Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

“Üniversiteler: Psikolojik terör ve mobbing”

Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, son dönemde hızla gerileme ve çözülme sürecine giren Türk üniversitelerini, felsefi bir analize tabi tuttu.

AZE Haber Ajansı

Times Higher Education (THE) adlı yayın organı, bir süre önce dünya üniversitelerinin sıralamasını yayınladı. Bu sıralamada, Türkiye’den üniversitelerin yer almaması aslında kimseyi şaşırtmadı. Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen, son dönemde hızla gerileme ve çözülme sürecine giren Türk üniversitelerini, felsefi bir analize tabi tuttu. 

“Üniversitelerin liseleştiğini” belirten Göçmen, “Üniversitelerimiz sözde araştırma üniversitesi olmak istemektedirler. Ama gerçek araştırmacılar ya engellenmektedir ya da dışlanmaktadır. Gerçek araştırmacılar üniversitelerimizin liseleşmesinden sorumlu imtiyazlı tabaka tarafından sistematik olarak uygulanan psikolojik teröre maruz kalmaktadır” saptamasında bulundu.

İşte, Göçmen'in yazısı:  

Aşağıdaki gözlemlerimi neredeyse 15 yıllık akademik öğrenimini dünya üniversitelerinde görmüş birisi olarak yazıyorum. Geçtiğimiz günlerde “Times Higher Education” (THE) adlı yayın organı dünya üniversitelerinin sıralamasını yayınladı. Bu sıralamada Türkiye’den üniversitelerin arzulanan ön sıralarda yer almaması herkes tarafından hayal kırıklığı ile karşılandı. Bazı üniversitelerimizin istediğimiz ön sıralarda olmasa da kendilerinden bahsettiriyor olmaları sevindiricidir. Fakat genel tablo elbette üzücüdür. Bu duruma nasıl gelindi? Bu soruya yanıt bulmak gerekir. 

Dünya ölçeğinde bakınca

Büyük çabalar harcanmasına karşın istenilen sonuç elde edilemiyor. Ülkemizde olan üniversite ve akademisyen sayısının, çok daha köklü üniversite geleneği olan üniversitelerle kıyaslandığında çok daha fazla olmasına karşın ne dünyaca ünlü akademisyen yetiştirebiliyoruz ne de dünyaca ünlü üniversitelere sahip olabiliyoruz. Bugün 2021 itibarıyla Türkiye’de 205 civarında üniversite, 184 bin öğretim üyesi ve 8 milyondan fazla üniversite öğrencisi vardır. Fakat dünya üniversite sıralamasında ilk 500 üniversite arasında tek bir üniversite bulunmamaktadır. Buna karşın örneğin 17 milyon insanın yaşadığı Hollanda’da sadece 37 üniversite vardır ve ilk 100 üniversite arasında 3 üniversite vardır. Almanya nüfus bakımından Türkiye’ye benzer bir ülkedir ve 108 üniversite, 423 yüksekokul ve 3 milyon yükseköğretim öğrencisi vardır. Biz tüm ülkemizden ilk 500 sırada bir üniversite arıyoruz ve bulamıyoruz. Fakat Almanya’dan sadece Münih’ten 2 üniversite vardır ilk sıralarda.

Vasatlaşma hızla yayılıyor

Türkiye’de üniversitelerimizin genel gidişine baktığımızda gelişmenin genel olarak kötüye olduğunu görüyoruz. Örneğin THE’ın sunduğu verilere göre Dokuz Eylül Üniversitesi 2021 yılına göre 200 sıra gerileyerek 1000+ durumundan 1200+ durumuna düşmüştür. Koç Üniversitesi 2013 yılından beri bazı küçük iniş ve çıkışlara karşın sürekli gerilemiştir. 2013 yılında sahip olduğu 226-250 sıralamasından 2022 yılında 501-600 sıralamasına gerilemiştir. Boğaziçi Üniversitesi 2012 yılında bulunduğu 301-350 aralığından 2022 yılında 801-1000 aralığına düşmüştür. Ortadoğu Teknik Üniversitesi 2015 yılında sahip olduğu 85’inci sıradan 2022 yılında 601-800 aralığına kaymıştır. Sabancı Üniversitesi 2016 yılında sahip olduğu 182’inci sıradan 2022 yılında 501-600 aralığına düşmüştür.

