Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Şefika Kutluer Festivali 24 Kasım'da başlıyor
Dünyanın en pahalı muzu
Dünyanın en pahalı muzu
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Mehmet Ali Erbil hakkındaki iddianame
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
Uğur Dündar'a açılan babalık davası
123456789

Prof. Dr. Güleç: "Derinleşen kriz, hınç ve öfke yaratacak"

İlknur Yağumli

ANKARA- Prof. Dr. Cengiz Güleç, Türkiye'de derinleşen ekonomik krizin yoksulluğa ve daha kötü yaşam koşullarına yol açtığını belirterek, durdurulamayan bu gidişatın toplumda "hınç" ve "öfke" yaratacağına işaret etti. Güleç, "Büyük gerginlikler, öfke, hınç ve duygu patlamalarının olacağını düşünüyorum" dedi. Güleç, bu koşullarda büyüyen çocukların gelecekte normal, uyumlu ve makul yetişkinler olamayacağını, toparlanmanın on yılları alabileceğini söyledi.  Özelde ABD'de, genelde Batı dünyasında "narsistik" kişilik eğilimlerin ortaya çıktığını belirten Güleç,  "Sosyal medyada çevrimiçi görünme çevrimiçi kalma kaygısının arttığını ve teknolojik imkanların bunu artırdığını görebiliyorum. Bu olsa olsa Batı dünyasında özellikle Amerika’da daha yaygın olan narsistik kişilik eğilimlerinin giderek yaygın olacağına işaret ediyor. Dolayısıyla bu narsistik eğilimlerin pekişmesi ve o sanal dünyada bu narsistik beklentilerin önemli, değerli olma arzusunun sanal gerçeklikten, çevrimiçi gerçeklikten beslenmesi son derece sakat bir şey" diye konuştu.  

Psikolojik-Politik Antropoloji, Transkültürel Psikiyatri ve Psikoterapiler alanında çalışmalar yürüten Prof. Dr. Cengiz Güleç, GAZETE DURUM'un ekonomik kriz birey, aile ve toplum ilişkilerine ilişkin sorularını şöyle yanıtladı: 

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Raporu'nda yayımlanan açlık haritasına göre, 82,3 milyon nüfusa sahip Türkiye'nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz bugün milyonlarca insanın karnını aç bırakmaktan ve cebini yakmaktan öte çocukların geleceğini nasıl etkileyecek ve toplumun geleceğini nasıl şekillendirecek? 

Giderek yoksullaşan toplumun her kesimini bu yoksullaşmanın, sosyoekonomik düzey bakımından eşit ölçüde etkilediğini söyleyemeyiz. Ayrıştırarak düşünmek lazım. En çok etkilenen kesimin orta ve orta alt ücretliler, ucuz emek olarak, kentlerde ve kentlerin varoşlarında yaşayan kesim olduğunu düşünüyorum. O ebeveynlerden, gelecek kaygısı ve ciddi geçim sıkıntısı içindeyken çocuklarına bakma, ilgi, şefkat gibi pozitif yaklaşım bekleyemezsiniz. Bu yoksullaşma, toplumda özellikle kırsal alanda veya kasabalarda yaşayan düşük ücretli kesimde daha önceleri de olmuştur ama sanki giderek şunu fark ediyoruz "öğrenilmiş çaresizlik" söz konusu. Biz ne yaparsak yapalım, bu gidişi maalesef durduramıyoruz. Daha derin kötü yaşam koşulları, sefalet, yoksulluk ve açlık... Üstelik bu koşullar en çok mağdur olan kesimleri -muhafazakar, milliyetçi ve dindarlığa yakın- özellikle etkiliyor. Bu kesimlerin, geçimini artık yürütemez olması neyi yaratacak? Hınç ve öfke.

Öfke ve hıncın dışa yansıması ne olur?

