri anlattı...

Yazarımız ve siyasetçi Gülsüm Bilgehan, Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği 14 Mayıs’ta Gazete Durum’da dikkat çeken bir yazı kaleme aldı.

Bilgehan, o dönemde geçişe büyük katkısı olan dedesi İsmet İnönü’nün etkilerini anlattığı yazısında çok partili hayata geçişin, Atatürk ve İnönü’nün son devrimleri olduğunu dile getirdi.

“Türkiye'de çok partili hayata geçiş İsmet 3


günlere dair notlar aktardı.

Gülsüm Bilgehan, yazısında şu ifadeleri kullandı:

Atatürk öldükten sonra, yeni Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü'nün İstanbul Üniversitesi'nde yaptığı tarihi bir konuşma vardır. İkinci Dünya Savaşı henüz başlamamıştır.

İnönü o konuşmasında "ilk hedefimiz çok partili hayata geçmektir" açıklamasını yapar. Ama kısa bir süre sonra İkinci Dünya Savaşı patlar, altı yıl sürecek ve 60 milyon insan ölecektir.

O dönemde İnönü'nün tek ve en büyük gayreti Türkiye'yi savaşın dışında tutmaktır, uyguladığı denge politikası dünyada eşi az bulunur bir uluslararası başarıdır.

Ülkede hayatlar kurtulmuş ama millet dışında kaldığı büyük savaşın ekonomik sıkıntılarını ağır bir şekilde yaşamıştır.

Görünen siyasi zorluklara rağmen, İnönü vaz geçmemiştir, savaşın hemen ardından çok partili yaşama geçme fikrini yürürlüğe koyar.

İlk tepkiler bu süreç için zamanın erken olduğunu savunan yakın çevresinden gelir ama İsmet İnönü çağdaş uygarlık yolundaki son adımı atmaya kararlıdır.

Türkiye'nin demokrasiye geçme macerasını, İnönü'nün en yakınında o günleri yaşayan kızı Özden Toker'den daha iyi kim anlatabilir?

"Babamın senelerden beri kafasında kurduğu, hususi sohbetlerinde fikri sabit halinde, dönüp dolaşıp geldiği bir mesele vardı: Türkiye'de demokrasi rejimini kurmak... İkinci Cihan Harbi'nin sıkıntılı günleri geçtikten sonra sıra bu idealini gerçekleştirmeye gelmişti. Demokratik rejim, çok partili hayat, seçim kanunu evimizin günlük mevzuları halini aldı.

Babamın ne büyük inançla, imanla işe sarıldığını hatırlarım. Yurtiçi seyahatlerine çıktı. Bir seferinde beni de götürmüştü. Gittiğimiz her vilayet merkezinde valiyi, jandarma kumandanını karşısına alır, "vatandaşlara eşit muamele yapacaksınız. Hangi partiye mensup olursa olsun vatandaşın siyasi kanaatlerine saygı göstereceksiniz..." derdi.

Bıkmadan, usanmadan büyük küçük her her idare amirine bu sözleri tekrarlıyordu. Bir kaç defa Halk Partisi'nden "partimiz", "biz" diye bahseden memurları sert bir lisanla azarlamıştı. Umumi toplantılarda vaziyeti idare etmek için böyle konuştuğunu zannedenler, hususi sohbetlerde açıkgözlülük etmek isteyince yanıldıklarını anlamış, babamın sözlerinde samimi olduğunu görüp pek hayret etmişlerdi.

"Düşmanlık beklediği yerden dostluk gördü"

Bu seyahatte bir DP milletvekili davetli olarak iştirak ediyordu. Başlangıçta, kendisine hasım zannettiği bir muhitte bulunmaktan ötürü çok çekingen davranan bu zat- hatta ilk akşam sofrada bir fenalık geçirmişti- babama pek çabuk ısındı. "Beyefendi", "Paşa Hazretleri"nden sonra "Paşam" deyişindeki hararet hala kulağımda.

Babam onu yanına aklını çelmek için değil, çok partili rejim davasındaki samimiyetini ispat için almıştı. Nitekim Sayın DP milletvekili düşmanlık beklediği yerden sadece dostluk görünce, o şüpheci halini terk edip memleketimizde demokrasiyi gerçekleştirmek için muvafık, muhalif hep beraber gayret etmemiz icap ettiğini söyleyen babama inanmış, dört elle işe sarılmıştı.