Bu durum neden oluştu? Bu duruma nasıl gelindi? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Üniversitelerimiz neyini kaybetti de bu duruma geldi? Öğretimin seviyesinin iyice düştüğü genel kabul görüyor. Üniversitelerimizde alanının bilgisine sahip yetkin akademisyen sayısının gittikçe azalması nedeniyle tam anlamıyla liseleşti deniyor. Üniversitelerimize dair genel gözlem durumu bu şekilde betimliyor. 

Bu durum elbette rekabeti iyice kızıştırıyor. Rakibi alt edebilmek için insanın akla hayale gelmez yollar ve yöntemler deneniyor. Bunun sonucu olarak üniversitelerde akademisyenin akademisyene saygısı kalmamıştır. “Yandaş akademisyen” yaratma projesi aracılığıyla hocalar arasında imtiyazlılar ve imtiyazsızlar tabakalaşması oluşmuştur. İmtiyazlı tabaka bilgi seviyesi, öğretme yöntemi ve teknikleri, akademik ve sosyal nitelikleri üzerinden oluşturulmuş olsaydı bu bir yere kadar anlaşılmış olurdu, çünkü o zaman üstün nitelik hâkim olacaktı. Fakat imtiyazlı tabakayı oluşturanlar genellikle akademisyeni akademisyen yapan nitelikler bakımından çok zayıf olan kişilerden oluşmaktadır. Akademik nitelikleri yüksek olan akademisyenler ise genellikle imtiyazsızlar tabakasını oluşturmaktadır. Bu nedenle toplumun her tarafında olduğu gibi üniversitelerde öncelikle çözülmesi gereken en büyük sorun liyakat sorunudur. Liyakat toplumda sürekli dikkat çekilen en büyük sorunlardan birisi olmuştur. Akademide her tarafta gözlemlenen en can alıcı sorundur.

Akademinin itibarı ve akademisyenin saygınlığı...

Üniversitelerimizde öğretimin seviyesinin düşmesinin, rekabetin keskinleşmesi ve her aracı mubah gören bir zihniyetle yürütülmesi üniversitelerde adaletin adil olmayışını da beraberinde getiriyor. Kaçınılmaz olarak bu durum akademide saygının kaybolmasına da sebep olmaktadır. Liyakatin olmayışı tüm bu sorunların başlıca nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Üniversite öğrenim alanı olmaktan çıkmaktadır.

Hocaların her türlü yönteme başvurarak birbirini basitleştirdiği bir durumda öğrencilerin hocalarına saygı duymasını beklemek mümkün olabilir mi? Öğrenci öğrenme erdemi yerine güç erdemini ölçü almaktadır ve hocaların kendisinden istediğini yaparak gemisini yürütmeye çalışmaktadır. Hocalara bölümlerde, fakültelerde ve diğer birimlerde saygı onların ders içeriğine göre değil, konumuna göre gösterilmektedir. 

Üniversitelerde bu durumda imtiyazlı olmayan hocalar herkesin gözünde iyice hiçleştirilmiştir. Bazen akademide kimin hangi görevi üstleneceği konusunda idari personelin sözlerinin daha belirleyici olduğunu duyuyoruz. Akademik personel ve idari personel ayrımı yetkinlik ve yetki bakımından bulanıklaşmıştır. İdari personelin akademik personele “hocam” demesi sadece biçimseldir. Hiçbir saygınlık içermemektedir. Çoğu kez akademiyle uzaktan yakından ilgisi olmayanlar akademide istihdam edilmektedir. 

Özlük haklarının adı bile kalmamıştır

Üniversitelerde eskiden özlük haklarına karşı az da olsa saygı vardı. Fakat özlük hakları artık tamamıyla ayaklar altındadır. En sıradan haklardan yararlanmak için dahi bir sürü başka ilişkilerin devreye sokulması bekleniyor. Bu nedenle üniversitelerin idaresi adaleti adil bir şekilde dağıtamaz olmuştur. Bir bakanın özel kaleminden gelen bir telefon unvan almasına, bir milletvekilinden gelen bir telefon daha iyi bir yerde görevlendirilmeye yetmektedir. Oysa tüm bunlar bir akademisyenin en doğal haklarıdır ve yasalara ve yönetmeliklere bağlanmıştır. Üniversitelerde soruşturmaların açılması ve kapatılması çoğu kez keyfi nedenlere dayanmaktadır. Bu hiçbir gerekçesi olmayan soruşturmaları yürüten soruşturmacılar soruşturmayı kendi çıkarları için pazarlık konusu yapabilmektedir. Bu durumda mağdur olan akademisyenlerin hem özlük hakları ayaklar altına alınmaktadır hem de akademik çalışmaları engellenmektedir. 