Öfke, hınç ve bunun dışa yansımaları... Çevresindeki biraz daha yaşam koşulları iyi olanlara karşı kıskançlık ve haset gibi çok tehlikeli sonuçlar yaratacağını düşünüyorum. Dolayısıyla siyasal iktidarın değişimi ile bütün bu tablonun kısa sürede geriye çevrileceğini tahmin etmiyorum. Değer yozlaşması, ahlaki yozlaşma ve giderek bunun kamu önünde daha ilan edilir hale gelmesi ve çok açık bir şekilde siyasal iktidarın vaatlerini gerçekleştiremez olması ve iflası…Daha büyük gerginlikler, öfke, hınç, duygu patlamalarının olacağını düşünüyorum. Ruhsal, toplumsal hayat bu tasvir ettiğim gibi gidiyorsa o ailede çocuklar, bu ilgisizlik, hınç, öfke, kontrol edilemeyen saldırganlık patlamaları içinde büyüyorsa, bu ruhsal atmosfer bakımından son derece olumsuz bir ortamdır. Hiçbirinin ruhsal sağlığının az çok iyi şekilde yürümesi mümkün değil. Bu sadece bu kuşakları yetişkinleri ilgilendirmiyor. Bu kötü koşullarda yetişen çocukların gelecekte çok daha normal, uyumlu makul yetişkinler olmasını bekleyemeyiz. Bunların derlenip toparlanmasının on yılları alacağını düşünüyorum. Yaratılan tahribat hem derinlik bakımından hem süre ve kuşakları ilgilendirmesi bakımından maalesef kötü.


Önceki dönemlerde kişilik duygusunun özünü bireylerin mesleği, kariyer becerileri oluştururken günümüzde kişiliklerin toplumsal ve kültürel oluşumunda en önemli rol oynayan şey sosyal medya. Birey ideolojik fikirlerini, özel yaşantısını, tüketim alışkanlıklarını sosyal medya üzerinden kurgulayarak yeni bir benlik inşa etme yoluna gidiyor. Bu da sanal gerçeklik ve fiziksel gerçeklik olarak bir dualite (ikilik) yaratabiliyor. Sanal ortamda toplumsal olaylara tepki veren birey, gerçek hayatta bu olayla karşı karşıya geldiğinde tepki vermiyor. Bu durum bireyde kişilik sorunlarına yol açıyor mu?

Bu ikiliğin, karşıt, çözümlenemez çatışmaları olan bir ikilik olduğunu düşünmüyorum. Sosyal medyada çevrimiçi görünme çevrimiçi kalma kaygısının arttığını ve teknolojik imkanların bunu artırdığını görebiliyorum. Bu olsa olsa Batı dünyasında özellikle Amerika’da daha yaygın olan narsistik kişilik eğilimlerinin giderek yaygın olacağına işaret ediyor. Dolayısıyla bu narsistik eğilimlerin pekişmesi ve o sanal dünyada bu narsistik beklentilerin önemli, değerli olma arzusunun sanal gerçeklikten, çevrimiçi gerçeklikten beslenmesi son derece sakat bir şey. Bu bütün dünyanın genel bir sorunu. Dijital devrimin bir sürü pozitif yanları var ama bir de böyle bir özellikle narsistik eğilimleri daha güçlendirdiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bir çatışmadan ziyade genel bir eğilim olarak hem Batı’da bunun daha insan psikolojisi ile ilgilenen bütün düşünürlerin ve benim gözlemim, bundan yirmi otuz yıl öncesine kadar nevrotik kişilik dediğimiz kaygıların, çöküntülerin, yaygın olduğu kişilik tipleri ile birlikte, eskiye oranla bu narsistik eğilimlerin yükseldiği arttığı yeni kuşaklara doğru gidiyoruz, bunlar da en çok gençlikte görülür zaten. Ama yetişkinlik hayatında da devam eder bu eğilimler. Öyle bir sorun var.