O günler, bu bir kaç haftalık seyahat boyunca, sonradan dillere destan olan Beyaz Tren'de esen karşılıklı saygı, sevgi ve iyimserlik havasının pek kısa zamanda bütün memlekete yayılmaması için hiçbir sebep yok gibi görünüyordu.

Birçok uykusuz gecelerin, hararetli müzakerelerin neticesinde Seçim Kanunu hazırlandı. "Ya düşersek?" diyen arkadaşlarına babam büyük bir sabırla izah ederdi:

"Demokrasi rejiminin esası bu. Bir parti kaybedecek, bir diğeri kazanacak. Zaman geçecek, bu sefer yerler değişecek. Seçmen arzu ettiğini iş başına getirmekte serbest olacak. Bunu gönül rahatlığıyla yapabildin mi mesele hallolmuş demektir. Demokrasi rejiminde iktidarda olduğu kadar muhalefette de hizmet etmek şerefli bir vazifedir."

"Mevkiin sağladığı nimetlerin esiri değildi"

Seçimi kaybetmekle, şahsen babam için ne değişecekti? Kumandan, Murahhas, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak hizmet ettiği vatanına yeni bir sıfatla, Muhalefet Lideri sıfatıyla hizmet etmek fırsatını kazanmış olacaktı. Mesele mevkide, sandalyede değil, memleketimizin iyiliği için şart olduğuna inandığı bir ideali gerçekleştirebilmekteydi.

Hususi hayatı ise zaten hiç bir zaman resmi hayatı ile karışmamıştı. Mevkiin sağladığı nimetlerin esiri değildi.

Yaradılıştan ihtiyaçları mütevazi, zevkleri sade idi: Ailesiyle bir konsere gitmek veya açık hava gezintilerine çıkmak, kendi kendine kitap okumak, satranç oynamak.

Bunları, kalp ve vicdan huzuru içinde olduktan sonra nerede olsa yapabilirdi. Kırk senedir, ta Atatürk'ün eşinden ayrılmasından beri, Türkiye'nin bir numaralı kadını mevkiinde olan annemin ise yegane düşüncesi babamın saadeti, evinde huzur içinde yaşanmasını temin idi.

Sakin, nazik tavırları, hiç karşılık beklemeden daima vermeye hazır alicenap kalbi, her hadiseyi, her insanı hep iyi tarafından görmeye hazır olgunluğu ile annem babamın hayatında en mühim rolü oynamıştır. Eminim, demokratik rejimi göze almakta ona olan itimadının büyük payı olmuştur.

Muhalefetin ilk günlerinde "Hanımefendi otobüse bindikten sonra, benim için mesele kalmıyor" demekten pek hoşlanırdı.

"Emirle demokrasi tayinle muhalefet olmaz"

1950 seçimlerinden bir kaç gün evvel, babam odama gelmiş ve sormuştu: "Hazırız, değil mi kızım, manen ve maddeten hazırız." Kendisine "bizim için mühim olan sizsiniz" deyince neşe ile güldü. Seçim gecesi, neticeler gelmeye başlayınca annemin karşısına geçti "Ne kadar zamanda taşınabiliriz? Köşk'ü çabuk teslim etmeliyiz."

Bu kadar mühim hadiseler cereyan ederken onu endişelendiren yegane mesele evin taşınma işiydi. Annem kendisine teminat verince omuzlarından büyük bir yük kalkmış olarak arkadaşlarına dönmüştü.

Seneler geçti, onu eskiden diktatörlükle itham edenler, bu sefer, memleketi tecrübesiz ellere bıraktığı mülahazasıyla ona tarizlerde bulundular. "İlerisini iyi göremedi" dediler. Onlara babamın verdiği cevap şudur:

"Emirle Demokrasi, Tayinle Muhalefet olmaz. Milletin kendi mukadderatına sahip çıkması için bu devreden geçmekten başka çare yoktur. Beklemesini, sabretmesini öğrenin. Mesele zaman kazanmakta, demokratik zihniyette nesillerin yetişmesinde..."

Rejimin değiştiği ilk çok partili seçimin üzerinden 72 yıl geçti, umarım son seçimde İsmet İnönü'nün demokrasi dileğinin gerçekleştiğini görürüz.