Mobbing genel çökertici bir sisteme dönüşmüştür

Üniversitelerimiz sözde araştırma üniversitesi olmak istemektedirler. Ama gerçek araştırmacılar ya engellenmektedir ya da dışlanmaktadır. Gerçek araştırmacılar üniversitelerimizin liseleşmesinden sorumlu imtiyazlı tabaka tarafından sistematik olarak uygulanan psikolojik teröre maruz kalmaktadır. Akademik itibarının kaybolduğu ortamların oluştuğu üniversiteler araştırma üniversitesi olsa ne olur olmasa ne olur! Bu ortamların oluştuğu üniversitelerimizde hangi araştırma nasıl yapılacaktır. Mobbinge maruz kalanlar genellikle her bakımdan en yetkin akademisyenlerdir.

Uluslararasılaşma bir hayaldir

Üniversitelerimiz uluslararasılaşmak istemektedir. Bu dünyaca ünlü akademisyene sahip olmakla mümkün olabilir. Dünyaca ünlü akademisyen ne zaman olunur? Dünyaca ünlü akademisyen genellikle 60 yaşından sonra olunur. Bunun için başka ülkelerin dünyaca ünlü akademisyenlerinin yaş ortalamasına bakmak yeterlidir. Ülkemizde akademisyenlerimizin çoğu en verimli zamanında akademiden kurtulduğuna şükredip ayrılıyor ve yok olup gidiyor. Çünkü mobbing sistemi nedeniyle artık iyice yorulmuştur. Emekli olduktan sonra kaç akademisyenin araştırmalarına, konferanslarına, yayınlarına kısacası akademik çalışmasına devam etmektedir? Akademide hayatlarının en az bir döneminde mobbing sisteminin mağdur etmediği, anlamsız soruşturmaların yormadığı, kışkırtılmış öğrencilerin bıktırmadığı kaç hoca vardır acaba? Tüm ömrünü bunlarla çürütmüş bir akademisyen 60 yaşına kadar ne biriktirmiş olacak ki dünyaca ünlü olsun? Ayrıca vasatların hâkim kılındığı sistemde uluslararası deneyimi olan hocaların deneyim ve bilgisi çoğunlukla istenmemektedir. Bu mantıkla nasıl uluslararasılaşılacaktır? Yürütmeden sorumlu akademisyenlerin çoğu doğru dürüst yurt dışı dahi görmemiştir. 

Büyük bir üniversite reformuna ihtiyaç var

Büyük bir üniversite reformuna ihtiyaç vardır. Üniversitelerimizde dijitalleşme çağında gerçek akademisyenlere, vizyonu olan idarecilere ve çağın bilimini üreten üniversitelere ihtiyaç vardır. Dünya üniversitesi olmanın şartı budur. Dünya akademisyeni olmadan çağdaş öğretimin gereklerini yerine getirmek bugün artık mümkün değildir. Her kente bir üniversite projesi ilkesel olarak yanlış değildir. Fakat bugünkü koşullarda her kente bir üniversite kurmak, aynı zamanda her kente dünya klasında bir kütüphane de kurmayı gerekli kılar. Üniversitelerimizde gerçek anlamda özerk bir akademiye ve özgür bilim yapmaya geçmenin uluslararası koşulları araştırılmalı ve hızlı bir şekilde hayata geçirilmelidir. Üniversitelerin bu durumu genel ulusal bir mesele haline gelmiştir. En üst devlet yetkililerinden en sıradan vatandaşa kadar herkesin üniversitelerin durumu hakkında düşünüp çözüm önerileri geliştirmesi ve bunların yetkili kurumlarca hızlı ve tutarlı bir şekilde uygulaması gerekmektedir.