Yani sosyal medyada aktif ama gerçek hayatta tepki vermez, bu hep tezattır. Bu kadar sindirilmiş, baskılanmış, ötekileştirilmiş, ayrıştırılmış ve toplumsal hakikati söyleme yani hakikati dile getirme ya da getirenlere destek verenlerin başına ne gibi dertler sıkıntılar açacağı gayet aşikar bir şekilde ortada. Özellikle de gençlere, Gezi olayları gibi...  Şu günlerde yeniden Gezi ruhunda bir canlanma, dirilme görüyoruz bu olumlu ama bir taraftan toplumsal muhalefetin organize olma, dayanışma, iş birliği içerisinde topluca bir tepki verme eğilimi maalesef fena halde sindirilmiş. Bu köylülük için, geçim sıkıntısı çeken dar gelirli ücretliler için söz konusu değil. Daha çok orta sınıf, orta üst sınıfların, sanatçılar entelektüeller, akademisyenler, meslek odaları, sendikalar gibi daha toplu organizasyonlardan bir şey göremiyoruz artık. Ben 68 kuşağından gelen bir insan olarak o zamanki politik hassasiyetlerle şimdiki söylediğim entelijansiya dediğimiz grubun, kör ve sağır kalması ya da tepkisizliği insanda resmen umut kırıcı bir şey.

Bir önceki kuşak bir sonraki kuşağı bir şeyleri "yozlaştırdığı" için hep eleştirir. Örneğin, karşı cinsle olan ilişkilerde ilişki yaşama tarzı gibi...  Yozlaşmanın tanımından yola çıkarak yaşlıların söylediği gibi bu yozlaşmadan gençler mi sorumlu? Yoksa sisteme, paraya ve güce sahip olan egemen yaşlı erkekler mi?

Kuşaklar arası çatışma dediğimiz hikaye antik çağdan beri bildiğimiz bir şey. Bu evrensel bir olgu ama özellikle kendi coğrafyamızda kuşaklar arasındaki iletişim kopması, değerlerin aktarılması en azından dijital devrime kadar küreselleşme ile bağlantılı. Kuşaklar arasındaki anlayış, yaşama bakış, haz anlayışı, değerler demeti bakımından farklılıklar geçici de olsa, gençlik döneminde bu çok doğal. İsyankar, kendi kimliğini kurma, inşa sürecinde ebeveynlerin değerleri ve kimlikleri ile mücadele ve rekabet anlaşılır ve evrensel bir şey ama şu son 20-30 yıldır bu dünyanın başka ülkelerinde yetişkinler ile gençlerin işi daha da zor. Ben 40-50 yaşları kastediyorum yetişkin derken, bu kuşakla aşağı yukarı bir 20-30 yaş arasındaki gençlik kesimi arasında iletişim ve dil ortaklığı bakımından muazzam bir kopma var. 75 yaşındayım en azından şu teknolojik aletlerin sözde nimet diye sunulan bu teknolojik aletlerin nasıl kullanılacağını torunlarımdan öğreniyorum. Bu mesele ikili ilişkilere veya karşı cinsle ilişkilere yansıyacaktır ama “Biz kadir bilirdik, şükran ve minnet duygumuz vardı. Karşımızdakilerin duygusuna empati yapardık, daha saygılıydık” gibi kendimizi yüceltmeyelim. Öyle bir şey yok. “Gençler isyankar, insani değerlere karşı lakayt”, o narsistik eğilimlerin yükselmesi ile bencillik kibir, ötekine olan başkasının ötekine bakışının değişmesi falan gibi şeyler var ama “Gençler artık tamamen maddileşti çok ben merkezci çok narsistik, değerbilirlik kalmadı” gibi düşüncelerin pek doğru olduğunu düşünmüyorum.

Dolayısıyla karşı cinsle ilişkilerde de baskıların daha azalması daha özgürlükçü daha eşitlikçi bir ilişki tarzını ben kurduklarını görüyorum. Tam tersine gençleri öyle çok yargılamak onları öyle çok değer ve kadir bilmezlikle yargılayıp suçlamak ki öyle insanlar mutlaka vardır ama o tip gençlerle yaşayan ebeveynler kendi hayat ve kendi ebeveynleriyle kurduğu ilişkiyi sorgulamalılar. Umutsuz değilim, şu anda 20'li yaşlarda olan kişilerin daha özgürlükçü daha eşitlikçi olduğunu düşünüyorum. Gelecekte bakalım dünyanın küresel planda nelere gebe olduğunu henüz kestiremiyoruz bilemiyoruz. Her şeyde 19. ve 20. yüzyılların başındaki gibi teknoloji ve bilimin yolculuğu sayesinde hep ilerleme...  Bu ilerlemeci insanlığın daha parlak bir geleceğe doğru evrildiği anlayışı bir yanılsama.